Konu: 11.Sınıf Konuları ve Etkinlikleri C.tesi Ara. 19, 2009 11:34 am
TÜRKİYEDE TARIM-1 TÜRKİYE DE TARIM (1)
ETKİNLİK
1.RESİM: Arazinin düz oluşu ve verimli topraklar sayesinde tarla
tarımı yapılmaktadır.
2.RESİM: Bitki örtüsünün gür oluşu Büyükbaş hayvancılığa
uygunluk göstermiştir. Eğimli yüzeyler ve sıcaklıklardaki
yetersizlik tarımı engellemiştir.
3.RESİM: Engebeli arazi cılız bitki örtüsü ancak arıcılık
faaliyetlerinin yapılmasına imkan vermektedir.
4.RESİM: Kış sıcaklıklarının yüksek oluşu yüksek karlılıktaki
seracılık faaliyetinin yapılmasını sağlamıştır. NOT: Bir yerde ön plana çıkan ekonomik faaliyet o yörenin doğal şartlarında yapılabilecek en karlı çalışma olmasının sonucudur. Yani insanlar sahip oldukları şartlarda en çok gelir getiren faaliyeti yaparlar.
İNSANLARIN DİLİNDEN TARIM VE HAYVANCILIK
1-Dağu Anadolu ve Doğu Karadeniz iç kısımları:
Dağlık ve engebeli bir yapıya sahip olduğu için halkın esas geçim kaynağı Hayvancılıktır.
Tarım ancak dağlar arasında kalan ovalarda yapılır. Ürün çeşidi ve üretim miktarı çok düşüktür çünkü yükselti çok fazla ve yaz mevsimi kısa, kış mevsimi çok uzundur.
Bölgenin dağlık ve engebeli oluşu Makineli tarım yapılmasını da engellemektedir. Çiftçilerin satın alma güçlerinin düşük oluşu da makineleşme önünde bir başka engeldir.
Erzurum-Kars civarında gür otlaklar sayesinde Büyükbaş hayvancılık gelişmiştir.
2-Güney-Batı ve Kuzey Kıyılar:
Akdeniz bölgesinin kıyı ovaları(Çukurova, Amik,Silifke,Antalya…)Türkiyed e Tarımın en çok geliştiği yerlerdir. Yılda birden fazla ürün alınabilir, kış sıcaklıklarının yüksekliği seracılığa çok uygundur. Akdeniz bölgesi hen ürün çeşidinde hemde ürün miktarında Türkiyede başta gelir. İklim şartlarının uygunluğu, toprakların verimli oluşu ve su kaynaklarının zenginliği birinci olmasının sebepleridir.
Ege, Marmara ovalarıda Akdenizden sonra tarımın çok geliştiği diğer bölgelerdir.
Akdeniz bölgesinin Toros dağları ile Güneydoğu Anadolu platolarında daha ziyade küçükbaş hayvancılık yapılır.
GAP sayesinde Güneydoğu Anodu ovalarında ürün çeşidi ve miktarı çok artmıştır.
3-Marmara ve Karadeniz:
Marmara ovaları tarımın çok yoğun yapıldığı yerlerdir. Marmara Bölgesi Ahır hayvancılığı, Kümes Hayvancılığı ve İpek böcekçiliğinde de Türkiyede ilk sıradadır.
Karadeniz bölgesinde tarım alanlarının kısıtlı oluşu balıkçılığın ön plana çıkmasına neden olmuştur. Bölgede kısıtlı tarım alanlarında, bol yağış sayesinde tarım gelişmiştir(çay,fındık,mısır…)
4-İç Anadolu Bölgesi:
Tarım alanlarında daha çok tahıllar üretilir. Geniş bozkırlarda ise küçükbaş hayvancılık yapılmaktadır.
NADAS: Tarım topraklarının belirli bir süre (1 veya 2 yıl) boş bırakılmasıdır. Amaç toprağın dinlenerek verimli hale gelmesi amaçlanır. Türkiyede nadan arazisi en çok İç Anadolu Bölgesinde en az ise Karadeniz bölgesinde bırakılmaktadır.
DERS DIŞI ETKİNLİK
Tarımı Etkileyen Faktörler
1-İKLİM:
Yağış azlığı, yağış rejiminin düzensizliği, sıcaklıkların çok yüksek veya çok düşük olması, yaz mevsiminin kısa olması, kış mevsiminin uzun olması Tarım faaliyetleri için iklimin olumsuz yönleridir. Bu özelliklerin olmadığı yerlerde hem ürün çeşidi hemde üretim miktarı artar.
2-YER ŞEKİLLERİ:
Yükselti, engebelilik ve yüzey eğimi arttıkça tarım faaliyeti yapılamaz. Düz veya az eğimli ve yükseltinin az olduğu sahalar tarımın en çok geliştiği yerlerdir.
3-TOPRAK BAKIMI:
Yıl boyunca toprak zararlı unsurlara karşı korunmalıdır. Bakarsan bağ, bakmazsan dağ olur.
Tarım topraklarında devamlı üretim yapılabilmesi, toprağın mineralce zengin olmasına bağlıdır. Sürekli olarak üzerinde tarım faaliyeti yapılan toprağın, çeşitli şekillerde bakımının yapılması gereklidir.
3-GÜBRELEME:
Sulamadan sonra, verimi artıran en önemli faktör gübrelemedir. Toprağın devamlı kullanılması minerallerin azalmasına neden olmakta ve verimi azaltmaktadır. Gübreleme ile mineral takviyesi yapılarak toprağın verimi artırılmaya çalışılır.
4-TOHUM ISLAHI:
Tarım ürünlerinden yüksek verim elde edilmesi, sulama ve gübrelemenin yanında kaliteli tohumun kullanılmasıyla da yakından ilişkilidir.
5-MAKİNELEŞME: Toprakların kısa sürede ve zamanında sürülmesi, hasadın zamanında yapılabilmesi günümüzde makineleşme ile mümkündür. Türkiye’de bazı alanlarda makineli tarıma tam geçilememiştir. Bu durumun sebepleri şunlardır:
a)Makine kullanımına elverişli olmayan engebeli arazilerin varlığı (Doğu Karadeniz bölümü)
b)Makine fiyatlarının çiftçinin alım gücünün üstünde olması
c)Bazı bölgelerde işgücünün daha ucuz olması
d)Makine kullanımının ekonomik olmayacağı küçük işletmelerin bulunması
6-PAZARLAMA:
Üretilen ürünler yeterli miktarda kar edilerek satılabilmelidir. Maliyetinin altında satış yapılırsa tarım faaliyeti geriler. Tarımı geliştirmek için pazarlama imkanlarının artırılması gerekir.
7-İLAÇLAMA:
Hastalık ve haşerelerin üretimde zaman zaman % 20 - 30 civarında verim düşüklüğüne neden olduğu görülmüştür. Türkiye’de zirai mücadele ile tarlalardaki yabancı otların gelişmesi önlenmekte ve haşerelerin çoğalmasına imkân verilmemektedir. Böylece verim düşüklüğünün önüne geçilmektedir.
9-TARIMI DESTEKLEYEN KURULUŞLAR:
Tarım ürünlerinin toplanması, pazarlanması ve işlenmesi yönüyle çiftçilerin desteklenmesi gerekmektedir. Türkiye’de tarıma destek sağlayan çeşitli kuruluşlar bulunmaktadır
Tarım ve Köyişleri Bakanlığı
Ziraat Bankası
Tarım İşletmeleri Genel Müdürlüğü
TZDK
Toprak Mahsulleri Ofisi
Ziraat Fakülteleri
TARIMIN TÜRKİYE EKONOMİSİNDEKİ YERİ
1- Halkımızın tarım ürünleri ihtiyacı kendi ürünlerimizden karşılanır, böylece dışa bağımlılık azalır, döviz tasarruf edilir.
2- Türkiye ekonomisinin % 10,1 kadarı tarım sektörü karşılar.
3- Üretilen yem bitkileri ile hayvancılığın gelişmesini sağlar.
4- Tarım da kullanılan ürünler araç ve gereçler diğer ekonomik faaliyetlerin gelişmesini sağlar.
5- Sanayiye hammadde vererek sanayinin gelişmesini sağlar.
6- İhraç edilerek Türkiye ye döviz kazandırır.
7- Çok sayıda (çalışanların 1/3)insanımıza iş imkanı sağlar.
NOT: Tarımsal üretimimiz aşırı nüfus artışı nedeniyle
kendi ihtiyacımızı karşılamakta zorlanmaktadır.
ETKİNLİK
1-Tarımın alanlarının Türkiye yüzölçümündeki payı: %36 dır.
2-Tarım alanlarımız son sınırına ulaşmıştır. Yeni tarım alanları yapılırsa otlak ve meralar ile orman alanlarımız yok olur. Bu durumda doğal denge ve çevre şartlarında bozulmalara yol açar.
ARPA:
Soğuğa ve sıcağa dayanıklıdır. Bundan dolayı buğdayın yetişebildiği her yerde yetişir. Üretim en fazla İç Anadolu Bölgesinde gerçekleşir.
MISIR:
Yetişme döneminde bol su ister. Bundan dolayı yurdumuzda sulama imkanı olan bütün her yerde tarımı yapılabilir.Bugün mısır üretimimizin yarısına yakını Akdeniz Bölgesi’nden elde edilir Üretimde 2. bölge Karadeniz Bölgesidir.
FINDIK:
Anavatanı Türkiye’dir. En iyi yetişme şartları Karadeniz iklim bölgesidir. Yurdumuz üretiminin %90 ‘ını Karadeniz Bölgesi karşılar. En fazla Ordu- Giresun olmak üzere Karadeniz kıyılarında tarımı yapılmaktadır. Ayrıca Marmara Bölgesi’nde Sakarya çevresinde tarımı yapılır. Türkiye dünya fındık üretiminde ve ihracatında ilk sırada yer alır (%60-70).
AYÇİÇEĞİ:
İlk yetişme döneminde su , hasat döneminde kuraklık ister. Bundan dolayı Doğu Karadeniz kıyıları hariç bütün bölgelerimizde sulama ile tarımı yapılır. Üretimde Marmara Bölgesi % 80 oranıyla birinci sıradadır.
BUĞDAY:
Her mevsimi yağışlı geçen Karadeniz kıyı şeridi ile düşük sıcaklıktan dolayı Doğu Anadolu Bölgesi’nin yüksek yerleri dışında bütün bölgelerimizde tarımı yapılabilir.Ülkemizde en fazla üretimi yapılan bölge İç Anadolu Bölgesidir
PİRİNÇ: Çeltik ilk çimlenme döneminde bol su ister. Hasat döneminde kuraklık gerekir. Tarımı akarsu kenarlarında gelişmiştir. Çeltik tarım alanlarında sivrisinek çok geliştiğinden ekim alanları devletin kontrolündedir.Yerleşim birimleri çevresinde tarımına müsaade edilmemektedir.Ülkemizde en çok Marmara Bölgesi’nde üretilir.
ÜZÜM:
Kışın –4oºC ye kadar dayanabilen üzüm, bundan dolayı meyveler içinde yetişme alanı en geniş olanıdır. Üzüm üretiminde başta Ege Bölgesi (Manisa, İzmir, Denizli ) gelir. Dünya kuru üzüm üretimde ülkemiz ilk sıradadır. Ayrıca üzüm önemli ihracat ürünlerimizdendir
TURUNÇGİLLER:
Tropikal iklim bitkisidir. Yurdumuzda tarımı en fazla Akdeniz Bölgesinde gelişmiştir (%88). Ayrıca Ege Bölgesi’nde İzmir’e kadar olan güney kıyılarında, Güney Marmara Bölümü’nün soğuktan korunmuş kıyılarında, Doğu Karadeniz Bölümü’nde Rize çevresinde ve Güney Doğu Anadolu Bölgesi’nin batısında tarımı yapılmaktadır
PAMUK: Alüvyal toprakları sever. Ayrıca yüksek sıcaklığa ihtiyaç duyar. Yetişme döneminde bol su, hasat döneminde kuraklık gerekir. Üretimde Güneydoğu Anadolu Bölgesi Gap ile birlikte birinci sırayı almıştır.İkinci sırada Ege Bölgesi yer alır.
ZEYTİN:
Akdeniz iklim bitkisidir. Ancak Akdeniz Bölgesinde daha fazla gelir getiren ürünlere öncelik tanınmasından dolayı tarımı fazla gelişmemiştir. Bugün üretimde Ege Bölgesi birinci sıradadır. Zeytinin devirli üretim özelliğinden dolayı; üretim bir yıl fazla ,bir yıl azdır.Ülkemiz zeytin üretiminde İtalya , İspanya ve Yunanistan'dan sonra 4. sıradadır
TÜTÜN:
Kıraç arazilerde yetişebilir. İlk yetişme döneminde su ister, sonra mutlaka kuraklık olmalıdır. Bütün bölgelerimizde tarımı yapılabilir. Ancak kaliteli tütün yetiştirilmesi amacıyla ekim alanları devlet tarafından sınırlandırılmıştır. Üretimde Ege Bölgesi birinci sıradadır
ELMA:
Üzümden sonra yetişme alanı en geniş olan meyvedir. Bütün bölgelerimizde tarımı yapılabilir. Niğde, Nevşehir, Amasya, Tokat, Kastamonu, Bursa, Burdur, Isparta, Antalya önemli elma üretim merkezlerimizdir.
İNCİR:
Akdeniz iklim bitkisidir. Kış ılıklığı ve yaz kuraklığı ister. En fazla tarımı başta AYDIN olmak üzere Ege Bölgesi’nde gelişmiştir. Üretimin %80 i bu bölgeden karşılanır.Dünyanın en lezzetli inciri AYDIN’da yetiştirilir. Türkiye dünya kuru incir üretiminde ilk sırada yer alır ve önemli ihracat ürünümüzdür
DOĞAL EKİM ALANI DAR OLAN TARIM ÜRÜNLERİ
1) Muz
2) Antep fıstığı
3) Çay
4) Fındık
5) Turunçgil
6) Zeytin
7) İncir
8) Pamuk
9) Susam
10) Keten-kenevir
İHRAÇ TARIM ÜRÜNLERİMİZ
1) Pamuk
2) Fındık
3) İncir
4) Üzüm
5) Antepfıstığı
6) Zeytin
7) Ayçiçeği
8) Tütün
9) Turunçgil
10) Kayısı
11) Sebze-meyve
12) Patates
İTHAL TARIM ÜRÜNLERİMİZ
1) Pirinç
2) Kahve
3) Hurma
4) Kakao
5) Muz
6) Ananas
7) Kivi
8) Hindistan cevizi
9) Çay
ETKİNLİK
Türkiye de yetiştirilen bazı tarım ürünlerinin yıllara göre üretim miktarlarındaki değişmeler. Üretimdeki değişimlerin genel nedenleri.
BAKLAGİLLER:
Baklagiller (Nohut, Mercimek, Fasulye, Bakla, Bezelye), dengeli ve sağlıklı beslenmek için insan sağlığına, ekildiği tarım topraklarına verdiği azot ile toprak verimliliğine katkısı olan, uzun yıllar saklama imkanı olan ürünlerdir.
1950 lerden sonra üretim miktarında katlamalı artışlar olmuştur. Üretim miktarları istikrarlı değil, üretimdeki dalgalanma kuru tarım yöntemleriyle üretim yapılması ve baklagillere ayrılan tarım alanları miktarının yıllara göre değişmesi temel etken olmuştur.
PAMUK: Dokuma sanayinin temel hammadde kaynağıdır.
Üretim miktarı düzenli bir şekilde sürekli artmıştır. Getirisinin fazla olması nedeniyle ekim alanları sürekli artmıştır. Modern tarım yöntemleri özellikle sulu tarımla üretilmesi dalgalanmaları önlemiştir.
BUĞDAY:
Temel besin maddemizdir. Ülkemizde ekim alanı ve üretim miktarı en fazla olan tarım ürünüdür. İç tüketim fazla olduğu için ihraç değeri yoktur.
Üretim miktarı 1980 lere kadar katlanarak artmıştır. Bu artış ekim alanlarında sürekli artış ve üretim teknolojilerindeki gelişmelerdir. 1980 lerden günümüze kadar üretim miktarı fazla değişmemiştir, bu süreçte küçük üretim dalgalanmaları var, bunun temel sebebi kuru tarım yöntemleriyle üretilmesidir.
DERS DIŞI ETKİNLİK
TARIM ÜRÜNÜ YETİŞTİĞİ YERLER İKLİM ŞARTLARI KULLANIM ALANI
SEBZE Akdeniz-Ege kıyı ovaları, Güney Marmara Akdeniz İklimi Temel besin maddesi, Konserve,taze ve kurutularak tüketilir
YER FISTIĞI Adana Bölümü Akdeniz İklimi Kuru yemiş, yağ üretimi
ÇAY Doğu Karadeniz Karadeniz İklimi Kahvaltılarda ve Keyif verici olarak demi içilir
MUZ Anamur Yöresi Ekvatoral İklim (Türkiye’de Akdeniz iklimi Taze meyve olarak yenilir
HAŞHAŞ İç Batı Anadolu Bölümü Karasal İklim Tıp da uyuşturucu madde, yağ üretimi
SOYA FASÜLYESİ Adana bölümü, Karadeniz bölgesi Karadeniz İklimi Yağ üretimi
TÜRKİYEDE HAYVANCILIK-1 HAYVANCILIK
Ekonomik değer taşıyan evcil hayvanların; ürünlerinden ve güçlerinden yararlanmak için; üretilmesi, beslenmesi ve pazarlanması gibi işlere hayvancılık denir.
Hayvancılığın gelişmesi için;
Hayvan soyları iyileştirilmelidir. Mera hayvancılığı yerine, besi ve ahır hayvancılığı yaygınlaştırılmalıdır. Suni ve tabii yem üretimi arttırılmalıdır. Modern usullerle hayvancılık yapılmalı ve hayvancılıkla ilgili eğitime önem verilmelidir. Otlaklar ıslah edilmelidir. Hayvancılık yapanlara gerekli krediler verilmelidir. Süt kuzu ve dana kesimi önlenmelidir. Mera Hayvancılığı
Doğal otlaklarda yapılan hayvancılıktır. Et ve süt verimi ahır hayvancılğına göre düşüktür. Yağışın fazla olduğu yıllarda otlakların gürleşmesine bağlı olarak et ve süt üretimi artar. Ülkemizde Doğu Anadolu, İç Anadolu, Karadeniz ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde yaygındır.
Besi ve Ahır Hayvancılığı
Islah edilmiş veya iyi cins ithal hayvanlarla ahırlarda yapılan hayvancılıktır. Modern usullerle yapıldığı için et ve süt verimi daha fazladır.
Otlakların azalmasından sonra ahır hayvancılığının gerekliliği artmıştır. Ülkemizde besi ve ahır hayvancılığı büyükbaş hayvanlarla yapılır. Ege, Marmara, İç Anadolu bölgelerinde yaygındır. Ayrıca şeker fabrikalarının etrafında da ahır hayvancılığı gelişmiştir.
TÜRKİYE’DE HAYVAN VARLIĞI VE COĞRAFİ DAĞILIŞI
1. Küçükbaş Hayvancılık
Koyun: Kısa boylu otların yaygın olduğu bozkırlara uyum sağlamış bir hayyandır. Ülkemizde en çok beslenen küçükbaş hayvandır. İç Anadolu ile Doğu Anadolu bölgelerindeki koyun sayısı ülke genelinin yarısına yakındır.
Güneydoğu Anadolu, İç Ege ve Güney Marmara çevresinde de beslenmektedir. Karadeniz ve Akdeniz kıyılarında çok azdır. Türkiye’de, kıvırcık, dağlıç, karaman, merinos ve sakız gibi çeşitli ırklara ait koyunlar bulunur.
Keçi: Koyuna göre daha dayanıklı olan, engebeli arazilerde yayılabilen ve süt üretimi iyi olan küçükbaş hayvan türüdür. Kıl keçisi ve tiftik keçisi gibi türleri vardır.
2. Büyükbaş Hayvancılık
Sığır: Ülkemizin genelinde doğal şartlar büyükbaş hayvancılığa çok elverişli değildir. Bu yüzden, büyükbaş hayvancılık, küçükbaş hayvancılık kadar yaygın değildir. Fakat, et ve süt veriminin daha fazla olmasından dolayı, son yıllarda daha çok tercih edilmeye başlamıştır. Özellikle Marmara, Ege ve İç Anadolu gibi bölgelerimizde modern ahır hayvancılığı giderek artmaktadır.
Türkiye’de sığır yetiştiriciliği en fazla, Erzurum - Kars Bölümü ile Doğu Karadeniz Bölümü’nde yaygındır. Buralarda yazlar serin ve yağışlı geçtiğinden gür otlaklar gelişir. Bunun sonucunda da sığır yetiştiriciliği kolaylaşır.
Manda: Akarsu ya da bataklık kenarlarında beslenir. Suyu çok seven bir hayvandır. Sütü yağlı olduğundan kaymak yapımında kullanılır.
Türkiye’de daha çok Karadeniz Bölgesi’nde beslenir. Sayıları gittikçe azalmaktadır. 1994 de 305 bine düşmüştür.
3. Kümes Hayvancılığı
Küçükbaş ve büyükbaş hayvancılıktan sonra, hayvancılığımızın en önemli uğraş alanlarındandır. Özellikle son yıllarda, kent nüfusunun artması ve sağlığa daha yararlı olmasından dolayı beyaz et tüketimi artmış ve kümes hayvancılığında çok büyük gelişmeler olmuştur. Kümes hayvancılığı en çok Marmara Bölgesi’nde yapılır. Ege ve İç Anadolu bölgelerinde de oldukça yaygındır.
4. Arıcılık
Ülkemiz, iklim ve bitki çeşitliliğinin fazla olmasından dolayı arıcılığa son derece elverişlidir. Ege Bölgesi’ndeki Muğla, İzmir, Manisa ve Aydın illeri, Akdeniz Bölgesi’ndeki Antalya ve Mersin illeri ile Erzurum, Kars, Hakkâri, Ordu, Rize ve Elazığ çevresinde arıcılık gelişmiştir.
5. İpek Böcekçiliği
Dut yaprakları ile beslenir. Salgıladığı sıvının katılaşması ile ipek telleri oluşur. İpekböcekçiliği en çok Güney Marmara’da Bursa, Gemlik, Balıkesir, Bilecik çevresinde yapılır.
6. Balıkçılık
Balıkçılığın Türkiye’de gelişebilmesi için;
Açık deniz balıkçılığı yapılmalıdır. Tatlı su balıkçılığı teşvik edilmelidir. Zararlı balık avlama yöntemleri önlenmelidir. Kıyı kirlenmesi önlenmelidir. Modern balıkçılık yöntemleri uygulanmalıdır. Depolama ve soğutuculu araçlarla taşıma olanakları artırılmalıdır. Kültür balıkçılığı geliştirilmelidir. Deniz balıkçılığı: Ülkemizdeki su ürünlerinin büyük bir kısmı (% 90) denizlerden elde edilmektedir. Denizlerden sağlanan balık üretiminin % 81 ini Karadeniz, % 11'ini Marmara, % 5 ini Ege, % 3 ünü Akdeniz karşılar.
Tatlı su balıkçılığı: Bu balıkçılık akarsularda tatlı su göllerinde ve barajlarda yapılır. Eğirdir, Beyşehir, Ulubat, İznik, Sapanca, Çıldır göllerinde tatlı su balıkçılığı yapılırken, Tuz Gölü, Burdur, Acıgöl ve Van Gölü’nün akarsu ağızları dışında balık üretimi yapılamaz. Son yıllarda Keban, Karakaya, Seyhan, Hirfanlı, ****** gibi baraj göllerinde balık üretim çalışmaları başlamıştır.
Kültür Balıkçılığı: Son yıllarda ülkemizde temiz akarsu boylarında, özel yapılmış havuzlarda kültür balıkçılığı yapılmakta ve çoğunlukla alabalık yetiştirilmektedir.
ETKİNLİK: hayvancılık etkinliği
Yer şekillerinin engebeli olduğu yerlerde daha çok hayvancılık faaliyeti ön plana çıkmıştır. Çünkü engebeli ve eğimli yüzeylerin bulunduğu araziler diğer ekonomik faaliyetlere uygun değildir. Hayvancılık faaliyetlerin yoğunlaştığı yerler öncelikle tarıma uygun olmayan arazilerdir.
İklim şartları tarıma uygun olmayan yerlerde hayvancılık faaliyeti ön plana çıkmaktadır. Sıcaklıkların çok yüksek ve çok düşük olduğu yerler ile yağışların çok düşük olduğu sahalarda hayvancılık daha çok ön plana çıkmaktadır.
Bir yerdeki hayvan varlığı ve türü oranın öncelikle bitki örtüsüne bağlıdır. Bitki örtüsü ise oranın iklim şartlarına bağlıdır.
HAYVANCILIK
Türleri Faydalanma alanı Yoğunlaştığı yerler
Büyükbaş
Hayvancılık Sığır, Manda, Deve, At, Eşek, Katır Et, Süt, Deri, Güçleri Kuzeydoğu Anadolu (Erzurum-Kars Bölümü, Doğu Karadeniz Bölümü)
Küçükbaş
Hayvancılık Koyun, Kıl keçisi, Tiftik keçisi Dericilik, Yün, Et, Süt Doğu Anadolu’nun doğusu, İç Anadolu platoları
ETKİNLİK
Büyükbaş ve Küçükbaş
Hayvancılığı Etkileyen
Faktörler Bu Faktörler Hayvancılığı Nasıl Etkiler?
Yer şekilleri Büyükbaş hayvanlar hareket kabiliyeti düşük olduğu için engebeli arazilerde yetişmezken, küçükbaş hayvanlar özellikle keçiler eğimli engebeli arazilerde daha kolay yetişmektedir.
İklim ve Bitki örtüsü Kış mevsiminin uzun ve soğuk geçtiği yerlerde soğuğa dayanıklı türler (uzun tüylü, büyük kuyruklu) yetişirken, sıcaklıkların yüksek olduğu yerlerde ince tüylü ve küçük kuyruklu koyunlar yetişmektedir.
Bitki örtüsünün gür olduğu yerlerde daha fazla gelir getirdiği için büyükbaş hayvanlar yetiştirilirken, cılız otlaklarda küçükbaş hayvanlar yetiştirilir. Cılız otlaklar büyükbaş hayvanlar için uygun değildir çünkü cılız otlar büyükbaş hayvanlar için doyurucu ve ağız yapılarına uygun değildir.
Hayvan soylarının ıslahı Islah edilmiş kültür ırk hayvanlar ıslah edilmemiş hayvanlara göre çok daha fazla et ve süt verimliğine sahiptir. Hayvancılığı geliştirmek için verimliliği yüksek hayvan türlerini yaygınlaştırmak yerli ırkları ıslah etmek gerekir.
Otlakların ıslahı Türkiye de mera hayvancılığı ön plandadır. Otlaklarımız aşarı ve yanlış otlatma nedeniyle verimsizleşmiştir. Hayvancılığı geliştirmek iç in otlaklarımızın ıslah edilerek iyileştirilmesi gerekir.
Yem üretiminin artırılması İyi beslenen hayvanlardan elde edilen ürünler fazladır. Bunun için ucuz ve bol yem üretimi sağlanırsa hayvancılık olumlu yönde gelişme gösterecektir.
Üreticiye teşvik verilmesi Hayvancılıkla uğraşacaklara verilecek uzun va**** ve düşük faizli krediler hayvancılığı yaygınlaştırarak gelişmesini sağlayacaktır.
Pazarlama Hayvancılıktan elde edilen ürünler değeri üzerinde satılırsa faaliyet gelişir. Üretilen ürünler maliyetinin altında satılırsa faaliyet zarar ederek işletmeler kapanır, hayvancılık geriler.
Ahır hayvancılığının geliştirilmesi Mera hayvancılığının verimi ve getirisi düşüktür. Daha çok ürün için ahır hayvancılığının gelişmesi için gerekli düzenlemeler yapılmalıdır. Ahır hayvancılığında hayvanlar kontrol altında olduğu için ürünler daha sağlıklı ve çoktur.
ETKİNLİK
İPEK BÖCEKÇİLİĞİ
1- En çok Bilecik olmak üzere, Bursa, Adapazarı, Antalya, Diyarbakır, Balıkesir, Ankara, Eskişehir illerimizde yapılmaktadır.
2- İpek böcekçiliğinden elde edilen doğal ipek çok pahalıdır. Sanayide ipeğe benzen suni iplik yapımı nedeniyle doğal ipeğe olan talep azalmış böylece ipek böcekçiliği gittikçe önemini kaybetmiştir. Yani ipek böcekçiliği suni ipek üretimi ile rekabet edememiştir.
ETKİNLİK
ARICILIK
1- Bitki örtüsü temel etkendir. Çiçekli bitkilerin zengin olduğu yerler arıcılığın geliştiği yerlerdir. Arıcılıktan elde edilen balın kalitesi arının beslendiği bitki örtüsüne göre değişir. Bunun yanında bazı yörelerde arazi tarıma uygun olmadığı için arıcılık bir geçim kaynağı halini almıştır.
2- Ülkemizde kovan sayısı düzenli bir şekilde artmıştır. Ama bal üretimindeki artış kovan sayısına göre oldukça fazla bunun sebebi madern kovanlarda üretime geçiş ve iyi tür arıların yetiştirilmesi ve modern arıcılığın gün geçtikte gelişmesidir. Arıcılık faaliyeti insanlara sunduğu imkanlar sayesinde her geçen gün daha da yaygınlaşmaktadır.
10 milyon civarındaki üretimiyle fazla değişim göstermemektedir. Miktarını koruyan tek hayvancılık koludur. Getirisinin çok oluşu varlığını korumasını sağlamıştır. Özellikle ahır hayvancılığında sığır yetiştirilmesi önemini korumasını sağlamıştır.
Koyun:
1990 lara kadar sürekli artış göstermiş ancak sonrasında miktarı sürekli azalmaktadır. Otlakların verimsizleşmesi, insanlara sunduğu gelir azlığı koyun yetiştiriciliğini azaltmaktadır.
Keçi:
1950 lerden sonra miktarı sürekli azalış göstermektedir. Özellikle ormanlık sahalarda yetişen keçiler, ormanlara zarar vermesinden dolayı ormanlık alanlarda yetiştirilmesi yasaklanınca sayısında önemli düşüşler olmuştur.
Diğerleri:
1950 lerden sonra miktarı sürekli azalmaktadır. Daha çok gücünden yararlanılan hayvanlardır. Tarımda ve ulaşımda makine kullanımı bu hayvanlara verilen önemi azaltmış ve sayıları gittikçe düşmüştür.
DEN(ge)[s]İZ
Konu: Geri: 11.Sınıf Konuları ve Etkinlikleri C.tesi Ara. 19, 2009 11:35 am
TÜRKİYE DE MADENLER-KONU
TÜRKİYEDE MADENLER
MADEN: Yer kabuğunda bulunan insanlar için ekonomik değer taşıyan katı,sıvı veya gaz halindeki her türlü maddeye maden denir.
Anadolu’da Madenciliğin Tarihçesi
Yapılan arkeolojik çalışmalar, Anadolu’da madenciliğin M.Ö.7000 yıllarına kadar uzandığını ve buradaki uygarlıkların gelişmesinde önemli bir rol oynadığını ortaya koymuştur. Yer yüzünün ilk yerleşilen karalarından biri olarak Anadolu’da, madene dayalı yüksek uygarlıklar kurulmuştur. Madeni çok önceleri tanıyıp kullanan Orta Asya kökenli Türkler, Anadolu’ya gelip yerleştikçe madene dayalı uygarlık daha da gelişmiştir. Madenlerin Genel Özellikleri
Madenler, doğada ender olarak saf halde bulunur. Yer altında "filiz" adı verilen bileşimler halinde çıkarılan ham madenler, işlenerek ve yabancı maddelerden ayıklanarak (rafine edilerek) saf metal haline getirildikten sonra kullanıma sunulur. Maden filizleri, tabakalar arasında "damarlar" yada "yataklar" halinde bulunur.
Madenlerin İşletimesini Etkileyen Faktörler
Madenlerin işletmeye açılabilmesi için belli şartları taşıması gerekir.
1-Tenör:Bunların başında maden cevheri içindeki metal oranının "bu orana tenor denir." Yüksek olması gelir. Bulunan ya da bulunacak olan maden Yatağındaki maden; Metal oranı bakımından yeteri kadar zengin değilse, o maden işletilemez.
2-Rezerv:İşletmeye açılacak yerdeki maden cevherinin Rezervi (yedeği) yeterli olmalıdır. Yedeği (rezervi) az ve çabuk bitebilecek durumdaysa, o maden işletmeye açılamaz.
3-Ulaşım: Cevheri çıkarma ve işlenecek yere nakletme çok pahalıya mal oluyorsa, o maden işletilemez.
4-Sermaye:Madenlerin aranması, bulunan madenlerin çırarılması ve taşınması gibi çalışmalar büyük miktarda para gerektirir. Gerekli sermaye olmadan madenler işletilemez. Günümüzde gerikalmış ülkelerin madenlerini gelişmiş ülkelerin işletmesinin temel nedeni sermayedir.
5-Teknik İmkanlar: Madenlerin işletilmesi için gerekli araç-gereçler ile teknik personeldir. Madencilik konusunda uzman insanlar olmadan bir maden işletilemez.
Türkiye nin Maden Zenginliği
Türkiye Dünya da maden yatakları bakımından şanslı ülkeler arasında yer alır. Dünyada üretilen 50'yi aşkın maden çeşidi için yapılan değerlendirmede Türkiye, 29 çeşit ile Dünyada ilk 10 ülke arasında yer almaktadır. Bunun başlıca nedeni;
1-Ülkemizin dağ oluşumu hareketlerinden fazla etkilenmesi,
2-Dağ oluşumu hareketleri sonucunda başkalaşım ve volkanizma hareketlerine yaygın olarak uğramasıdır.
Söz gelimi demir, krom, çinko, bakır ve kurşun oluşumu bu tür yer hareketleri ile ilgilidir. Fakat, bazı maden rezervlerimiz çok zengin değildir. Bu nedenle maden çeşidi bakımından ilk sıralarda yer alan ülkemiz, Dünya maden pazarındaki payı açısından gerilerde bulunmaktadır. Bunun bir nedeni, Türkiye’nin yer yüzünün ilk yerleşilen karalarından biri olması ve maden yataklarının bir bölümünün çok eskiden beri işletilmesidir. Ayrıca Türkiye’nin bulunduğu arazi ,değişik jeolojik devirlerde oluşmuş ve çok sayıda yer hareketlerine uğramıştır. Başka bir deyişle Türkiye’nin jeolojik yapısı oldukça karmaşıktır. Bu durum maden yataklarının çeşitliliğini sağlarken; öte yandan maden aranmasında ve bulunan maden yataklarının işletilmesinde çeşitli güçlüklere neden olmaktadır.
Ülkemizdeki maden rezervinin zengin olmamasının temel nedeni ise Türkiye’nin bulunduğu arazinin jeolojik yapısının zengin maden
yataklarının oluşumuna elverişli yapıda olmamasıdır. Cumhuriyetten önceki dönemde, maden üretiminin tam***** yakını yabancı şirketlerin elindeydi. Cumhuriyetin ilk yıllarında madenlerimiz yabancılardan alınarak millileştirilmiştir. ******, milli sanayinin kurulması ve gelişmesinin maden arama ve işletmeye sıkı sıkıya bağlı olduğunu belirtmiş ve madenciliğe özel bir önem vermiştir. Çünkü gelişen milli sanayi artan ham madde ve enerji ihtiyacının karşılanması ancak madenciliğin geliştirilmesi ve yeni enerji kaynaklarının sağlanmasıyla
mümkün olur.
Türkiye de Madencilik alanında ilk sistemli ve geniş ölçülü araştırma 1935 yılında Maden Tetkik ve Arama Enstitüsü (MTA) nün kurulması ile başlamıştır. Bundan sonra bir çok yeraltı kaynağımız işletmeye açılmıştır. Türkiye madenleri ile ilgili büyük bir kuruluşta Eti banktır. Cumhuriyet döneminde, bulunan madenlerin işletilmesi görevi Eti bank’a verilmiştir. Bugün Türkiye’de madenciliğin önemi gittikçe artmakta ve madenden faydalanma yaygınlaşmaktadır. Madenciliğimizin gelişme yoluna girilmiştir. Türkiyede Başlıca Madenler
DEMİR:
Demir, insan oğlunun bildiği en eski madenlerden biridir. Günümüzde de ağır sanayinin ana metali demirdir. Demirin çok geniş bir alanının olması,ona büyük bir önem kazanmıştır
Yurdumuzun bir çok yerinde demir yatakları olmakla birlikte bunların önemli bir bölümü işletilmeye elverişli değildir. Türkiye’de iki ana demir madeni havzası bulunmaktadır. Bunlardan biri Sivas - Malatya arasındadır. Bu bölümün önemli yatakları Divriği, Hekimhan ve Hasan çelebi'dedir. Demir - çelik sanayimizin ihtiyacının önemli bir bölümünün yüksek verimli olan bu yataklar karşılar. Buradan çıkarılan ham cevher, demir yoluyla Samsun'a oradan da gemilerle Ereğli’ye taşınır. İkinci havza, Kayseri'den Adana ve Kahraman Maraş'a uzanmaktadır. Bu bölümün önemli yatakları da Mansurlu ve Karamadazı'dır. Bu iki havzanın dışında; Bitlis, Sakarya, Eskişehir ve Balıkesir yörelerinde de demir cevheri yatakları vardır.
Bakır: İnsanların çok eskiden beri bilip kullandığı madenlerden biride bakırdır. Günümüzde, elektronik ve elektroteknik sanayinde uçak, motor ve ev aletleri yapımı başta olmak üzere bir çok sanayi dalında yaygın olarak kullanılan bir madendir.
Ülkemizde bakır yatakları genellikle çinko ve kurşun yatakları ile birlikte bulunur.
Bakır, Türkiye’nin bir çok yerinde bulunmakla birlikte, işletilen önemli yataklar iki yörededir. bunlar; Murgul (Artvin) ile Küre (Kastamonu) dedir. Bakır yataklarının en yaygın olduğu bölüm, Dogu Karadeniz'dir. Murgul dışında; maden köy (Rize), Körü başı, Lahanos, Asarcık (Giresun), Kutlular ve Alaca dağ (Trabzon) da da bakır yatakları vardır. Yurdumuzda bunlar dışındaki bakır yatakları, Koyu Hisar (Sivas) ile Maden köy (Siirt) dedir. Maden (Elezıg) deki bakır yatakları, çok eskiden buyana işletildiği için ekonomik değerini yitirmiş ve kapatılmıştır. Türkiye’de çıkarılan bakır, iç tüketime yetmediğinden her yıl, bir miktar bakır ithal edilmektedir.
Krom:
Krom; sert, çok iyi cilalanabilen ve paslanmayan bir maden olduğu için, madeni eşya yapımında büyük önem taşır. Bu maden, çeliğin sertleştirilmesinde ve paslanmayı önlemek için çelik eşyaların kaplanmasında kullanılır.
Türkiye, 19. yüzyılın başlarına kadar dünya krom üretiminin yarısından çoğunu gerçekleştiriyordu. Fakat Rusya federasyonu, Güney Afrika Hindistan ve Küba'da yüksek nitelikli krom yataklarının bulunmasıyla Türkiye eski üstünlüğünü kaybetmiştir. Bununla birlikte yurdumuz, dünyanın sayılı krom üreticileri arasında yer almaya devam etmektedir.
Türkiye'de krom yatakları oldukça yaygın ve dağınıktır. Öyle ki yurdumuzda bilinen krom yataklarının sayısı 700'ü geçmektedir. Bu yatakların toplandığı ana yöreler şunlardır
• Guleman - Elazığ,
• Fethiye - Köyceğiz - Denizli,
• Bursa - Eskişehir,
• Kop Dağı (Doğu Karadeniz),
• İskender - İslahiye - Kahraman Maraş,
• Kayseri - Adana - İçel,
Ülkemizde, ferro - krom tesislerinin yetersizliği nedeniyle üretilen kromun önemli bir bölümü ham olarak ihraç edilmektedir. Kromun kullanım alanının yaygın oluşu nedeniyle Türkiye’de üretilen krom, dış piyasada her zaman alıcı bulmaktadır. Son yıllarda krom üretimi sürekli
artış göstermiştir.
***sit:
***sit, alüminyumun ham maddesidir. Çok hafif olduğu için uçak sanayide, otomobil, ev eşyası, elektrik malzemesi yapımında kullanılır. Başlıca ***sit yatakları; Seydişehir (Konya), Akseki (Antalya), İslahiye (Gaziantep) ve Milas'tadır. ***sit yatakları içinde en önemlisi Seydişehir'dekidir. Seydişehir alüminyum fabrikasının ihtiyacını karşılayan yataklar, Suğla gölünün batısındaki giden gelmez dağlarının eteklerindedir.
Alüminyumun elde edilmesi esnasında, çok yüksek miktarda elektrik enerjisi tüketilir. Bu nedenle elektrik enerjisinin ucuza mal edildiği (Su güçünden elektrik elde edilen) ülkelerde, alüminyum sanayi daha çok gelişmiştir. Seydişehir alüminyum fabrikasının elektrik gereksiniminin karşılamak amacı ile Oyma pınar Barajı ve Hidro elektrik Santrali yapılmıştır.
Bor Mineralleri:
Bor mineralleri, sanayide sayısız denecek kadar çok çeşitli işlerde kullanılmaktadır. Bor minerallerinden elde edilen boraks ve asit borik; özellikle nükleer alanda, jet ve roket yakıtı, sabun, deterjan, lehim, fotoğrafçılık, tekstil boyaları, cam elyafı ve kağıt sanayinde kullanılmaktadır. Bor mineralleri, dünyanın sayılı bir kaç ülkesinde bulunur. Bunlar içinde yedekleriyle en zengin ülke, Türkiye'dir. Ancak üretimin ve ihracatın sınırlı olması nedeniyle bu maden, yurt ekonomisinde önemli bir yer tutmaktadır.
Başlıca bor yatakları; Kütahya, Eskişehir ve Balıkesir'dedir. Bor minerallerini işletmek için Bandırma ve Kütahya Kırka'da tesisler kurulmuştur.
Kükürt:
Kükürt; kimya, lastik ve boya sanayinde, barut ve gübre yapımında, zirai mücadelede kullanılır. Kükürdün bağcılıkta önemli bir yeri vardır. Asmaların ve sebzelerin yapraklarında üreyen bakteriler, kükürtlü bileşiklerle yok edilir.
Türkiye’de önemli kükürt yatakları Keçi borlu (Isparta) dadır, Son yıllarda, ekonomik olmadığı için buradaki üretim durdurulmuştur.
Zımpara Taşı:
Zımpara taşı; hassa optik araçların merceklerinin parlatılmasında, zımpara kağıdı ve özel çimento yapımında kullanılır. Taşları ve madenleri cilalamak için de toz halindeki zımpara taşından yararlanılır. Ayrıca zımpara, bileği taşı olarak da kullanılır.
Başta Tire olmak üzere İzmir'in bir çok ilçesinde, Akça alan (Manisa) yöresinde, Söke, Karacasu (Aydın) Yatağan, Milas civarında ve Denizlinin Tavas ile Buldan ilçelerinde zımpara taşı yatakları vardır. Üretimin büyük bir bölümü ihraç edilmektedir.
Barit:
Baritin kullanım alanı oldukça geniştir. Boya, deri, kimya, şeker, cam, kauçuk sanayilerinde ve ilaç yapımında kullanılır. Petrol aramalarında da sondaj kuyularını ve duvarlarını sabitleştirmede çok işe yarar.
Türkiye, barit rezervlerinin zenginliği bakımından dünyada ilk sıralarda yer alır. Türkiye'deki üretimin büyük bir bölümü; Alanya, Gazipaşa (Antalya) ile Köprü başı - Dereli (Giresun) ve Beyşehir (Konya) yörelerindeki yataklardan sağlanmaktadır.
Tuz: Tuz, günlük ihtiyaçların yanı sıra; dericilik, konservecilik, zeytincilik ile kimya ve tekstil sanayinde kullanılmaktadır. Kara yollarında kar ve buzla mücadelede de tuzdan yararlanılır.
Türkiye’nin tuz ihtiyacı; Denizlerden, göllerden, kaya ve kaynak tuzlarından karşılanmaktadır.
Son 15 yılda, göl tuzlarındaki tuz üretimi, hızla artarak 3 katına çıkmıştır. Şuanda ülkemizdeki tuz üretiminin yaklaşık üç de ikisi göl tuzlarından elde edilmektedir. Ülkemizdeki en büyük göl tuzları Tuz gölünde yer almaktadır. Bunun dışında Konya - Karapınar ve Kayseri'de de göl tuzları bulunmaktadır.
Ülkemizdeki deniz tuzlarının en önemlisi İzmir'deki cam altı tuzlasıdır. Türkiye'nin yıllık tuz üretiminin dörtte birinden fazlasını burası sağlamaktadır. Ayrıca; İstanbul (Tuzla) Edirne (Tekke göl) ve Adana (Akdeniz) tuzlarından da tuz elde edilmektedir.
Türkiye, kaya tuzu kaynakları bakımından çok zengindir. Kaya tuzu yataklarının başlıcaları; Çankırı, Kars, (Kağızman) Iğdır (Tuzluca) Nevşehir (Gül şehir ve tuz köy) Yozgat (Yerköy ve sekili) ve Erzurum (Oltu) illerindendir. Yer altı sularının, tuz alanlarından geçerek kaynak şeklinde ortaya çıkmasıyla oluşan kaynak tuzları da tuz üretiminde önemli yer tutar. Türkiye'de 40 civarında kaynak tuzlasının tuz elde edilmektedir.
Diğer madenler: Türkiye'de yukarıda açıklanan başlıca madenler dışında çok sayıda maden işletilmektedir. Manganez, antimon, civa, volfram, asbest, nikel, flüorit, fosfat, manyezit, kurşun ve çinko bunların başlıcalarıdır
Kurşun ve cinko: Genelde bakır yatakları ile birlikte bulunur. Başlıcaları: Ak dağ madeni (Yozgat), Cam ardı (Niğde), Koyulhisar (Sivas) Yenice (Çanakkale) ve köprübaşı (Trabzon)'ın dadır.
Antimon: Kurşunla karıştırılarak cephane ve batarya yapımında kullanılır. Yüksek verimli antimon yatakları: Niğde, Tokat ve Ödemiş'tedir.
Civa: Akışkan haldeki tek madendir. Eczacılıkta ve elektrik araçlarının
yapımında kullanılır. Türkiye’nin başlıca civa yatakları; İzmir, Konya, Uşak, Niğde ve Balıkesir yörelerindedir. Ekonomik olmadıkları için üretimleri durdurulmuştur.
Volfram: Kaliteli çelik ve yüksek sıcaklığa dayanıklı boya yapımında, elektrik ve elektronik sanayilerinde kullanılan çok önemli bir madendir. En önemli volfram (Tungsten) yatağı, Uludağ'dadır. Ekonomik değeri olmadığı için, son 10 yıldır üretim yapılmamaktadır.
Amyant: (asbest) lif halindedir. Tıpkı pamuk yada yün gibi eğrilerek iplik haline getirilebilir, kumaş biçiminde dokunabilir, dövülerek
ateşe dayanıklı elbise ve iş eldivenleri ile sıcak malzeme taşıyan bantların yapımında kullanılır. Erzincan ve Hayat’ta zengin asbest yatakları vardır.
Gümüş: Kütahya'daki Gümüş köyde üretilmektedir. Keban ve
Gümüşhane'deki yataklar, çok eskiden buyana işletildiği için ekonomik değerini yitirmiş ve kapatılmıştır.
Nikel: Daha çok kaplamacılıkta (Nikelaj) kullanılan nikel cevherinin, en zengin yatakları Manisa'dadır.
Flüorit: Maden, cam, kimya, seramik ve optik sanayinde kullanılan flüorit; daha çok Karaman (Kırşehir) Şefaatli (Yozgat) Ovacık (Kütahya) ve Beyli kahırda (Eskişehir) bulunmaktadır.
Fosfat: Mardin, Adıyaman, Hatay, Bingöl, Bitlis yörelerinde bulunan fosfat; özellikle Suni gübre yapımında çok gerekli bir ham maddedir. Manyezit: Yatakları; Karaca ören (Kütahya) Mihallıçık (Eskişehir) Çayırbağ Yunak (Konya) ve çayırlı (Erzincan) da bulunmaktadır.
Metalik Olmayan Maden
Yurdumuzda ayrıca metalik olmayan maden yatakları da vardır. Bunların başlıcaları; mermer, kil, kaolin, kireç taşı, lüle taşı ve oltu taşıdır. Mermer: Çoğunlukla yapı malzemesi olarak kullanılır. Afyon, Bursa, Marmara adası, Bandırma ve Gemlik, kaliteli mermer yataklarıyla ünlüdür. Bunlar dışında, yurdumuzun hemen her yerinde zengin mermer yatakları vardır.
Kaolin: Arı kil olan kaolin; çini, porselen ve seramik yapımında ve elektrik yalıtım malzemesi olarak kullanılır.
Kil: Kilden çömlek, tuğla vb. yapılır.
Lüle taşı: Süs eşyası, ağızlık, pipo vb. yapımında kullanılan lüle taşı, en çok Eskişehir'de çıkarılır ve işlenir.
Oltu taşı: Erzurum’un Oltu ilçesinde çıkarılan siyah renkli Oltu taşından, tespih başta olmak üzere, çeşitli takı ve süs eşyaları yapılır.
Madenler etkinlik
ETKİNLİK:1
Maden kaynakları bakımından zengin ülkeler, ekonomik kalkınma için büyük avantaja sahiptirler. Madenler ülkelerin hammadde ihtiyacını daha ucuz ve kolay karşılama yanında çok sayıda insana iş imkanı vermesi ile de büyük katkılar sağlar. Her yerdeki maden ekonomik olarak işletmeye açılamaz. Özellikle ulaşım kolaylığı ve büyük miktarda enerji yanında teknik imkanların da olması gerekir. Çıkarılan maddenler imalat sanayiinin gelişmesini sağlar. Böylece ülke okonomik olarak büyümeye başlar. İşletmeye açılan madenler büyük oranda göç alarak kısa zamanda büyüyerek büyük bir şehir halini alabilir. Batman bu durumun en güzel örneğidir.
ETKİNLİK:2
TÜRKİYE MADEN HARİTASININ DEĞERLENDİRİLMESİ
1-Türkiye’de madenlerin yoğunlaştığı yerler: Ege Bölgesi, Güney Marmara Bölümü, Yukarı Fırat Bölümü, Doğu Karadeniz Bölümü
2-Türkiye de en yaygın madenler: Manganez, Bakın, Linyit, Krom, Demirdir. Sebebi;Türkiye’nin Orojenik (Dağ Oluşumu) hareketleri sonucu başkalaşım ve volkanizma olaylarına yaygın olarak uğramasıdır.
3-Türkiye Maden haritası ile Fiziki harita karşılaştırıldığında; Marmara Bölgesi, Ege Bölgesi, İç Anadolu, Güneydoğu Anadolu madenleri daha kolay işletilebilir. Sebebi: yer şekillerinin engebesiz oluşu. Dağlık ve engebeli arazilerdeki madenlerin işletilmesi zordur. İşletme maliyeti çok yüksek olacağından ekonomik olmaz.
4-Pazara yakınlık ve Ulaşım: Sanayi merkezlerine yakınlık ve ulaşım kolaylığı madenlerin üretim maliyetini azaltacağı için; Marmara ve Ege bölgelerindeki madenler daha ekonomik olarak değerlendirilebilir.
ETKİNLİK:3
GRAFİK YORUMLANMASI
1- Grafikteki üç madeninde çıkarılma miktarları istikrarsızdır.
2- 1998 toplam çıkarımın en fazla olduğu yıldır.
3- 2002 toplam çıkarımın en az olduğu yıldır.
4- En çok çıkarılan maden Demirdir.
5- En az çıkarılan maden Kromdur.
6- Genel olarak üç madeninde üretimi gittikçe azalmaktadır.
ETKİNLİK:4
TÜRKİYE MADEN İHRACAT VE İTHALAT TABLOLARININ KARŞILAŞTIRILMASI
1- Taş Kömürü İthalatı: Türkiye Taş Kömürü çıkarımının iç ihtiyacı karşılayamadığını gösterir
2- Bazı madenlerin ithal edilmemesinin sebebi: Kendi üretimimizin ihtiyacımızı karşılayabildiğini, ya da alınmayan madenin Türkiyede kullanım alanının olmadığını gösterir.
3- Linyitin az ihraç edilmesinin sebebi: Kalorisi düşük, kalitesiz olması.
4- Bakırın hem ihraç hem de ithal ürünü olması: ihracatta ham bakır ön planda, ithalatta bakırdan yapılan yarı işlenmiş ürünler yer almaktadır. Bu durum bakırın hem ihracat hem de ithalat ürünü yapmaktadır.
DEN(ge)[s]İZ
Konu: Geri: 11.Sınıf Konuları ve Etkinlikleri C.tesi Ara. 19, 2009 11:35 am
ENERJİ KAYNAKLARI
Yenilenemez Enerji KaynaklarıPetrol, kömür ve doğalgaz en temel enerji kaynaklarıdır. Bunlar, meydana gelişleri itibarıyla yenilenmeleri çok uzun bir süre aldığından, yenilenmeyen kaynaklar olarak da adlandırılırlar.
KÖMÜRLER
Yeraltı madenciliği veya açık işletme metotları kullanılarak çıkarılan fosil kaynaklı yakıttır. Genellikle hayvan fosillerinden oluşur. Kolayca yanabilen siyah veya kahverengimsi redüksiyonunda çok büyük önemi vardır. Birçok çeşidi vardır. Mesela taş kömürü, fabrikalarda kullanılır. Isı derecesi yüksektir. Antrasit, ısı değeri en yüksek olan kömürdür, ülkemizde az bulunur. Ayrıca ülkemizde en çok bulunan kömür linyittir.
TAŞKÖMÜRÜ
Birinci jeolojik zamanda oluşmuş organik tortul kayaçlardandır. Ülkemiz ise, genelde üçüncü zamanda karalaştığından dolayı, taşkömürü yatakları bakımından fazla zengin sayılmaz. Türkiye’de Zonguldak, Amasra, Ereğli arasındaki sahada çıkarılır.
Demir - çelik sanayinde enerji kaynağı olarak tüketildiğinden, Karabük ve Ereğli demir - çelik fabrikaları buraya kurulmuştur.
LİNYİT
Türkiye genelde üçüncü jeolojik devirde oluştuğundan linyit en zengin enerji kaynaklarımızdan biridir. Bütün bölgelerde linyit rezervi bulunmaktadır. Taşkömürüne göre kalorisi daha azdır. Ancak yaygın olduğundan enerji ihtiyacımızın en önemli kısmını karşılamaktadır.
Soma Linyit Foto Kaynak
Linyit yatakları Afşin, Elbistan (K. Maraş), Tavşanlı, Seyitömer (Kütahya), Soma (Manisa), Yatağan (Muğla), Saray (Tekirdağ), Aşkale (Erzurum), Aydın, Amasya ve Yozgat çevresinde bulunmaktadır. Linyitten elektrik enerjisi elde eden termik santrallerimiz, Soma, Tunçbilek, Seyitömer, Afşin - Elbistan, Yatağan ve Orhaneli termik santralleridir.
PETROL
Yüz milyonlarca yıldan bu yana denizlerde yaşayan ya da suların denizlere sürüklediği bitki kalıntılarının anaeorabik bir ortamda, uygun şartlar altında (sıcaklık, basınç ve mikroorganizmaların etkisiyle), toprağın üstünde başkalaşmasıyla oluşur. Değeri çok yüksektir, çünkü oldukça az bulunan bir yakıttır.
Günümüzün en önemli enerji kaynaklarından biri petroldür. Petrol ulaşım araçlarında yakıt olarak ve plastik, gübre, boya gibi çok değişik sanayilerde kullanılır. Türkiye’deki petrol yatakları fazla zengin sayılmaz. İhtiyacımızın % 90'nına yakınını ithal etmekteyiz.
Petrol kuyusu foto kaynak
Petrol yataklarımızın % 98'i G. Doğu Anadolu Bölgesi’nde bulunur. Petrol, Raman, Garzan, Kurtalan, Adıyaman ve Mardin çevresinde çıkarılmaktadır.
Ülkemizde çıkarılan ve ithal edilen petrol, Orta Anadolu (Kırıkkale), Aliağa (İzmir), Ataş (Mersin), İpraş (İzmit) ve Batman rafinerilerinde işlenmektedir.
DOĞALGAZ Petrol gibi doğalgaz da çok eski tarihlerden beri bilinmekle ve kullanılmakla beraber; bugünkü konumuna gelişi, 1816 yılında ABD’nin Baltimore kentinin sokak lambalarının doğalgaz aracılığıyla aydınlatılmasıyla başlar.
Dünya enerji tüketiminin %22’ si doğalgaza dayanmaktadır. İşyerleri ve evler ısınma amacıyla çok yoğun miktarda doğalgaz kullanırlar. Isınma, toplam doğalgaz kullanımında %75 gibi bir orana sahiptir. Bunun yanı sıra elektrik üretiminde de doğalgaz kullanılmaktadır. Fakat %10–15 gibi düşük oranlarda kalmaktadır
Ülkemiz, doğal gaz yatakları bakımından zengin değildir. Şu anda sadece Trakya’da Hamitabat ve Güneydoğu Anadolu’da Mardin - Çamurlu sahasında üretim yapılmaktadır. Hamitabat’tan çıkarılan doğal gazdan aynı yerde elektrik enerjisi üretilir. Doğalgaz ihtiyacımızın önemli bir kısmı, Rusya Federasyonu ve Cezayir’den ithal edilmektedir.
Güneşten gelen ve dünya atmosferi dışında şiddeti sabit ve 1370 W/m2 olan ve yer yüzeyinde 0-1100 W/m2 değerleri arasında değişen yenilenebilir bir enerji kaynağıdır. Isıtmadan soğutmaya ve elektrik üretiminde kontrollü olarak kullanılabilmektedir. Ülkemizin yıllık güneşlenme süresi ortalama olarak 2640 saattir. Maksimum güneşlenme 362 saat ile temmuz ayında, minimum güneşlenme süresi ise aralık 98 saat ile ayında görülmüştür.
Güneşlenme süresi yönünden en zengin bölge Güneydoğu Anadolu bölgesi olup bunu sırası ile Akdeniz, Ege , İç Anadolu, Doğu Anadolu, Marmara ve Karadeniz bölgesi izlemektedir.
Güneş enerjisi günümüzde: konutlarda ve iş yerlerinde,tarımsal teknolojide, sanayide,ulaşım araçlarında,iletişim araçlarında,sinyalizasyon ve otomasyonda, elektrik enerjisi üretiminde kullanılmaktadır.
Yararları:
Doğrudan güneş enerjisini kullanır. Doğal ısıtma ve soğutma sistemleri kullanarak binaların gereksiz ve aşırı ticari enerji tüketimlerini önler, Çevre değerlerini korur, Çevreye verilen zararları en aza indirir, Doğal ve sağlığa zararsız malzemeler kullanır. Ekonomiktir. Dışa bağımlı değildir.
SU GÜCÜ
Yenilenebilir enerji kaynaklarının başında geliyor. Temel olarak nehirlere karışan yağmur suyu ya da eriyen kar, su enerjisine dönüştürülebilir. Buna en iyi örnek barajlardır. Su toplama havzalarında bırakılan su akar ve türbinleri döndürür, bu türbinlere bağlı olan jeneratörlerle elektrik üretir. Baraj inşa edildikten sonra, hidroelektrik enerjisi, maliyeti düşük olan bir enerji yöntemidir. Çevre kirliliğine neden olmaz ya da yakıt fiyatları karşısında zayıf değildir. Ancak yakın doğal ortam ya da çevrede yaşayanlar üzerindeki etkileri açısından eleştirilebilir. 2003 yılında, hidroelektrik enerjisi sayesinde dünyanın enerji ihtiyacının yaklaşık yüzde 16’sı karşılanıyordu. Norveç, enerji ihtiyacının yüzde 99′unu hidroelektrik santrallerden karşılıyor.
Barajlardaki suyun, elektrik üreten santralleri çalıştırması ile oluşan enerjiye hidroelektrik enerjisi denir.
Türkiye’de elektrik ihtiyacının % 40 lık kısmı hidroelektrik santrallerden elde edilmektedir. Keban, Karakaya, ******, Hirfanlı, Seyhan, Kemer ve Demirköprü gibi birçok baraj elektrik ihtiyacımızı karşılamaktadır.
Dışarıya akıntısı olan bazı göllerimiz, tabii baraj özelliğindedir. Bunlardan elektrik üretilir. Başlıcaları, Hazar, Çıldır, Tortum ve Kovada gölleridir.
RÜZGAR ENERJİSİ Rüzgâr enerjisi, fosil yakıtlara nazaran elektriğin birimi başına daha pahalıya gelse de, hidroelektriğin ardından en verimli ikinci yenilenebilir enerji kaynağıdır. Rüzgar enerjisinde başı Avrupa çekiyor. Rüzgar türbinleri kule şeklinde ve genellikle iki ya da üç kanatlıdır. Çapı metrelerce olabilir, kirlilik yaratmaz ve monte etmesi kolaydır. Kıyıda ya da açıkta bulunabilir ancak üretim rüzgara bağlıdır.
Ülkemizde eskiden yel değirmenlerinde ve yelkenli gemilerde kullanılmıştır. Fakat elektrik ve petrol enerjisinin devreye girmesiyle kullanım alanı çok azalmıştır.
JEOTERMAL ENERJİ
Jeotermal enerji, yer altındaki sıcak sulardan ya da su buharından elde edilir. Türkiye yakın bir jeolojik devirde oluştuğundan ve genç kıvrım dağları kuşağında bulunduğundan dolayı, fay hatları ve fay kaynakları oldukça yaygındır. Özellikle Ege Bölgesi’ndeki Germencik (Aydın), Balçova (İzmir), Sandıklı (Afyon) ve Sarayköy (Denizli) civarında sıcak su kaynakları bulunmaktadır. Şu anda sadece Sarayköy (Denizli) de elektrik enerjisi üreten jeotermal santral bulunmaktadır.
RADYOAKTİF MİNERALLER Radyoaktif mineraller, nükleer enerji üretiminde kullanılır. Uranyum ve toryum gibi radyoaktif maddelerin parçalanmasıyla enerji elde edilir. Ülkemizde Aydın, Uşak, Manisa, Çanakkale ve Yozgat yörelerinde uranyum, Eskişehir çevresinde toryum yatakları tespit edilmiştir. Fakat, şu anda, ülkemizde radyoaktif maddelerden nükleer enerji üretimi yapılmamaktadır.
DALGA ENERJİSİ
Deniz dalga enerjisi, deniz sıcaklık gradyent enerjisi, deniz akıntıları enerjisi( boğazlarda) ve med-cezir enerjisi olarak tanımlanabilmektedir. Ülkemiz için üzerinde durulabilecek enerji grubu ise özellikle deniz dalga enerjisidir.
Deniz dalga enerjisinin temelinde yine rüzgar enerjisi yatmaktadır. Ülkemizin Marmara hariç olmak üzere açık deniz kıyı uzunluğu 8210 km civarındadır. Bunun turizm , balıkçılık kıyı tesisleri gibi nedenle en fazla beşte birlik kısmı kullanılabilir ver bu yıllık olarak 18.5 TWh/yıl düzeyinde bir enerji elde edilebilir.
HİDROJEN ENERJİSİ
Doğada bileşikler halinde bol miktarda bulunan hidrojen serbest olarak bulunmadığından doğal bir enerji kaynağı değildir. Bununla birlikte hidrojen birincil enerji kaynakları ile değişik hammaddelerden üretilebilmekte ve üretiminde dönüştürme işlemleri kullanılmaktadır. Bu nedenle elektrikten neredeyse bir asır sonra teknolojinin geliştirdiği ve geleceğin alternatif kaynağı olarak yorumlanan bir enerji taşıyıcısıdır
Hidrojen karbon içermediği için fosil yakıtların neden olduğu çevresel sorunlar yaratmaz. Isınmadan elektrik üretimine kadar çeşitli alanların ihtiyacına cevap verebilecektir. Gaz ve sıvı halde olacağı için uzun mesafelere taşınabilecek ve iletimde kayıplar olmayacaktır.
2010 yılından itibaren hidrojenin ticari amaçlar için kullanılması düşünülmektedir. Her türlü maliyet göz önüne alındıktan sonra ilk yıllarda benzinden 1.5 –5.5 arası daha pahalı olması beklenmektedir. Fakat gelecek yıllarla birlikte çevresel katkıları da göz önüne alındığı zaman bu maliyetin çok daha aşağılara çekilmesi hesaplanmaktadır.
BİYOKÜTLE ENERJİSİ
Klasik ve modern anlamda olmak üzere iki grupta ele almak mümkündür. Birincisi; konvansiyonel ormanlardan elde edilen yakacak odun ve yine yakacak olarak kullanılan bitki ve hayvan atıkları(tezek gibi) oluşur.
İkincisi yani modern biyokütle enerjisi ise; enerji ormancılığı ve orman-ağaç endüstrisi atıkları, tarım kesimindeki bitkisel atıklar, kentsel atıklar, tarıma dayalı endüstri atıkları olarak sıralanır.
Günümüzde enerji tarımı adını verdiğimiz bir tarım türü oluşmuştur. Bu tarım türünde C4 adı verilen bitkiler ( seker kamışı, mısır, tatlı darı,…..vb.) yetiştirilmektedir. Bu bitkiler suyu ve karbondioksiti verimli kullanan, kuraklığa dayalı verimi yüksek bitkilerdir.
Dünya genelinde biyokütle enerji teknolojileri son derece hızlı gelişmektedir. Ülkemizde ise 1996 yılı verilerine göre 5512 BTEP odun , 1533 BTEP bitki ve hayvan atıkları olmak üzere toplam 7045 BTEP enerji elde edilmiştir ve bu rakam yıllık enerji tüketimimizin yaklaşık olarak % 10 ‘una tekabül etmektedir.
( BTEP: Bin Ton Eşdeğer Petrol, MTEP: Milyon Ton Eşdeğer Petrol, GTEP: Milyar Ton Eşdeğer Petrol)
Dalga ve hidrojen biyokütle enerjisi
Yenilenebilir Enerji Kaynakları Tablo Halinde
Yenilenebilir Enerji Kaynakları Kaynak veya Yakıtı
1 Güneş Enerjisi Güneş
2 Rüzgar Enerjisi Rüzgar
3 Dalga Enerjisi Okyanus ve Denizler
4 Biyokütle Enerjisi Biyolojik Atıklar
5 Jeotermal Enerji Yeraltı Suları
6 Hidrolik Enerji Nehirler
7 Hidrojen Enerjisi Su ve Hidroksitler
TÜRKİYE'DE ENERJİ KAYNAKLARI-ETKİNLİK
ETKİNLİK
1-2005 yılı üretim ve tüketime göre en fazla açık: DOĞALGAZ dadır.(Yaklaşık 27 kat)
2-Toplam üretim ve tüketim değerlerine göre açık en fazla 2005 yılıdır.(66 milyon ton açık var)
3-Enerji ihtiyacımızdaki değişim: sürekli artmaktadır. Enerji kullanım alanlarının çoğalması özellikle kentleşme ve sanayileşme, nüfusun sürekli ve hızlı artması enerji ihtiyacını da artırmaktadır.
4-İhraç ettiğimiz enerji türleri: Asfaltit, Linyit
5-1998 den önceki yıllarda Rüzgar enerjisinin istatistiklerde yer
almamasının sebebi üretiminin olmamasıdır.
6-İthal ettiğimiz enerji türleri: Taş kömürü, Linyit, Petrol, Doğalgaz
DEN(ge)[s]İZ
Konu: Geri: 11.Sınıf Konuları ve Etkinlikleri C.tesi Ara. 19, 2009 11:35 am
TÜRKİYE'DE SANAYİİ
SANAYİ
Hammaddenin veya yarı işlenmiş maddelerin, fabrika veya imalathanelerde işlenmiş duruma getirilmesine sanayi denir.
SANAYİNİN KURULMASI İÇİN GEREKLİ ŞARTLAR
1. Hammadde
Sanayide üretim yapılabilmesi için hammaddenin olması gerekmektedir. Ülkemizde hammadde kaynakları ile sanayi kuruluşları arasında son derece sıkı bir ilişki mevcuttur.
Örneğin, unlu gıda sanayii İç Anadolu’da, dokuma sanayii Adana, İzmir, Denizli çevresinde, zeytin yağı sanayii Ege kıyılarında, boya, plastik ve lastik fabrikaları rafineri kenarlarında yaygınlık göstermektedir. 2. Sermaye
Sanayi tesisleri büyük sermayelerle kurulmaktadır. Bu nedenle, sermayenin, yani paranın biriktiği veya fazla olduğu bölgelerde sanayinin kuruluşu daha kolay olmaktadır.
Sermaye birikimi fazla olduğundan Marmara, Ege ve Akdeniz bölgelerinde sanayi yatırımları daha fazladır. Türkiye’de sanayinin gelişmesinde en büyük etken sermayedir. Sermayemiz yeterli olmadığından, ülkemizde yabancı sermayenin girmesi için kolaylıklar sağlanmaktadır.
3. Enerji
Fabrikaların çalışması için enerji gerekmektedir. Bunun için, taşkömürü, petrol, linyit gibi kaynaklardan yararlanılır. Ülkemizde petrol, taşkömürü, doğal gaz gibi enerji kaynaklarının çoğu dışarıdan temin edildiğinden önemli bir döviz çıktısına neden olmakta, bu durum sanayileşme hızını azaltmaktadır.
4. İş Gücü ve Teknik Eleman
Sanayi tesislerinin çalışması ve üretimin artması yönünden iç gücüne ihtiyaç vardır.
Ülkemizde iş gücü ihtiyacı rahatlıkla karşılanabilmekte, hatta dış ülkelere bile gönderilmektedir. Fakat, ülkemizde bazı sanayi kollarında teknik eleman henüz tam olarak yeterli değildir.
5. Ulaşım
Sanayinin ihtiyacı olan hammadde ve mamül maddenin taşınması faaliyetlerine ulaşım denir. Hammaddenin fabrikalara taşınması ve üretildikten sonra pazarlara taşınması yaygın ulaşım ağıyla mümkündür. Ülkemizde, sanayi tesisleri, genelde önemli ulaşım yolları kenarlarında ve limanlara yakın yerlere kurulmuştur. İstanbul, İzmir, Mersin, Adana gibi merkezlerin çok gelişmesi ulaşımla çok yakından ilişkilidir.
6. Pazar Üretilen her türlü sanayi ürününün satılması gereklidir. Bu bakımdan sanayi tesislerinin kurulmasında diğer etkenlerin yanında nüfusun kalabalık olduğu, tüketimin fazla olduğu sahalar tercih edilmektedir. Örneğin, batı bölgelerinde nüfus fazla olduğundan ürünlerin pazarlanması kolay olurken doğu bölgelerinde nüfus az olduğundan ürünlerin pazarlanması zor olur. Bu durum sanayi tesislerinin buralarda kurulmasını zorlaştırmaktadır.
7. Yüzey Şekilleri
Sanayi tesisleri, genelde düz sahalarda daha kolay kurulabilmektedir. Dağlık ve engebeli yerlerde sanayinin kurulması zordur.
TÜRKİYE’DEKİ SANAYİ KOLLARI
1. Besin Sanayii
Hammaddesi tarımsal ve hayvansal ürünlerden oluşan sanayi dalıdır.
Ülkemizde tarım ve hayvancılık geliştiğinden ve nüfus fazla olduğundan besin sanayii oldukça gelişmiştir. Kuruluş yerleri genelde hammaddenin fazla olduğu yerlerde veya büyük şehirlerin kenarlarında toplanmıştır.
Şeker fabrikaları: İlk defa 1926 yılında kurulmuştur. Şekerpancarı kıyı kesimler hariç her yerde yetişir. Hemen işlenmesi gerektiğinden fabrikaları üretim alanları yakınında kurulmuştur. Şu anda ülkemizde 30'a yakın şeker fabrikası bulunmaktadır
Çay fabrikaları: Trabzon - Rize arasındaki bölgede bulunmaktadır.
Un fabrikaları: Buğday, Doğu Karadeniz ve Batı Karadeniz kıyıları dışında her yerde yetiştirilir. Aynı zamanda halkın temel besin maddesidir. Bu nedenle un fabrikaları her bölgeye dağılmıştır.
Makarna ve bisküvi fabrikaları daha çok İç Anadolu’da yoğunlaşmıştır.
Zeytin yağı fabrikaları: Ege ve Güney Marmara’da yoğun olarak görülür. Özellikle Edremit, Ayvalık, Burhaniye, Aydın, İzmir çevresinde yoğunlaşmıştır.Ayçiçek yağı fabrikaları: Trakya’da yoğun olmakla birlikte, İç Anadolu, Ege ve Güneydoğu Anadolu’da da görülür. Soya ve mısırdan ise Akdeniz Bölgesi’nde yağ elde edilir.
Konserve ve salça fabrikaları: Marmara, Ege ve Akdeniz bölgelerinin kıyı kesimlerinde yaygındır.
Süt ürünleri fabrikaları: İzmir, Balıkesir, Edirne, Erzurum, Elazığ, Kars, İstanbul, Trabzon ve Bursa çevresinde yer alırlar.
2. Tütün ve İspirtolu İçkiler Sanayii
Tütün fabrikaları: İstanbul, İzmir, Samsun, Tokat, Malatya, Adana ve Bitlis’de bulunmaktadır.
İspirtolu içki ve şarap fabrikaları: İstanbul, Yozgat, Diyarbakır, Tekirdağ, İzmir, Ankara, Kırşehir, Gazi Antep, Elazığ gibi merkezlerde rakı, bira ve şarap fabrikaları bulunmaktadır.
3. Dokuma, Deri ve Giyim Sanayii
Dokuma ve giyim, Türkiye’de en gelişmiş ve üretimin önemli bir kısmının ihraç edildiği bir sanayi koludur. Gelişmiş ülkelerle rekabet edilebilmekte ve onların pazarlarına dahi girebilmektedir. Böylece ülkemize çok fazla döviz girdisi sağlanmaktadır.
Pamuk ipliği ve pamuklu dokuma: Adana, Antalya, K. Maraş, Tarsus, Nazilli, Denizli, Manisa ve İzmir, Aydın, Kayseri, Karaman, Konya Ereğlisi, Malatya, Erzincan, Adıyaman
Yün ipliği ve yünlü kumaş: Hereke, İstanbul, İzmir, Uşak, Kayseri
Suni ipek ve kumaş: İstanbul, Bursa, Gemlik ve Adana
Tabii ipek ve kumaş: Gemlik ve Bursa, İstanbul
Hazır giyim sanayii: İstanbul, Bursa ve İzmir, Denizli, Adana, Kayseri
Halıcılık: Isparta, Uşak, Gördes ve Kayseri, Milas, Kula, Bergama, Hereke, Karapınar, Ladik, Bünyan, Sivas
Deri ve kösele işleme: İstanbul, İzmir, Bolu, Gerede ve Uşak
4. Maden Sanayii (Metalurji Sanayii)
Demir-Çelik Fabrikaları: Karabük, Ereğli, İskenderun, Kırıkkale, Sivas ve İzmir’de bulunmaktadır.
Alüminyum fabrikaları: Seydişehir’de bulunmaktadır.
Bakır işleme fabrikaları: Samsun ve Artvin (Murgul) de bulunmaktadır.
Kurşun ve çinko fabrikaları: Elazığ ve Kayseri’de bulunmaktadır.
Krom işleme fabrikaları: Menteşe Yöresi’ndeki krom madeni Antalya’da, Elazığ ve çevresindeki kromlar da Guleman’daki fabrikalarda işlenmektedir.
5. Makine Sanayii
Türkiye otomotiv sanayiinde son yıllarda yabancı marka otomobillerin de fabrikalarının kurulmasıyla üretimde artış meydana getirmiştir. Bursa, İstanbul, İzmir, İzmit, Adapazarı, Konya, Adana gibi merkezlerde otomobil, kamyon ve otobüs fabrikaları bulunmaktadır
Eskişehir ve Adapazarı’nda lokomotif ve vagon fabrikaları, Ankara - Mürted’de uçak fabrikası, İstanbul, Tuzla, Pendik, Gölcük ve İzmir’de gemi tersaneleri bulunmaktadır.
6. Kimya Sanayii
Petrokimya: Batman, İzmit, Mersin, İzmir ve Kırıkkale’de petrol rafinerileri bulunmaktadır.
İlaç fabrikaları: İstanbul, İzmir, Ankara, Adapazarı çevresinde yoğunlaşmıştır. 130 civarında ilaç fabrikamız bulunmaktadır.
Lâstik fabrikaları: İzmit, Adapazarı ve Kırşehir’de bulunmaktadır
Bu resim ayarlı boyutlarda oluşturuldu. Orjinal Görüntü İçin Tıklayın. Orjinal Resim Boyutu 744x557.
Gübre fabrikaları: Mersin, Bandırma, Elazığ, Kütahya, Tekirdağ ve İskenderun’da bulunmaktadır. Ülkemizdeki gübre üretimi yeterli değildir.
7. Orman Ürünleri Sanayii Ağaç malzemeden üretilen tüm malzemeler orman ürünleri endüstrisine girer. Karadeniz Bölgesi’nde hammadde fazla bulunduğundan burada gelişmiştir.
Başlıca kereste fabrikaları Düzce, Bartın, Ayancık, Rize, Ordu, Ardeşen, Burdur, Antalya ve Isparta’da bulunur.
Mobilya Sanayii: Adapazarı, Ankara, İnegöl, İstanbul, İzmir ve Kayseri’de gelişmiştir. Türkiye mobilya ürünlerini ihraç edebilmektedir.
Kâğıt fabrikaları: İzmit, Balıkesir, Giresun, Zonguldak, Taşucu, Dalaman, Bolvadin, Bartın ve Denizli çevresinde bulunur.
8. Çimento, Cam, Seramik Sanayii
Bu sanayi koluna taşa, toprağa bağlı sanayi kolu da denilmektedir.
Çimento fabrikaları: Hammaddesi kolay temin edilir. Her bölgede inşaat sanayiinde kullanılır. Ayrıca ulaşım masrafları maliyeti artırır. Bu nedenle çimento fabrikaları Türkiye’nin her bölgesine dağılmıştır. İstanbul, İzmit, Adana, İzmir, Elazığ, Mersin, Yozgat, Denizli, Adıyaman, Ordu gibi merkezler bunlardan bazılarıdır.
Cam fabrikaları: İstanbul, Denizli, Mersin, Kırklareli ve Sinop’ta cam fabrikaları bulunmaktadır. Ülkemiz cam ürünleri üretiminde ve ihracatında Dünya’da sayılı ülkeler arasındadır.
Seramik fabrikaları: Çanakkale, Bilecik, Kütahya, İstanbul ve İzmir’de bulunmaktadır. Üretimin bir kısmı yurt dışına ihraç edilir.
Kiremit fabrikaları; İzmir-Salihli arası, Manisa, Uşak, Afyon ve Kütahya’dadır. Tuğla fabrikaları ise, Bolu, Eskişehir ve Bartın’dadır
ETKİLİK
Türkiye Haritasında işaretli şehirlerde hangi sanayi kolları gelişmiştir nedenleri.
Şehir Hangi Sanayi Faaliyetleri Neden
İstanbul Makine, gemi, cam, otomotiv, mobilya, gıda, giyim, tekstil, kimya, deri, meşrubat, yedek parça Ulaşım kolaylığı, pazara yakınlık, işgücü varlığı, sermaye varlığı
Adana Tekstil, giyim, otomotiv, lastik, elektronik Hammadde, ulaşım, Pazar
İskenderun Demir-çelik Ulaşım
Samsun Sigara, metal, şeker, giyim, makine ekipmanı, toprak ve çimento Hammadde, ulaşım, Pazar
Gaziantep Plastik, metal, tekstil, mobilya, Ulaşım, Pazar
Rize Çay, orman ürünleri ve mobilya Hammadde
Erzurum Gıda, çimento, şeker, deri Hammadde
ETKİNLİK
1-Türkiye’de Sanayinin Geliştiği Yerler
Marmara Bölgesinde: İstanbul, İzmit, Adapazarı, Bursa Ege Bölgesinde: İzmir, Denizli, Aydın, Manisa İç Anadolu Bölgesinde: Ankara, Eskişehir, Konya, Kayseri Akdeniz Bölgesinde: Adana, Mersin, Kahramanmaraş, İskenderun Güneydoğu Anadolu Bölgesinde: Gaziantep Karadeniz Bölgesinde: Samsun, Zonguldak, Karabük Doğu Anadolu Bölgesinde: Erzurum, Elazığ
Türkiye’de sanayinin geliştiği yerlerde sanayinin gelişme nedenleri:
Nüfusun Kalabalık olması; Pazarlama kolaylığı ve İşgücü temin kolaylığı
Ulaşım Kolaylığı; hammadde ve mamul maddelerin kolaylıkla taşınabileceği her türlü taşıma imkânlarının varlığı.
İklim şartlarının uygunluğu (özellikle kıyı bölgelerdeki yoğunlaşmada iklim şartlarının uygunluğu önemli bir etkendir)
2- Türkiye’de en yaygın sanayi kolu:
Gıda Sanayi
Sebebi:
Hammaddesinin her yerde bol miktarda bulunması ve insanların temel besin ürünleri olduğu için gıda ürünlerine talebin fazla olması.
Gıda sanayisinin kuruluş yeri genel olarak hammaddeye bağlıdır. Örneğin; et ve süt ürünleri üretim yerlerinde işlenmeli, uzak mesafelere taşınıp işlenmesi üründe bozumalara sebep olur.
3- Kıyı ve İç Bölgelerin sanayi durumlarının karşılaştırılması:
Kıyı bölgeler sanayi faaliyetleri bakımından daha zengindir. Kıyı bölgeler sanayi faaliyetleri için daha uygun şartlara sahiptirler. Özellikle ılıman iklim şartları ve ulaşım kolaylığı kıyı bölgelerde sanayinin daha çok gelişmesini sağlamaktadır.
4- Şeker Fabrikalarının her yerde yaygın olmasının sebebi:
Şeker fabrikalarının hammaddesi olan şekerpancarının uzak mesafelere taşınmasının ekonomik olmaması (yükte ağır, pahada hafif hammadde) nedeniyle, şeker fabrikalarının şekerpancarı üretim yerlerinin yakınlarına yapılmasını gerektirmiştir. Bu da her yerde şeker fabrikasının yaygın olarak kurulmasını sağlamıştır.
5- Orman ürünleri sanayisinin orman olmayan yerlerde de kurulmasının sebebi:
Orman ürünleri hammaddesinin kolay taşındığı için her yerde fabrikası kurulabilir. İç bölgelerde tüketim yerlerine yakınlık nedeniyle kolaylıkla gelişmektedir.
DEN(ge)[s]İZ
Konu: Geri: 11.Sınıf Konuları ve Etkinlikleri C.tesi Ara. 19, 2009 11:36 am
Eğimli yüzeyler üzerinde bulunan malzemenin(taş,toprak)yerçekim inin etkisiyle, eğim yönünde kayarak aşağıya inmesine heyelan denir.
Heyelan Oluşumunda:
1-Kuvvetli Eğim
2-Bol Yağış
3-Tabakaların Yapısı
4-Tabakaların Duruşu etkilidir.
Doğal kaya, zemin, suni dolgu veya bunların bir veya birkaçının bileşiminden oluşan işlev malzemesinin, yerçekimi, jeoloji ve su içeriği gibi doğal ve doğal olmayan diğer faktörlerin etkisi altında eğim yönünde hareketiyle sonuçlanan bir sürece verilen isimdir. Heyelan; çamur akması, moloz akması, kayma, kaya düşmesi ve kaya devrilmesi gibi terimlerin genel tanımlayıcısıdır. İnsanlık tarihi boyunca oluşan heyelanlar bugüne kadar birçok kez büyük can ve mal kayıplarına neden olmuştur. Son derece acımasız olan bu doğa olayını iyi tanıyıp, oluşumlarını önceden tespit edebilmek için yeterli çalışmaları yapmak ve olası bir afetin zararlarını azaltabilmek için gerekli önlemleri almak, insanların başta gelen görevlerinden biri olmalıdır.
Ülkemizde diğer doğal afetler gibi heyelan da önemli bir yer tutmaktadır. Heyelan hemen her yıl ülkemizin pek çok yerinde görülmekte, büyük can ve mal kayıpları olmakla beraber büyük acılar yaşanmaktadır. 2001 yılına kadar Türkiye de 155 kez heyelan meydana gelmiş ve 105 kişi hayatını kaybetmiştir.
Zonguldak başta olmak üzere Giresun, Kastamonu ve Bingöl illeri toprak kayması meydana gelen illerin başında yer alırlar. Son zamanlarda ise Rize, Giresun ve Trabzon illerinde özellikle yağışlar dolayısıyla çok sayıda heyelan oluşmuş, bununla beraber ölü ve yaralı sayısı artmıştır. Türkiye dünyanın kurak,yarı-kurak bölgesinde yer almaktadır. Bu nedenle büyük bir bölümünde yarı kurak iklim görülmektedir. Bu iklimin özelliği; çok yağışsız geçen bir dönemi bol yağışlı bir dönemin izlemesi, ani ve şiddetli yağışların ve ani sıcaklık değişikliklerinin görülmesidir. Bu durum toprak kaymasının oluşması için çok önemli bir etkendir. Yine uzun süreli ve bol yağışın görüldüğü nemli iklime sahip yörelerimiz de, heyelanın çok sık ve yaygın olarak görüldüğü yerlerdir. Ülkemizde heyelan olma ihtimalinin en fazla olduğu bölge Karadeniz bölgesidir. Özellikle orta ve doğu Karadeniz bölümünde çok sık ve etkili heyelan afeti yaşanmaktadır
Son yıllarda meydana gelen afetler göz önüne alındığında heyelanın depremden sonra ikinci sırada yer aldığı görülmektedir buda heyelana karşı gösterilen hassasiyetin arttırılması gerektiğinin en önemli göstergesidir. Türkiye’de 2001 yılına kadar toplam 155 heyelan meydana gelmiştir. Zonguldak’ta 19, Giresun’da 13, Kastamonu’da 9, Bingöl’de de 9 kez heyelan oluşmuştur.
Meydana gelen heyelanların büyük bir bölümü verilerden de anlaşılacağı gibi Karedeniz bölgesinde olmuştur. Son yıllarda Giresun ve Rize de meydana gelen büyük çaplı heyelanlar bunun en büyük göstergesidir. Bunlardan birkaç tanesini örnek verirsek; 24 Haziran 1988 günü, Trabzon’u Gümüşhane’ye bağlayan kara yolunda, Maçka’ya bağlı Çatak Köyünde kuvvetli yağışlara bağlı olarak oluşan heyelanlarda 65 kişi yaşamını yitirmiş, çok büyük ekonomik ve sosyal sorunlar yaşanmıştır. 13 Temmuz 1995 günü Senirkent (Isparta)‘de meydana gelen çamur akıntısı sonrasında 74 kişi hayatını kaybetmiş, yüzlerce işyeri ve binlerce hayvan çamur altında kalmıştır.
Karadeniz Bölgesinde meydana gelen heyelanların fazla olmasının ana nedeni bölgenin sürekli bol yağış altında kalması, arazinin dağlık olması ve yamaçlarda bir çok yerleşim biriminin bulunmasıdır. Ayrıca halkın büyük bir kısmının heyelan konusunda bilinçsiz olması (tabi bu sadece Karadeniz bölgesiyle sınırlı değil ülkemizin birçok yeride bu durumdadır), evlerin dayanıksız ve eski yapılar olması, Bayındırlık ve İskan Müdürlükleri ve belediyelerin yeterli önlemleri almamaları ve halkı bu konuda bilinçlendirmemeleri de heyelanı oluşturan etkenler arasındadır. Türkiye’de birçok ilde heyelan görülmemiştir. Bunun başlıca nedeni jeolojik özellik ve yağışın az olmasıdır. Heyelanın en fazla meydana geldiği ay mart ayıdır. Bunu nisan, ocak, şubat ve mayıs ayları takip eder. Heyelanların %65 i ilkbahar aylarında meydana gelmiştir. Bu aylarda yurdumuzun yağışlı olması ve dağlarda bulunan karların erimesi ana etkenlerdir. Bu mevsimde artan hava sıcaklığına bağlı olarak yamaçtaki örtünün ıslanması heyelana yol açar. Heyelanların %26 sı kış, %5 i ise yaz aylarında meydana gelmektedir. Yaz aylarında heyelanın az olmasının sebebi ise yurdumuzun büyük bir kısmının yağışsız olmasıdır.
Çoğunlukla kayma şeklinde olan heyelanlar, bazen de düşme, kayma ve akma hareketleri ile bunların birkaçının birleşimi olarak karışık biçimde olmaktadır. Bu nedenle heyelanları farklı adlar altında ve farklı tiplere ayırarak sınıflandırmak oldukça zordur. Ancak heyelanlar daha etkin olan hareketin tipine göre genel olarak, aşağıdaki şekilde adlandırılmaktadırlar
a. Düşmeler:
Düşmeler, gevşeme veya parçalanma yoluyla, ana kütleden ve zeminden ayrılan bölümlerin ani hereketi olarak tanımlanabilir. Ancak kaya parçaları ile, zemini oluşturan malzemelerin (toprak ve diğer döküntüleri) eğim doğrultusunda hareketi şeklinde görülen bu hareket kaymalardan farklı olarak serbest düşme şeklindedir. Düşme hareketi doğal ve beşeri nedenlere dayanmaktadır.
b. Kaymalar:
Bir yada birkaç yüzey boyunca, kayma direncinin azalmasıyla oluşan heyelanlardır. Doğal olarak kayma sırasında, hareket eden malzemeler birbirleriyle etkileşim halindedirler. Bunun için bu kütleler, belirli ölçüde esas özelliklerine bağlı kalarak bozulmakta, parçalanmakta ve son aşamada akmalara dönüşmektedir.
Düzlemsel Kaymalar:
Bu tip kaymalar genellikle kayan kütlenin jeolojik oluşumuyla ilgilidir. Kayan malzemenin kalınlığı birkaç metre olmasına rağmen, etkiledikleri alan oldukça geniştir. Bu tip heyelanlar hem kaya, hem de kohezyonlu ve kohezyonsuz zeminlerde görülmektedir. Eklemli kayalar, ayrışmaya uğramış yüzey, ana kaya üzerinde geçirimli yamaç örtüsü, taneli zeminler ve şev topuğunun süreksizlik göstermesi kayma ve/veya ayrılma düzlemleri bulunan formasyonlar bu tip kütle hareketlerinin oluşmasına uygun yerlerdir Toprak kaymaları bu tip heyelanlara bir örnektir. Bunlar su ile dolgunlaşan ve kayganlaşan yüzey depolarının veya toprakların, kopma sonucu bulunduğu yamaçlardan aşağılara ve yana doğru kıvamlı bir hamur gibi yer değiştirmesidir. Bunlar yüzeyseldir ve üstteki toprak örtüsünü ve hemen altındaki döküntü örtüsünü ilgilendirmektedir. Bu kaymalar ana kaymalar ile kaba ve ince yüzey malzemelerinin kayması şeklinde olmaktadır.
Dönel Kaymalar:
Kayan malzemenin özelliğinde çok az bir değişmenin olduğu, yada değişmenin hiç görülmediği heyelanlardır. Bunlar en sık görülen heyelan tipidir. Kopma yüzeyleri bir kaşığa benzemektedir. Daha çok yamaç (şev) göçmesi şeklindedir. Kayma sonucunda, hareket eden kütlenin üst kısımları çökerken, alt kısımları yığılma nedeniyle kabarır. Bunun sonucunda üst yüzeylerin geriye doğru olması veya topografik düzensizlik nedeniyle de kaymanın görüldüğü üst kısımlarda yüzey sularının birikmesine bağlı küçük heyelan gölleri oluşabilir. Yamaçların alt kısımlarının akarsular, dağlar veya beşeri etkinlikler sonucu oyulması, göçme şeklindeki bu heyelanların esas nedenidir. Dönel kaymalar daha çok ana kaya ile, ince, kaba yüzey malzemelerinin blok halinde kayması şeklinde görülmektedir. Çoğu zaman dönel kaymanın görüldüğü yerlerde, yamaç topuğundaki malzeme çok ufalandığından, bir toprak veya döküntü akmasına benzer bir görünüm ortaya çıkabilmektedir. Bu oluşum daha çok dolgu yamaçlarda görülmektedir.
c. Akmalar:
Daha çok yamaç döküntüsü, ayrışmış malzemeler, kumlar ve sıkışmamış yüzey formasyonları gibi, gevşek malzemenin ıslak yada kuru zemin üzerindeki yer değiştirmesi, akma hareketi olarak tanımlanmaktadır. Bu tür hareketin esas nedeni; boşluk suyu basıncının doğmasına neden olan ve kayma direncini azaltan sudur. Nitekim akmalar genellikle kuvvetli sağanaklarsırasında veya sonrasında, ortaya çıkmaktadır. Kaynak suları, donmuş zeminlerin ani çözülmesi gibi, diğer bazı etkenler de, yamaç malzemelerinin harekete geçmesine yani bu tip heyelanlara neden olabilmektedir
Zemin Akmaları:
Genel olarak, içinde belli miktarda su bulunduran, kaba ve ince yüzey malzemeleri az eğimli yamaçlarda kayma, çok eğimli yamaçlarda ise akma hareketi göstermektedir. Bu hareketlere toprak sünmesi de denilmektedir. Zemin akmaları genellikle döküntü ve toprak akmaları olarak iki başlık altında incelenmektedir
Döküntü Akmaları:
Hareket eden malzeme yamacın yukarı kısımlarında iri, aşağı kısımlarında ise daha küçük parçalara ayrılmış durumdadır ve hareket aşağı kısımlarda, yukarı kısımlardakine göre daha yavaştır. Döküntü akmaları şeklindeki heyelanlar, genellikle şiddetli yağışlara veya donmuş zeminin ani çözülmesine bağlı olarak, üzerindeki bitki örtüsünün çeşitli nedenlerle yok olduğu, ama, toprak tabakasının kalın olduğu yamaçlarda görülür. Daha çok çamur akıntıları şeklinde görülen bazı yayınlarda; döküntü akıntılarının tamamı çamur akıntıları olarak adlandırılır, bu heyelanlar çok önemli ekolojik ve çevresel sorunlara neden olmaktadır.
Toprak Akmaları: Çoğunlukla plastik yada çok ince taneli organik malzemelere bağlı olarak oluşur. Yamacın doğal dengesinin, suyla doygunluk ve boşluk suyu basıncının artması sonucu bozulmasıyla ortaya çıkan bu hareketin hızı, yamacın üst kısımlarından aşağı kısımlarına doğru azalmaktadır (Lös akması, kil akması, kum akması vb. ).
ç. Solüflüksiyon:
Soğuk mevsimde donan, sıcak mevsimde çözülen yüzeysel zemin katmanlarının, çok eğimli olmayan geçirimsiz özellikteki kayalardan oluşan ve yamaçlar üzerinde görülen yüzey üzerindeki hareketidir.
d. Kaya düşmesi:
Dağlık alanlarda, dik yamaçlardan kopan iri blokların ve büyük kaya parçalarının, koptukları yerden aşağılara doğru düşmesidir. Genellikle korniş şekilde olan ve altında daha yumuşak dolgular bulunan tabakalarda görülür. Altında gevşek tüfler bulunan bazalt akıntıları veya killi bir tabaka üzerinde bulunan kalker tabakalarının oluşturduğu kornişler, kaya düşmesi olayının sık görüldüğü yerlerdir. Bunlar özelikle ilkbahar aylarındaki şiddetli donma-çözülme ve güneşlenmenin etkisiyle büyüyerek kayaların parçalanmasına ve yamaç aşağı düşmesine neden olurlar. e. Çamur Akıntıları:
Su ile doygun hale gelmiş yüzey malzemelerinin, oldukça hızlı bir biçimde eğim doğrultusunda vadileri izleyerek aşağılara doğru akmasıdır. Kurak ve yarı kurak bölgelerde görülen akıntıdır. Akıntılar çamur şeklindedir. Ancak oluşum nedenlerine göre bunların içinde birkaç ton ağırlığında olan kaya parçaları da bulunabilmektedir. Yamaçların dik olması, ıslanınca kayganlaşan formasyonların (özellikle killi) bulunması, sağanak şeklindeki şiddetli yağışlar ve bitki örtüsünün zayıf olması, çamur akıntılarının oluşması ve şiddeti üzerinde doğrudan etkili olan faktörlerdir.
f. Karmaşık heyelanlar:
Doğal olarak, heyelanlar, klimatolojik-meteorolojik ve jeomorfolojik-jeolojik koşullar ve yamacın farklı malzemelerden oluşması nedeniyle hareket sürecinde birden fazla türde görülmektedir. Yani düşme kayma veya akma şeklinde olan heyelan, bir süre sonra aynı anda iki veya üç hareket şeklinde de görülebilmektedir. Böylece heyelanlar, çeşitli aşamalarda değişik hareket tipinde olabilmektedir. Heyelanların çoğu karmaşık türdendir. Zaten bir heyelanın tek ve kesin bir nedene bağlanması hemen hemen imkansızdır. Çünkü, bir çok neden, aynı anda devrededir. Karmaşık heyelanlar daha geniş bir alanı etkilediğinden, diğer heyelanlara göre çevreye daha büyük zararlar vermekte, ekolojik dengenin bozulmasına, büyük boyutta mal ve can kayıplarına neden olmaktadır. Bazı yayınlarda yukarıda kısaca bilgi verilen düşme, kayma, akma ve karmaşık heyelanlardan başka, yuvarlanma ve yanal yayılma tipi heyelanlardan da söz edilmektedir.
Yuvarlanma tipi hareketler, ana kaya yuvarlanması ile kaba ve ince malzemelerden oluşan toprak yuvarlanmaları şeklinde olmaktadır.
Yanal yayılma heyelan tipinde ise, ana kaya yanal yönde hareket ettiği gibi kaba ve ince malzemelerden oluşan toprakta yanal yönde hareket etmektedir.
HEYELANIN OLUŞUMU Heyelanlar gerek doğal gerekse suni faktörlerin etkisi altında meydana gelebilirler. Bölgenin jeolojik tarihçesi ve insan aktivitesi sonucu, bölgede meydana gelen değişiklikler şevlerin dayanımının bozulmasına etki eder. Şev stabilitesine etki eden birincil faktör yer çekimi etkisidir. Heyelana uğrayan birimler diğer ana ve tali etkilerin de yardımıyla yerçekimi kuvvetinin etkisi altında hareket ederler. Yerçekimi kuvveti, şev üzerinde gravite kuvveti ile aynı yönde davranış gösterir. Heyelanlar tipik olarak aşırı yağış, ani kar erimeleri, bitki örtüsü tahribatı ve yoğun sismik aktiviteler ile hareketlenir. Heyelanlar tek bir hareket şeklinde meydana gelebildikleri gibi küçük ölçekli birden fazla heyelan aynı anda hareket ederek büyük ölçekte bir hareket meydana getirebilmektedir. Özellikle küçük ölçekli oturmaların meydana getirdiği çatlak sistemleri yağışlı havalarda zeminin suya doygun hale gelmesine yol açmakta, böylece geniş ölçekli bir heyelan kütlesi içerisinde daha küçük ölçekli heyelanlar oluşmaktadır. Su, yamaçta bulunan örtüyü oluşturan elemanlar arasına sızarak, gevşemeye, yumuşamaya yol açar ve bu sayede yamaç örtüsü yamaç aşağı hareket etmek için daha uygun bir özellik kazanır. Yamaçtaki kütle bünyesinde bulunan sudan daha fazla miktarda su alınca dengede kalamadığından yamaç aşağı hareket eder. Az çatlaklı kalker, andezit, mermer, bazalt gibi ana kayalar ve geçirimsiz killi tabakalar heyelanın etkisini çoğaltmaktadır.
HEYELANIN ETKİLER
a. İnsan kaybı : İnsanların yerleşim birimlerinde veya yol güzergahlarında heyelan kütlesi altında kalarak ölmeleri
b. Hayvan kaybı : Hayvanların heyelan kütlesi altında kalarak telef olması.
c. Tarımsal Hasar : Tarla, bağ ve bahçeler ile içlerinde ekili bulunan ağaç ve bitkiler heyelanla sökülerek yamaç aşağı taşınabilir. Bu sırada toprak karıştığı için bitki toprak ilişkileri bozulmakta, otsu bitkilerin toprağa karışmasıyla verimsiz materyallere dönüşmektedir. Bunun sonucunda hem ürünler heyelan kütlesi altında kalır, hem de tarımsal verimsizlik ortaya çıkar.
ç. Toprak kaybı : Heyelanlarla yamaç aşağı kayan kütlenin önemli bir kısmı da topraktır. Tarım topraklarının bu şekilde taşınmış olması, uzun süreli bir tarımsal verim düşüklüğüne yol açar.
d. Mesken hasarları : Yerleşim merkezlerinde olan heyelanlar, meskenlerin kısmen yada tamamen hasara uğramasına neden olur.
e. Ulaşım ve Nakliyenin engellenmesi : Toprak kayması sonucunda karayolları ve demiryollarının kapanmasıyla hem heyelan bölgesine gönderilen yardımlar engellenir, hem de ulaşım ve taşımacılık engellenerek ülke ekonomisi zarara uğrar.
HEYELAN ESNASINDA YAPILMASI GEREKENLER:
a. Kapalı bir odada iseniz ve konuttan dışarı çıkmak için yeterli vaktiniz yok ise onutun en az etkilenebilecek köşesinde (hareketin kaynağından uzak) sağlam eşyalar arasına saklanın. Harekete karşın sabit ve güvenli bir noktaya sıkıca tutunun ve hareket sona erinceye kadar yerinizden kımıldamayın.
b. Açık alanda iseniz, toprak kaymasının meydana geldiği bölgeden acil bir şekilde yukarı kotlara doğru uzaklaşın. Çamur veya moloz akmasından kaçabilecek zamanınız yoksa kalkan görevi yapacak, sağlamlığına güvendiğiniz cisimlerin arkasına saklanın ve mutlak surette başınızın ve vücudunuzun hassas kemiklerini koruyun.
c. Açık alanda heyelanı önceden fark ettiyseniz çevrenizde bulunanlara, bağırarak, var ise düdük çalarak, diğer ses çıkaracak şeyleri kullanarak mutlaka uyarın.
ç. Kapalı bir yerdeyseniz başınızı kollarınızın arasına alın ve dizlerinizi karnınıza çekip (cenin pozisyonunda) bekleyin.
d. Toprak altında kaldıysanız gücünüzü fazla sarf etmeyin, çırpınmayın, çevrenizden sesler duymadıkça bağırmayın (kurtarma ekiplerinin gelip sizi kurtarmasını bekleyin çünkü, gücünüzü sarf ettikçe yaşama şansınız azalır).
e. Kapalı bir alanda (oda, kulübe vb. ) kaldıysanız; çevrenizde elektronik cihazlar var ise (radyo,teyp) açık bırakın (kurtarma ekiplerinde bulunan alıcılar yerinizi tespitte kullanılır). Cep telefonunuz var ise size en yakın birilerini arayıp yardım isteyin.
f. En önemlisi hiçbir zaman kurtarılma umudunuzu yitirmeyin.
HEYELAN SONRASINDA YAPILMASI GEREKENLER
a. İlk önce tehlikeli bölgelerden uzaklaşarak kendinizi güvenceye alın. b. İletişim hatları zarar görmemiş ise bölgenizde meydana gelen afet olayını en yakın idari birimlere haber verin. c. Her davranışınız ve yardımınızdan önce mutlaka emniyette olduğunuzdan emin olun. Unutmayın ki orada ilerisi için size de ihtiyaç duyulabilir. ç. Yakınınızda bulunan elektrik, gaz ve su kaynaklarını hemen kapatın. Çevrenizde gaz kaçağı olmadığından emin olun. d. Yanıcı maddelerle aydınlatma yapmaya çalışmayın. e. Çevrenizde yaralı veya yardıma muhtaç kişiler olup olmadığını tespit edin. Eğer bilginiz var ise yardım gelene kadar gerekli ilk müdahaleyi yapın. İkincil bir afet olayı meydana gelmemiş ise (yangın, çamur akması gibi) ciddi bir şekilde yaralanmış kimseleri yerlerinden kımıldatmayın. f. Parçalanmış, kırılmış su ve doğal gaz iletim hatları ile kopan elektrik kablolarının yerlerini tespit edin mümkünse çevrelerine ikaz edici levhalar yerleştirin. Gelen yardım ekiplerini bu tehlikelere karşı uyarın ve yerlerini bulmaları için yardımcı olun. g. Telefon ve cep telefonu gibi iletişim cihazlarını asgari seviyede kullanın.
ğ. Tehlike arz eden duvarlar, çatılar ve bacalara karşı çevrenizdekileri uyarın ve bu yapıların etrafında dolaşmayın. h. Radyo ve televizyon gibi iletişim araçları vasıtasıyla size yapılacak ikazları dinleyin ve titizlikle uygulayın. ı. Cadde ve sokakları acil yardım araçları için mümkün olduğunca boş bırakın. i. Hasarlı yapılara eşyalarınızı kurtarmak amacıyla kesinlikle girmeyin. j. Soğukkanlı olun ve sağlık ekipleri gelene kadar yapabileceğiniz basit ilkyardımları siz yapın. k. Yapılan yiyecek ve içecek gibi yardımları ihtiyacınız kadar alın. Çevrenizde bulunan birçok kişinin sizinle aynı durumda olduğunu unutmayın. l. Kurtarma ekiplerine yardımcı olun ve yapılan uyarılara mutlaka uyun
DEN(ge)[s]İZ
Konu: Geri: 11.Sınıf Konuları ve Etkinlikleri C.tesi Ara. 19, 2009 11:37 am
ÇIĞ
ÇIĞ: Dağlık, engebeli ve eğimli rüzgar altı yamaçlarda, tabakalaşmış kar örtüsünün vadi tabanına doğru yerçeki etkisiyle hızla kayması olayıdır. (Kar tabakasının iç ve dış kuvvetler etkisi ile yamaç eğimi yönünde gösterdiği akma hareketidir.) Çığ, ülkemizde özellikle doğu ve güneydoğu bölgelerinde dağlık kesimlerde kış ve ilkbahar mevsimlerinde karşılaştığımız büyük can ve mal kaybına neden olan bir doğal afettir. Meydana gelen her çığ, yüzlerce vatandaşımızın ölümüne sebep olmakta, hayatta kalanların kalplerinde onarılmaz yaralar açmakta ve büyük acılara sebep olmaktadır. Örneğin 1991-1992 kış mevsiminde Güneydoğu Anadolu da meydana gelen çığ olaylarında 384 vatandaşımız hayatını kaybetmiştir. Bunun yanında milyarlarca lira maddi zararlar vererek ülke ekonomisini de olumsuz etkilenmiştir.
Böylesine büyük maddi ve manevi yaralar açan çığ felaketini önlemek, neden olacağı can ve mal kaybını en aza indirebilmek için sürekli çalışmak, halkı bu konuda aydınlatmak, hatalı yerleşim ve davranışlardan sakınmalarını Böylece çığın sebep olacağı zararlar azaltılarak yeni kayıpların önlenebileceği gibi ülke ekonomisine büyük darbeler indiren bu felakete karşı halkımız bilinçli davranacaktır. TÜRKİYE’DEKİ ÇIĞ B**GELERİ:
Türkiye’deki çığ olaylarının büyük kısmının ARALIK-MART aylarında, çoğunluğunun Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerinin dağlık kesimlerinde ve Karadeniz Bölgesinin bazı kesimlerinde meydana geldiği görülmektedir.
Geçmişte yaşanan çığ felaketleri; arazi yapısı, güneşin etkisi ve ARALIK-MART döneminde bölgede esen hakim rüzgarların esme istikametleri ile birlikte değerlendirilerek Karadeniz, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerinde çığ ihtimali yüksek olan kesimler, Karadeniz bölgesinde: Küre ve Soğanlı Dağları, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerinde: Tecer, Yama, Otluk Beli, Munzur, Karagöl, Palandöken, Kargapazarı, Aras Güneyi, MuşGüneyi, Kavuşşahap, Van Doğusu ve Hakkari Dağları
Değerlendirmelere göre, çığ olaylarının en fazla görüldüğü iller sırasıyla; Bingöl, Tunceli ve Bitlistir. **ümcül çığ olaylarının büyüklüğü açısından sıralama; Şırnak, Tunceli, Bayburt, Hakkari, Bitlis ve Siirttir.
Yapılan araştırmalara göre ; Doğu, Güneydoğu ve Kuzey Anadolu yerleşim bölgelerinde meydana gelen çığ olayları, can kaybı açısından deprem felaketinden sonra ikinci derecede önem arz eden doğal afet durumundadır
1958 yılından beri Türkiye’de afet kayıtlarına geçmiş 448 adet çığ olayında can kaybı miktarı 850 kişidir. Bu kaybın en çarpıcı örneği; 1991-1992 kış mevsiminde 328 kişinin hayatını kaybetmiş olmasıdır. Çığın sosyal etkisi sadece can kayıplarıyla sınırlı değildir. Çığdan etkilenen alanlardaki maddi kayıpları karşılayamayan insanların bölgeden göç etmesi de sosyal bir sonuçtur. Ekonomik açıdan bakıldığında ise bölgede çığların verdiği hasarların kısa sürede telafi edilememesinin getirdiği zorluk nedeniyle oluşan üretim ve iş gücü kayıpları giderek artmakta ve bazı bölgelerin turizm potansiyeli dahi dolaylı olarak etkilenmektedir.
ÇIĞ BAŞLAMADAN ÖNCE ALINACAK EMNİYET TEDBİRLERİ
Çığ bölgelerindeki bir çok tehlikelerden kaçınılabilir yada bilinen ve uygulanan birkaç basit kuralla çığın etkisi azaltılabilir. Aşağıdaki kurallara, çığ ihtimali olan bölgelerden geçerken bağlı kalınmalıdır.
Malzemenin Ayarlanması :
Bacakların ve kolların serbestliğini sağlamak için personel, buz baltasının bilek halkasını bileğinden çıkarır. Kayakları kullanırken bağlantıları çıkartmayı kolaylaştırmak için gevşetir ve kayak sopası kayışlarını bileklerinden çıkartır. Kayaklar karışabilir, hareketi sınırlar ve kayan karla sürüklenebilir. Kar koşullarının izin verdiği anlarda tehlikeli bölgelere kayaklar taşınarak, yürüyerek emniyetlice geçilir. Kayarken, personel tüm hareketlerini tedbirlice yapar. Silahlar ya çıkarılmalı ya da gevşetilmelidir.
Güzergahların Seçimi :
Personel, çığ yollarını öğrenmeli ve mümkün olduğu sürece tehlikeli eğimlerin etrafından dolaşmalıdır. Tepenin üzerinde hareket edebilir ama asılı kalmış bir pervazın üzerinden geçemez. Bir karışıklığın her iki yamaçta oluşabilecek çığlara neden olabileceği ve dar vadi tabanının kar kütleleri ile dolabileceği V şeklindeki vadilerin tabanı boyunca hareket etmekten sakınmalıdır. Geniş U şeklindeki vadilerin ortaları boyunca ilerlemek daha az tehlikelidir . Çünkü, oluşan çığ, ortadan yürüyen birliklere daha küçük bir tehlike oluşturarak kuvvetini geniş vadi tabanına yaymaya yönelecektir. Personel vadi tabanında bulunan morenler gibi doğal bariyerlerin üzerinden geçmemelidirler. Çünkü, bir kaya bir bariyerle çarpışabilir.
Taktiksel bölgelerin seçimi :
Tehlikeli koşulların var olduğu bölgelerde, savaş pozisyonunun ileri karakolların, komuta yerlerinin, güvenlik unsurlarının, batarya pozisyonlarının, ordugah mevzilerinin ve ileri destek üslerinin yerleri büyük bir dikkatle seçilmelidir.
Hava durumu :
En son hava tahmini, hareketten önce en iyi mevcut kaynaktan elde edilmelidir. Harekat boyunca, havadaki değişim göstergelerine karşı personel uyanık olmalıdır. Ani herhangi bir değişim tehlikeli olabilir.
Çıkma ve inme
Çığ eğimleri çıkılır yada inilirken tercihen kar tabakasının daha az kaymaya meyilli olduğu kayaların kaya tabakalarının ve ağaçların çıkıntı yaptıkları bir hat boyunca personel, düz yukarı tırmanırlar yada aşağı inerler. İleri yada geri travers yapmaktan kaçınılmalıdır. Çünkü kar tabakası parçalara ayrılmış yada karışmış olabilir. Kar birikiminin yerleri olan kayaklar, sel sularının açtığı dere kayakları ve alçak arazi şekillerinden kaçınılır. İnceleme ve test etme :
Traverslenecek alan mutlaka tehlike işaretleri için daima incelenmelidir. Bir personel, tehlikeli eğime girmeden önce aynı eğim ve görünüşteki küçük bir alanı test etmelidir. Rüzgar bloğu yapılarından kaçınılmalıdır. Çünkü, katılığı hakkında sahte izlenimler verir. Güneşin sebep olduğu gölgelenme incelenmelidir. Eğim üzerine dik düştüğü anda güneş faaliyeti maksimumdur. Emin olmayan bir eğimde, personel, ormanın, rüzgarın aşındırdığı eğimlerin ve arazi bariyerlerinin koruyuculuğunu aramalıdırlar.
Uygun zamanlama :Çığ tehlikesi olan alanlarda hareket eden personel, yerel koşullara ve aşılacak alana bağlı olarak aralarındaki mesafeyi artırırlar. Yalnızca olası en az sayıdaki kişiler o anda bu tehlikeye maruz kalırlar. Eğer bir tehlikeli eğim, derin bir çukur yada dere yatağı traverslenmek zorundaysa ekibin diğer elemanlarına tırmanma ipiyle bağlanmış bir personel eğimi test eder. Görsel temas sağlanır ve eğer gerekliyse ikaz karakolları kurulur yada gözlemciler güzergah boyunca güvenli yerlere yerleştirilir.
Çığ kaytanının kullanılması :
Personel, çığ alanlarında keşif görevindeyken ve özelliklede test için parlakça boyanmış ipin bir ucu (15-20 m. ) gövde çevresine bağlanır ve geride taşınır. Bu parlak renkli çığ ipi, bir güvenlik tedbiridir ve çığ nedeniyle gömülmüş bir elemanın yerini bulmaya ve kurtarmaya yardım eder. Çünkü ip, yüzeyde yada yüzeye yakın bir yerde kalmaya meyillidir.
Bugünkü teknolojik ilerlemeye rağmen bir çığın kesin oluşum zamanını belirlemek henüz imkansızdır. Ancak, bu amaçla geliştirilen yöntemler doğrultusunda yapılan çalışmalara çığ olabilecek lokasyonu ve çığ oluşma anının yakın olup olmadığını belirleyebilmek mümkündür. Bu saptama insanların güvenliği açısından çok önemlidir. Bu nedenle, günümüzde bölgesel ve lokal olarak çığ tahmini çalışmaları tüm dünyada sürdürülmektedir. Çığ tahmini, pratikte çok farklı ölçeklerde çalışıldığında geniş bir hassasiyet yelpazesi ortaya çıkar. Bu hassasiyet, çalışılan yerin mikro ölçekte bir yamaç için duyarlılık tespiti olmasından sinoptik olarak bir dağ kuşağı için yapılan tahmin çalışmalına kadar değişiklik gösterir. **çek mikro ölçekten sinoptiğe doğru yaklaştıkça hassasiyet düşer.
Çığ riskinin yüksek olduğu yerlerde, çığ patikalarının bulunduğu yamaçların özelliklerini verecek şekilde yakın bir noktada konumlandırılan kar ve çığ rasat istasyonlarında çok çeşitli ölçümler yapılır. Bu ölçümlerden bazıları; gerçek zamanlı meteorolojik ölçümler ile periyodik olarak 1 veya 2 haftada bir (gerektiğinde daha sık da olabilir) yapılan ve kar örtüsünün özelliklerinin tanımlandığı kar profili alma işlemidir. Eğer gerek duyulursa, bu profil alım işlemi dışındaki tüm bu rasatlar, eller veya otomatik istasyonlar (24 saat boyunca ölçüm yapabilen, ölçüm sonuçlarının manyetik ortamlara kaydedebilen) kullanılarak yapılabilmektedir.
Toplanan tüm veriler, istatistiksel veya sayısal bazlı modellerde kullanılmak ve tutarlı tahminler yapabilmek için bilgisayar ortamında depolanıp analiz edilip uzmanların yorumlarına hazır hale getirilmektedir. Bu son aşama henüz Türkiye`de gerçekleşmemiştir. Çığ üzerine yapılan detaylı çalışmalar ülkemiz için yeni olması ve ölçümü yapacak kurumlar arası sorumluluk paylaşımları halen netleşmediğinden veri elde etmede sıkıntılar doğmaktadır. Örneğin mikro ölçekteki (bir veya birkaç yamacı içeren bir alanda) tahmin çalışmaları sonucunda; çığ riski taşıyan yamaç veya yamaçların tespit edilmesi, farklı seviyelerde tanımlanan kar örtüsünün duyarlılık değerlerinin bulunması, çığ önleme ve/veya insanların uyarılması için gereken kararların verilmesi sağlanır. Bu sonuçlara erişebilmek ve yukarıda kısaca bahsedilen, pratik olarak uygulanan ve tatmin edici sonuçlar veren kar örtüsünün duyarlığı tespiti işlemi bazı yöntemler kullanılarak yapılabilir. Bilindiği gibi kar örtüsü içinde zayıf tabaka olarak isimlendirilen ve kar örtüsünün duyarlılığını bozabilecek tabakalar vardır. Arazide uygulanan tahmin yöntemlerin bir çoğu bu tabakaların varlığını ve özelliklerini tespit etmekte (risk değerlendirmesi) kullanılmaktadırlar.
ÇIĞA MARUZ KALINDIĞINDA NE YAPMALI
Bir çığa yakalanıldığında bir personel kurtarabilme ve hayatta kalabilme şansını artırabilmek için belli hareketler uygulanabilir. Paniğe kapılmamalıdır ama oto kontrolünü sağlamalıdır. Yüzeyde kalmaya çalışılır ve ana kayma hattından dışarı çıkmaya çalışılır. Eğer bir personel çığa maruz kalmışsa kendi yaşamı için savaşmalıdır. Kayaklar, kayak sopaları ve sırt çantalarının hepsi bir personelin çığda hayatta kalabilme şansını engeller. Kayaklar ve kayak sopaları personeli aşağı çekebilir ya da gövdeye karşı manivela hareketi uygulandığında yaralanmalara neden olur. Sırt çantaları aşağıya çeker ya da personelin dengesini etkiler. Tüm atılmış ekipmanlar, eğer personel bütünüyle gömülmüşse, personel pozisyonunun ip uçlarıdır.
a. Eğer mümkünse, çığın kenarına doğru hareket edilmelidir. Kar, kenarlarda daha yavaş hareket eder. Eğer dışarıya yuvarlanmaya çalışılıyorsa, düşme hattına 45 derecelik bir pozisyon alınmalı ve gövdeyi çığdan daha hızlı söndürmeye çalışılmalıdır. Eğer ayaklar yere değerse sertçe itilmeli ve yüzeye ulaşmaya çalışılmalıdır. Size yardımcı olabilecek sabit bir ağaca veya kayaya tutunmalıdır. b. Baş, kar altında giderken personel ağzını kapamalı, nefesini tutmalı ve ellerini, kollarını kullanarak yüzünün önünde bir hava kesesi oluşturmalıdır. Bir çok çığa maruz kalmış personel, ağızlarına ve burunlarına kar dolmasıyla boğulmuşlardır. c. Durulacağı alana ulaşmış bir çığ, hızla yavaşlar ve durur. Çığın yavaşladığı anda yüzeye ulaşmaya çalışılır. Bir çok personel yüzeye yakın bulunmuşlardır. Kendilerini yukarı itmelidirler. Dik oturmalı ve bir kollarını yüzeye uzatmalıdırlar. Bir çok personel çabucak bulunmuştur. Çünkü bir el yada ayak yüzeye ulaşmış ve dışarı çıkmıştır.
Kar hareketi durduğunda aşağıdakiler uygulanmalıdır.
(1) Kar, genellikle yavaşlarken çimento gibi davranır. Bir personel yalnızca bir bölümünden gömülmüş olsa bile, kendisini kazarak kurtarması zor ya da imkansızdır. Eğer bütünüyle gömülmüşse kendisine yardım edemez. Kurtarma personeli tam üstünde olmadıkça bağırmamalıdır. Ses, karın içinde birkaç cm. den daha fazla ilerlemez.
(2) Kurtulmak için asla çırpınmamalıdır. Bu yalnızca enerji ve oksijen kaybı olacaktır. Rahat bir şekilde durmaya çalışmalıdır. Eğer personel kendini kaybederse, soluk alamaz ve nabzı azalır, kalp atışı düşer ve vücut sıcaklığı azalır. Tüm bunlar oksijene olan ihtiyacı azaltır.
ÇIĞIN FİZİKSEL ETKİLERİ
Hareket halindeki bir çığ, binlerce ton karın büyük bir süratle aktığı, asırlık ağaçları kibrit çöpleri gibi dağıttığı, binaları, köprüleri ve elektrik direkleri gibi yapıları kolaylıkla tahrip ettiği doğal bir güçtür. Farklı tür çığlar, farklı tür ve büyüklükteki hasarlara neden olurlar. Özellikle kar örtüsünün ve akan kütlenin yoğunluğu, kar örtüsünün boyutları, çığın hızı, çığın hareket halinde iken koparıp bünyesine kattığı cisimler vb. parametreler çığların meydana getireceği tahribatı belirler. Çarpma basınçları, çığın akış hızı ve yoğunluğu ile orantılıdır.
Çığların Çarpma Kuvvetleri, toz çığların bağıl olarak zararsız sayılabilecek kar bulutlarının uyguladığı hava basıncından güçlendirilmiş beton yapıları bile yıkabilecek güçteki kuru kar çığlarının uyguladığı basınçlara kadar geniş bir yelpaze sergiler. Genellikle kuru kar çığları, yüksek akış yoğunluğu ve hızın meydana getirdiği kombinasyonlar neticesinde yıkıcı özellik gösterirler. Ayrıca herhangi bir çığ türünün özellikleri bu kombinasyona yaklaşması benzer bir yıkıcı etki göstermesi demektir.
Çığların insan yaşantısı üzerindeki etkisi tahmin edilemeyecek kadar fazla olabilmektedir. En önemlisi, çığ afeti nedeni ile her yıl çok sayıda insan hayatını kaybetmektedir. Bu insanlar; çığ oluşumuna müsait dağlık alanlardaki yerleşim yerlerinde yaşayan ve/veya o bölgelerde görevli olanlar, turistik amaçla bulunanlar olup, Türkiye`de azımsanmayacak kadar büyük bir topluluğu oluşturmaktadır. Verilen insan kayıplarının yanı sıra çok sayıda hayvanın telef olması, evlerin yıkılması, ormanların yok olması, elektrik ve haberleşme hatlarını tahribi, yolların kapanması, köprülerin yıkılması, derelerin tıkanıp taşkın tehlikesinin oluşması gibi önemli oranda milli gelir kaybına neden olan sonuçlar doğurmaktadır.
ÇIĞIN OLUŞTURDUĞU TAHRİBATLAR
Yerleşim Alanları
Dağlık alanlarda, binalar ve bunlara bağlı olarak inşa edilen tüm alt ve üst yapı tesisleri katastrofik çığların etkisi ile önemli ölçüde zarar görmektedirler. Tahribat bazen bir ev ile sınırlı olabildiği, bazen de tüm yerleşim alanı çığın altında kalmakta ve tamamı ile yok olmaktadır! Son 30 yıl içinde bu tür hasarlar ve üzücü kayıplar ile biten bir çok çığ olayını Türkiye yaşamıştır. Üzücü can ve mal kayıplarının yaşanmaması ve önemli ölçüde tahribatın meydana gelmemesi için çığ konusunun çok ciddi olarak ele alınarak, önlemlerin zamanında alınması ve yeterli bilinçlendirme sağlanması gerekmektedir. Aksi halde, acı olaylar tekrarlanabilecektir.
Karayolları ve Demiryolları:
Üzerindeki sanat yapıları ile beraber bir çok kara ve demiryolu çığın yıkıcı etkisinden kurutulamamakta ve uzun süre ulaşımda önemli aksamalara meydan vermektedir. İletişim/ Enerji Nakil Hatları:
Yerleşim yerlerine yakın mesafelerden geçebildiği gibi özellikle uzaktan ve yüksek kesimlerden de haberleşme ve enerji nakil hatları geçmektedir. Çığ patikaları üzerine veya çığın etki alanına girecek kadar yakına kurulmuş olan bazı hatlar, çığdan zarar görebilmektedirler. Bir iletim hattında hasar meydana gelmesi, o hatların servis verdiği yerleşim yerlerinin uzun süre haberleşmeden ve/veya elektrikten yoksun kalması demektir. Yaşamı olumsuz olarak etkileyen bu olay, aynı zamanda önemli ölçüdeki enerji kaybını da beraberinde getirecektir.
Ticari Endüstriyel Kullanım Alanları: Özellikle, büyük miktarda işgücünün istihdam edildiği sanayi ve ticaret bölgelerinde meydana gelebilecek bir çığın tahribatı sonucu oluşacak milli gelir kayıpları üzüntü verici boyutta olabilir.
Ormanlar: Katastofik çığlar genellikle uzun tekrarlama periyoduna (dönüşüm süresi) sahip ve orman büyüme sınırının üstündeki hatlardan başlayan çığlardır. Bu büyüklükteki çığlar, her oluşunda orman örtüsüne büyük zarar vermektedir. Kimi olaylarda, binlerce ağaç, yaşı ve büyüklüğü ne olursa olsun yok olabilmekte, ekonomik olarak kullanılmayacak hale gelmiş yüz binlerce m3 ağaç parçası olarak çığın topuk kısmında depolanmaktadır. Tekrar yetişmesi için en az 50 ile 100 yıl arasında bir zamana ihtiyaç duyan ormanların çığlar ile yok olması, zaten az olan orman varlığının daha da azalmasına neden olmaktadır.
Kış Turizmi:
Bugün Türkiye`de faal olan 16 adet , faaliyete girmeye hazırlanan yaklaşık 20 adet olmak üzere toplam 36 adet kış turizm ve spor merkezi bulunmaktadır. Ayrıca, her sene bu sayılara sürekli yenileri eklenmekte ve dolayısıyla ile bu merkezlere gelen turist sayısı da her geçen gün artmaktadır. Özellikle çok sayıda kayak ve kar sörfü yapan kişilerin tehlikeli alanlarda kayma istekleri, kendi oluşturdukları çığlar nedeni ile yaralanmalarına veya ölmelerine neden olmaktadır. Kendi isteği ile, kayak pistleri dışında, uyarılara aldırmadan kayan kişinin maruz kaldığı çığ olayları yanında; halen kayak merkezlerinin son derece güvenli olması gereken kontrollü pistlerinde dahi ölümlere yol açan çığların olması düşündürücüdür. İnanılmaz bir ihmalkarlıktan kaynaklanan bu acı olayların önlenmesi, öncelikle pistlerin deneyimli teknik elemanları denetiminde olması ve kontrollü olarak açılıp kapatılmasına bağlıdır.
DEN(ge)[s]İZ
Konu: Geri: 11.Sınıf Konuları ve Etkinlikleri C.tesi Ara. 19, 2009 11:37 am
SEL VE SU BASKINLARI
Son yıllarda meydana gelen sel ve su baskını olaylarından sonra ülkemiz doğal afetler konusunda büyük önlemler almıştır. Meydana gelen seller çok yüksek oranda can ve mal kaybına yol açmakta sosyal hayatı ve ülkenin ekonomik durumunu felç etmektedir. Sel felaketi Türkiye de meydana gelen doğal afetlerde depremden sonra en fazla etki alanına sahip ve hayatı olumsuz etkileyen afettir. Son yirmi yılda Türkiye de 598 adet büyük hasar veren sel olayı meydana gelmiş toplam 522 kişi hayatını kaybetmiş 28708 adet mesken zarar görürken 6 milyon dekar alan etki altında kalmıştır.
Bir nehir/dere yatağındaki mevcut su miktarının, havzaya normalden fazla yağmur yağması veya havzada mevcut kar örtüsünün erimesinden dolayı hızla artması ve yatak çevresinde yaşayan canlılara, arazilere, mala, mülke zarar vermesi olayına SEL denir.
Selden sonra suyun yatağından taşarak çevredeki geniş düzlük ve çukur alanlara ayılmasına SU BASKINI (TAŞKIN) denir Aslında sel, doğanın kendi mekanizması içinde kaldığı sürece, normal bir hidrometeorolojik olay olarak kabul edilmektedir. Ancak çeşitli nedenlerle doğanın dengesinin bozulmasına bağlı olarak ortaya çıkan olumsuzlukların da etkisiyle, bu olay zaman zaman bir afete dönüşebilmektedir.
Sel, akarsu yataklarında, vadi tabanlarında, yamaçlar boyunca düzensiz ve geçici sel yatakları içinde, kıyılarda ve şehirlerde görülmektedir. Her akarsuyun beslenme koşullarına bağlı olarak, mevsim normallerine göre bir akım değeri (debisi) vardır. Ancak uzun süre devam eden sağanak yağışlar ve artan sıcaklığa bağlı olarak görülen hızlı kar ve buz erimeleri ve diğer bazı nedenlerle, bu akarsulara kısa sürede büyük miktarda su gelebilir. Akarsulara karışan bu sular, o akarsuyu besleyen dereden ani olarak gelen ve fazla miktarda taşıntı içeren su kütlelerinden kaynaklandığı gibi, yamaçlardan düzensiz ve hızlı bir biçimde akan yüzey suları ile göl ve deniz sularındaki yükselmelerden de kaynaklanabilir. Bunun sonucu olarak yataklar, fazla su taşıyamaz duruma gelir. Mevcut su kütlesi önce normal yatağın hemen yanında yer alan taşkın yatağı yada sel yatağı adı verilen yerlere, daha sonra da yakın çevredeki alanlara yayılabilir. Genel olarak çeşitli nedenlerle su kütlesi ve hızı artan bir akarsuyun, çevresindeki şehir, kasaba ve yerleşim yerlerine, altyapı ve endüstri tesislerine, tarım ve turizm alanlarına zarar vererek, sosyal ve ekonomik yönden sorunların yaşanmasına neden olabilir.
Yamaçların yukarı kesimlerinde yüzeysel olarak akan büyük su kütlesi genellikle daha aşağı seviyede kendisine bir yatak açarak yüzeysel akıştan, çizgisel akışa geçmektedir. Açılan bu yataklara sel yatağı ya da sel yarıntısı denir. Bu sel yarıntıları içinde akan sular daha sonra normal yatağı içinde akan ve zaten su kütlesi artmış olan akarsularla birleşir. Bunlar bir bakıma, ana sel ağının kollarıdır ve şiddetli yağışlarla oluşan sellerin de en büyük kaynağıdır. Sel yarıntıları, hem yamaçlarda hem de daha düz alanlarda açılabildiğinden, buralardan hızla akan su, bol miktarda yüzey malzemeleri (toprak, bitki, kaya parçaları vb.) taşıdığından, sel suları daima bulanık ve çamur rengi görünümündedir.
SEL VE SU BASKINLARININ TÜRKİYE’DEKİ DURUMU
Türkiye’de çok sık görülen doğal tehlikelerin başında, sel olayları gelmektedir. Önemli can ve mal kaybına neden olan ve değişik nedenlerle oluşan sel, ülkemizin hızla değişen ve gelişen sosyal ve ekonomik yapısı içinde daha da etkili olmakta, büyük ekonomik kayıpların ve acıların yaşandığı afete dönüşmektedir. Ülkemizde görülen doğal afetler içinde sel, depremden sonra en büyük can ve mal kayıplarının görüldüğü doğa olayıdır. Her yıl bu afetten kaynaklanan ekonomik kaybın ortalama 160 trilyon Türk Lirası olduğu hesap edilmiştir.
Sel taşkınını önleme ve kaza zararlarından korunma çalışmaları sonucu, son yıllarda sellerin sayısındaki artmaya rağmen can kayıplarında belirli bir azalma olmuştur. Ancak bu iyimser tabloyu ekonomik yönden çizmek zordur. Çünkü Sel/Taşkın riski olan alanlardaki ekonomik etkinlikler zamanla artmıştır. Bu nedenle daha küçük boyuttaki bir sel olayında bile oluşan ergonomik kayıplar, daha nce yaşanan ve daha büyük boyuttaki bir sel olayındakinden, daha fazla olmaktadır.
Türkiye’nin sel olayına karşı duyarlılığını doğal etkenlerin (iklim, bitki örtüsü, topografya vb.) yanında, insanların çeşitli ekonomik ve sosyal etkinlikleri de belirlemektedir. Çeşitli sektörlerdeki ekonomik faaliyetlerin yoğun olarak devam ettiği ülkemizde hızlı nüfus artışı, sağlıksız kentleşmeyi de beraberinde getirmektedir. Bu durum sele duyarlı alanlarda ve özellikle de akarsu havzalarında nüfus ve sanayi yoğunluğunu arttırmaktadır. Bu yerleşim alanlarında yeni yollar açılmakta, kurulan işletmeler ile arazi yapısı değişmekte, ormanlar ve meralar tahrip edilmektedir, dolayısıyla havzadaki jeomorfolojik ve hidrolojik denge bozulduğundan can ve özellikle de mal kaybına neden olan Sel/Taşkın afetleri daha sık görülmektedir
Hangi koşullar altında olursa olsun Türkiye, hızlı ve çarpık bir biçimde artan nüfusun, iskan ve düzgün alt yapı ihtiyacının karşılanabilmesi için, akarsuların özelliklerini göz önüne alarak, su yapılarını projelendirmek, güçlendirmek, ekonomik yönden akarsu havzalarını çok dikkatli bir biçimde değerlendirmek zorundadır. Bunun için bütün akarsu havzalarının Sel/Taşkın karakterini belirlemek çok önemlidir.
Bu konuda yapılacak ilk iş, Türkiye’nin yapı ve yeryüzü şekilleri, doğal bitki örtüsü ve iklim özellikleri ile sosyo-ekonomik yapısının kapsamlı bir
biçimde ortaya konulmasıdır. Çünkü akarsu havzalarının sele karşı duyarlılıklarını; büyüklükleri, jeolojik ve jeomorfolojik özellikleri, kullanım durumları, toprak özellikleri, orman örtüsü, kütle hareketleri ve erozyona karşı tutumları, vadi eğilimi ve uzunlukları gibi etkenler belirlemektedir.
Jeomorfolojik olarak Türkiye etrafı dağlarla çevrili, ortalama yüksekliği 1100 metre civarında olan, derin vadilerle yarılmış bir plato görünümündedir. Eğimi % 40 olan alanlar, genel yüz ölçümün %45’ini kaplamaktadır. Türkiye’nin büyük bir bölümü bu jeomorfolojik özelliğiyle şiddetli ve sürekli yağış sonucunda her an sel olayı ile karşılaşabilecek olan bir ülke konumundadır.
İklim olarak Türkiye’nin güney kıyıları yazları sıcak ve kurak, kışları ılık ve yağışlı olarak bilinen Akdeniz iklim bölgesinde yer almakla beraber, tamamında ise sahip olduğu fiziki coğrafya özellikleri nedeniyle, yoğun kar yağışları yanında yaz ve ilkbahar yağışlarının da görüldüğü bir ülkedir
Türkiye’de arazi kullanımı yönünden bakıldığında, ilk çağlardan günümüze kadar, başta ormanlar olmak üzere, doğal bitki örtüsünün büyük bölümü yok edilmiştir. Bitki örtüsü tahrip edilen alanlarda, eğim ve erozyon nedeniyle tarım yapılamaz hale geldiğinden, kültür bitkileri yönünden de fakirleşen yamaçlar, sel oluşumunu hızlandıran bir etken haline gelmiştir.
Bir yerdeki sel oluşumunu ve onun bir afete dönüşmesini, aşağıda özetlenen etkenler belirlemektedir.
a.İklim özellikleri,
b.Bitki örtüsü,
c.Fizyolojik özellikler,
ç.Beşeri etkinlikler.
Sel oluşumunda, bütün iklim değişkenlikleri önemli rol oynamakla birlikte, bunların içinde en önemli olanı yağıştır. Etkili yağışlar sel oluşumu için temel nedendir. Bir yerde uzunca bir sürede az miktarda su bırakan bir yağış, sele neden olmazken, kısa sürede görülen ve daha fazla miktarda su bırakan yağış, sele neden olabilmektedir. Çünkü şiddetli yağış sonucu kısa sürede oluşan büyük su kütlesi, bitki ve toprak tarafından tutulamadığından, doğrudan yüzey akışına geçmekte ve kontrolsüz akan bu sular, sele neden olmaktadır. Yine kalın bir kar örtüsü üzerine, nispeten ılık bir havada yağan yağmur da, ani kar erimelerine neden olduğundan, sel olma şansını arttırmaktadır Özellikle çıplak arazilerde, toprağın nem miktarı da önemli bir etkendir. Neme doymuş topraklar, suya doymuş olduğundan, emme kabiliyeti zayıflayacak ve şiddetli yağış sonrası oluşan su kütlesinin büyük bir bölümü yüzeysel akışa geçecektir. Buna karşılık nemi düşük olan arazide yağış sularının bir kısmı toprak tarafından emileceği için, buralarda sel olasılığı da azalacaktır.
Bitki örtüsü yönünden zengin, nemli iklim bölgelerinde, çok şiddetli yağışlardan sonra bile, emilme ve bitki gövdelerinin akış hızını azaltması nedeniyle sel çok fazla görülen bir olay değildir. Nemli tropikal bölgeler bu özelliğe sahip olan yerlerdir.
Fizyolojik olaylar dendiği zaman, o bölgenin orografik durumu, yükseltisi, eğimi, toprak özellikleri, denize yakınlığı-uzaklığı, anlaşılmalıdır. Bütün bu özellikler, akarsu havzalarının yağış, sıcaklık, buharlaşma ve drenaj koşulları ile bitki örtüsünün dağılışını yönlendirerek, sel olaylarına karşı duyarlılığını ortaya koyan faktörlerdir.
Etkili yağışlara bağlı olarak oluşan ani seller genellikle akarsuların yukarı havzalarında oluşmakta, eğilimine göre de etkileri artmaktadır. Havzanın aşağı kesimlerinde ise, daha çok taşkınlara dönüşmektedir.
Özellikle tsunamilerin ve kuvvetli fırtınaların neden olduğu dalgalara bağlı, deniz kabarmaları sonucu ve şiddetli yağışlar sonrasında akarsu debilerinin artmasıyla ortaya çıkan seller, alçak kıyılara ve düzlüklere sahip olan ülkelerde çok daha etkili olmaktadır. Örneğin, Bangladeş bu ülkelerin başında gelmektedir. Buralar daha çok Muson yağışlarına bağlı olarak oluşan bu tip sel ve taşkınlıklardan çok etkilenmekte ve sel sürecinde çok büyük can ve mal kaybı yaşanmaktadır. Örneğin, 1972 yılının Kasım ayında Bangladeş’te 200.000 kişi, periyodik olarak bu tip sel ve taşkın olaylarının etkisinde kalan Leningrad’da ise 1924 yılında 20.000 kişi yaşamını kaybetmiştir.
Geniş bir havzayı ilgilendiren sel özellikle akarsu havzalarının aşağı kısımlarındaki düzlük alanlarda birkaç hafta, hatta birkaç ay etkisini sürdürebilmektedir. Ama bir akarsuyun yukarı havzasında yer alan alanlarda ve daha küçük akarsu havzalarında görülen sel olayı ise, birkaç saat içinde etkisini kaybedebilmektedir. Bu tip seller daha çok dağlık yapıya sahip, kurak ve yarı kurak bölgelerde görülmektedir.
Beşeri etkinlikler dendiği zaman insanın sosyal, kültürel ve ekonomik bütün etkileri ile insanla doğal çevre arasındaki ilişkiler akla gelmektedir.
Doğal afetlere neden olan bütün doğal olaylar, normal ölçüler içinde olduğu sürece, doğanın dengesi ve yaşamın devamı için gerekli olan olaylardır. Sel olayını da aynı açıdan değerlendirmek gerekir. Ancak bu olayların afet haline dönüşmesi, ekonomik ve sosyal gelişme bağlamında süregelen insan etkinliklerinin, doğal çevre üzerinde yaptığı olumsuz etkilerle ilişkilidir.
Örneğin, akarsu yataklarının akışının engellenecek biçimde kullanılması , yani sel, taşkınına hassas yerlerin yerleşime açılması, akarsu ve taşkın kontrol sistemlerinin yetersizliği, doğal bitki örtüsünün tahribi, yol yapımı gibi daha bir çok beşeri etkinlikler, sel afetinin oluşmasına ve zararlarının artmasına neden olmaktadır. Daha önce belirtildiği gibi seller, değişik isimlerle anılmaktadır. Ancak bunların içinde akarsu selleri ile kıyı sellerinin daha kolay doğal afete dönüşebilme özellikleri nedeniyle ayrı bir yeri vardır.
SEL VE SU BASKINLARININ ZARARLARI
Dünyanın hemen her bölgesinde değişik sıklıkta ve boyutta görülen sel olayları, büyük can ve mal kayıplarına neden olmaktadır. Aynı zamanda doğal tehlikelerin en yaygın olanıdır. Dünyada her yıl yaklaşık ortalama 75 milyon dolayında insan bundan arklı biçimde etkilenmektedir.
a. Kütle Etkisi : Hızla akan su ile taşınan malzemeler çarptığı her şeyi, canlı ve cansız çevre ile kültürel çevreyi (insan, bitki, hayvan, yol, köprü, bina, fabrika, araba vb.) tamamen yada kısmen tahrip ederek yada yok ederek büyük can ve mal kaybına neden olabilir.
b. Erozyon Etkisi : Yukarı havzalardan başlamak üzere, aşağı havzalara kadar, havza boyunca her yerde yeni çatlakların ve oyukların oluşması, yatak yamaçlarında çökmelere neden olduğundan, buralarda yamaç hareketleri hızlanır, büyük miktardaki toprak başka yerlere taşınır.
c. Su Basması : Tarım ürünleri, taşınabilir ve taşınamayan mallar büyük zarar görür büyük can ve mal kayıpları yaşanabilir
ç. Taşıntı Etkisi : Selin verdiği en büyük zararların bir kısmı da Taşıntı baskınına bağlı olarak ortaya çıkmaktadır. Çünkü bunlar etkili ve kalıcı zararlardır. Bunları aşağıdaki şekillerde sıralamak mümkündür.
(1) Değişik yüzey malzemelerinin, bir alanı (özellikle tarım alanını) kaplaması, o alanın doğal yapısını bozar, kalitesini düşürür ve verimini azaltır.
(2) Sel ve dere yataklarının taşıntıyla gittikçe tıkanması sonucu sel suları kontrolsüz hale gelir.
(3) Hidroelektrik santralleri işlevlerini yerine getiremez hale geldiğinden, enerji üretiminde düşme görülebilir.
(4) Taşınan ve yığılan malzemeler nedeniyle kara ve demir yollarının kapanması sonucu ulaşım aksar.
(5) Su kanalları tıkanabilir, drenaj sistemlerinde tahribat olabilir.
(6) Limanlar büyük zarar görebilir.
(7) Çeşitli sosyo-ekonomik sorunlar ortaya çıkar.
SEL VE SU BASKINLARINDA ALINACAK TEDBİRLER:
a. Başta ormanlar olmak üzere, doğal bitki örtüsü iyi korunmalı ve çıplak alanlar ağaçlandırılmalıdır.
b. Doğal çevre korunmalı ve doğal kaynaklar bilinçli bir biçimde kullanılmalıdır.
c. Arazi kullanımı ilkelerine uyulmalı havzalarda yeteri kadar sıklıkta meteorolojik ve hidrolojik gözlem istasyonları kurulmalıdır.
ç. Akarsu yatağı içinde suların akış hızını kesici setler ve göletler yapılmalıdır.
d. Ülkelerin meteoroloji ve hidroloji kuruluşları sel ve taşkın erken uyarı sistemi için yeterli eleman ve teknoloji ile donatılmalıdır.
e. Akarsu yatakları ve sele duyarlı yerler, hiçbir şekilde yerleşime açılmamalıdır.
f. Özellikle düşük kotlu yerlerde ve yerleşim alanlarında, yatak kenarlarına taşkın engelleyici setler yapılmalıdır
g. Yerleşim birimlerindeki kuru dere yatakları, asfaltlanarak yol haline getirilmemeli, meteoroloji kuruluşlarınca şiddetli yağış ihbarı yapılması halinde; mülki idareler ve yerel yönetimlerce gerekli önlemler alınmalı, özellikle akarsu kenarlarında, vadi tabanlarında yaşayan insanlar uyarılmalıdır. (Dik yamaçlarda tarım yapılmamalı, az eğilimli yerlerde de toprak koruma ilkelerine uyulmalıdır)
ğ. Sele neden olabilecek dereler, kontrol altına alınmalı ve ıslah edilmelidir.
DEN(ge)[s]İZ
Konu: Geri: 11.Sınıf Konuları ve Etkinlikleri C.tesi Ara. 19, 2009 11:37 am
YANGIN: Yanma olayının istenmeyen yer ve zamanda oluşmasına yangın denir.
Yangının Sebepleri (1) Emir ve talimatlar dışında hareket etmek, (2) Bilgisizlik, (3) İhmal, (4) Kaza, (5) Sabotaj, (6) Sirayet, (7) Tabi olaylardır (Yıldırım düşmesi, deprem, aşırı sıcaklık vb. gibi).
Yangının Sınıfları(1) A Sınıfı Yangınlar: Ahşap malzeme, kağıt, kumaş, saman gibi katı maddelere tutuşması sonucu meydana gelen yangınlardır. (2) B Sınıfı Yangınlar: Benzin, gaz yağı, mazot, madeni yağlar gibi petrol türevlerinin neden olduğu akaryakıt yangınlarıdır. (3) C Sınıfı Yangınlar: Metan, propan, bütan, asetilen, havagazı, hidrojen, ve doğal gazların neden olduğu yangınlardır. (4) D Sınıfı Yangınlar: Aliminyum, sodyum, potasyum, lityum ve bunların alaşımları ve karışımlarından meydana gelen yanabilen hafif metaller prefabrike ve kimyevi yangınlardır. (5) E Sınıfı Yangınlar: Elektrik cihaz ve elektrik devreleri üzerinde meydana gelen yangınlardır.
Yangının çıkmasına neden olan sebepler aşağıdaki gruplandırma içerisinde toplanır. (1) Yangınlardan korunma önlemlerinin alınması (2) Bilgisizlik (3) İhmal (4) Kazalar (5) Sıçrama (6) Sabotaj (7) Tabiat olayları. (1) Korunma önlemlerinin alınmaması: Yangına sebebiyet veren nedenlerin başında kullanılan madde ve malzemelerin özelliklerine göre yanmalarını önleyici tedbirlerin alınması gerekmektedir. Mesela elektrik sistemi ile ilgili gerek tesisat gerekse sigorta sistemlerinin gerekli düzeyde yapılmaması, binalarda çatı kirişleri ile baca ilişkilerinin gereği gibi düzenlenmemesi, bacaların yeterli özenle sıvalanmaması, Likit petrol gazı kullanırken tüp kullanımı ile ilgili gerekli önlemlerin alınmaması, Soba ve kalorifer sistemlerinde gerekli tertibatın alınmayışı ve gerekli periyodik temizlik ve bakımlarının yapılmaması gibi nedenlerle yangın çıkmaktadır. (2) Bilgisizlik: Kullanılan madde ve malzemelerin yangına sebebiyet verebilecek özelliklerinin bilinmemesi yangın nedenlerinin en önemlilerindendir. Yukarıda açıkladığımız yangın önlemlerinin ne şekilde olacağını bilmemek ve öğrenmemek yangının çıkmasına her an sebebiyet verecektir. Mesela tavan arasına kolay ve çabuk tutuşabilecek eşyalar koymak, yakıt depoları veya yakıtla çalışan yerlerde kıvılcım çıkartacak etkenlerin bilinmemesi v.b durumunda yangının çıkması kaçınılmazdır. (3) İhmal: Kullandığımız madde ve malzemelerin yanıcı niteliğine göre alınacak tedbirler hakkında bilgi sahibi olunduğu halde, bu önlemlerin pek çoğu da alındığı halde ihmal yüzünden yangınlar olabilmektedir. Mesela ağaçlık yarlerde söndürülmeden atılan kibrit sigara izmariti gibi maddeler likit petrol gazı tüplerinin kibritle kontrol edilmesi, prizde ütü veya ocakta fişinin unutulması, piknik tüpleri üzerine geniş tabanlı tencere, kazan konularak uzun süre ısıtılması, sigortaya gereğinden fazla tel sarılması v.b. yapılmaması bilindiği halda ihmal edilerek yapılan işler yangına sebep olur. (4) Kazalar: İsteğimiz dışında meydana gelen bazı olaylarda yangına sebebiyet verir. Mesela trafik kazaları araç yangınına, iş kazaları makine ve bina yangınına, soba vb. cihazlarda meydana gelen kazalar ise bina yangınlarına sebebiyet verirler. (5) Sıçrama: Direk olarak yangın sebebi olmamakla birlikte yanıcı maddenin üzerine düştüğü zaman yangına sebebiyet veren, yanan cisimlerden koparak etrafa sıçrayan parçacıklardan meydana gelen yangın etkenidir. Mesela fabrika ve atölyelerde kaynak ve taşlama makinelerinden sıçrayan kıvılcımların etrafta bulunan benzin mazot v.b maddeler üzerine düşmesi sobadan sıçrayan yanan kömür parçalarının halı kilim v.s üzerine düşmesi sonucu çıkan yangınlar. (6) Sabotaj: Çeşitli amaçlar için bilerek ve isteyerek yangın çıkartılmasıdır. Mesela tarla yada ev yeri açmak amacıyla ormanların yakılması, bina iş yeri ve tesislerinin kundaklanması gibi kasti olaylardan yangın çıkabilir. (8) Tabiat olayları: Tabi olarak kendiliğinden ortaya çıkan yangınlardır. Mesela yıldırım düşmesi, güneş ışınlarından meydana gelen yangınlar gibi.
Yangını, mutlak önleyici tedbir düşünülemez. Zira yangını oluşturan üç unsur (yanıcı madde, oksijen ve ısı) hayatın vazgeçilmez ihtiyaçlarıdır. Öyle ise önleyici tedbirler alarak nelerin üzerinde durulacaktır. Üzerinde duracağımız konu da budur. Mutlak surette yangını önlememekle beraber büyük oranda yangın ihtimalini azaltıcı, önleyici tedbirler vardır.
İnşa bakımından önleyici tedbirlerİnşa bakımıdan önleyici tedbirler olarak şu hususlar üzerinde durmak gerekir. (a) İnşaat ve dekorasyon malzemesi: Olanaklar ölçüsünde dekorasyon malzemesi yanmaz veya zor yanıcı maddelerden seçilmelidir. Estetik açıdan düşünülerek dekorasyonda ahşap malzemelerden mümkün olduğu ölçüde kaçınılmalıdır. (b) Bacaların inşa durumu: Ahşap çatılı binalarda bacaların inşa durumu da başlı başına bir yangın sebebidir. Bacalarda yangın sebebi olan inşaat hatalarını şöyle sıralayabiliriz (I) Bacaların çatı arasından geçilirken payanda ve tahtalara temas ettirilmemesi normalde bacanın bu ahşap kısımlardan 10-15cm. açıktan geçmesi gerekir. (II) Bacaların inşası sırasında içlerinin sıvanması; Bacaların içi ancak inşa sırasında sıvanabilir. Sıvanmamış bacalarda tuğla aralarında boşluklar aralıklar bulunmakta ve buralardan kıvılcımlar çatıya geçmektedir. Ayrıca bu şekildeki bacalarda kurum toplanmakta kurum ise tutuşabilmekte, buradan çatıya veya depo olarak kullanılan çatı aralarında, buradaki kolay tutuşan maddeleri yakmaktadır. Bacalar bu şekilde inşa edilmiş ise en azından dıştan kalın bir sıva ile sıvanmalıdır, Zira onun içten sıvanması imkansızdır. (III) Buradaki inşaat hatasının çatı üstündeki kısmının yeteri kadar yüksek olmamasıdır. Bacalar hem yangın bakımından hem de bacanın iyi çekmesi bakımından çatının tepe noktasını aşacak şekilde yapılmalıdır. Yükseltilmemiş bacadan sıçrayacak kıvılcımlarla da yangın çıkmaktadır. (c) Yangın bölme duvarları: Ahşap çatılı binaların çatıları ne kadar uzun olursa olsun tek bölmeli çatı halinde yapılmaktadır. Bu durum ise çatının herhangi bir yerinde çıkan yangının kolayca bütün çatıyı kaplamasına neden olmaktadır. halbuki; bu uzun ve geniş çatılar tuğla duvarlarla bölmelere ayrılsa, ortalama 10 m. aralıklarla ve çatı üzerinde de 75cm. kadar yükseltilse herhangi bir bölmede çıkan yangın diğer bölmelere daha zor geçecek veya hiç geçmeyecektir. (d) Asansör motor daireleri ve havalandırma bacaları: Asansör motor daireleri genellikle çatı içerisinde bırakılmaktadır. Bu durumda alt katlarda ki yangın baca görevi yapan asansör boşluğu yolu ile motor dairesine ve çatıya sıçramakta ve büyümektedir. Motor dairesinin çevre duvarları çatıyı kesip dışarı çıkmalı ve üzeri kapatılmalıdır. havalandırma bacaları da keza çatı arasında son bulmalı. çatıdan dışarı çıkmalıdır. (e) Bacaya yakın yapılan kapı ve pencere söveleri: Kapı veya pencere söveleri (pervaz) odalardan geçen baca duvarlarına yakın veya bitişik yapılmakta veya belirli takozlarla baca duvarlarına tutturulmakta bu ise ısınma ve takozların zamanla tutuşması sonucu yangın çıkabilir. Ayrıca buralara gömme dolap yapılmaktadır ki çok sakıncalıdır. (f) Yangına hassas yerlerin ayrılması: Yangına karşı hassas yerlerin inşaat arasında diğer bölümlerden ayrı yapılması mutfak, depo, akaryakıt tesisleri, kalorifer tesisatı vs. (g) Yanmaz boya veya maddelerle kolay yanıcı maddelerin üzerinin boyanması: Bir tedbir olarak bu hususların inşaat sırasında dikkate alınması son derece yararlıdır. Yukarıda sayılan tedbirlere rağmen yinede yangın çıkabilir hele savakta mutlaka çıkacaktır. Binanın inşaat tarzı ve yapım planı, çalışmaların kolay yada zorlukla yapılmasına neden olacaktır. (h) Yangın merdivenleri: Yangın merdivenleri; inşaat yapılmadan yapının özelliği ve görünümü bozulmayacak şekil ve yere projede konulur. (I) Yangın merdivenlerinin yerleri görülecek şekilde belirtilmelidir. (II) Ulaşması kolay ve yakın yerlere yapılmalıdır. (III) Binalarda yukarıdan aşağıya doğru genişleyecek şekilde yapılır. (IV) Bina büyüklüğüne ve mevcut sayısına orantılı olacak şekilde geniş yapılmalıdır. (V) Lüzumsuz eşyalar ile asla kapatılmaz, kilitlenmez. (VI) Yuvarlak yapılmaması daha idealdir. (VII) Kafes şeklinde yapılmamalıdır. (VIII) Hava sirkülasyonu olmayan yere yapılmalıdır. (IV) Malzeme (ısınmaz malzeme kullanılır) hafif metal kullanılır.
DEN(ge)[s]İZ
Konu: Geri: 11.Sınıf Konuları ve Etkinlikleri C.tesi Ara. 19, 2009 11:37 am
Saroz Körfezi’nden başlar, Marmara Denizi, Sapanca Gölü, Adapazarı, Tosya ve Erzincan üzerinden Van Gölü kuzeyine kadar uzanır.
Doğu Anadolu Fay Hattı (DAF): Hatay grabeninden başlar, K. Maraş, Adıyaman, Malatya ve Elazığ ovalarından geçerek Bingöl’e kadar sokulur.
Batı Anadolu Fay Hattı (BAF):
Ege Bölgesi’nde, kuzeyden güneye doğru uzanan çok sayıdaki fay hatlarından oluşur.
Fay hatları, yer kabuğunun zayıf ve hareket halindeki bölgeleridir. Volkanik sahalar, genç kıvrım dağları ve deprem alanlarının uzanışı fay hatlarıyla paralellik gösterir.
Türkiye nüfusunun % 60'a yakını, faal olan ve zarar verebilen deprem alanları üzerinde yerleşmiştir.
Daha önce görülen Erzurum, Erzincan, Van, Bolu, Çankırı, Tokat, Adapazarı, Kütahya, Burdur, Lice, Bingöl, Dinar, Ceyhan, Gölcük ve Düzce depremlerinin büyük oranda can ve mal kaybına neden olmasında, bu kentlerin fay hatları üzerinde yer almalarının önemli rolü olmuştur.
Konya Ovası, Karaman, Mersin (Taşeli Plâtosu çevresi), Ergene Havzası ve Mardin Eşiği deprem bakımından tehlikesi az olan yerlerdir.
DEPREMLERDEN KORUNMAK VE DEPREMİN ETKİSİNİ AZALTMAK İÇİN,
Kırık (fay) hatlarından uzak, sağlam zeminlere yerleşmek,
Mümkün olduğunca ovalarda yerleşmemek,
Depreme dayanıklı binalar inşa etmek,
Halkı, depremde alınacak sivil savunma önlemleri konusunda eğitmek, vb. önlemler gereklidir.
Konu: Geri: 11.Sınıf Konuları ve Etkinlikleri C.tesi Ara. 19, 2009 11:38 am
AFET YÖNETİMİ
Doğal afetler toplum ve insan yaşamında çok önemli dönüm noktalarıdır. Geçen yüzyıllık süre içinde doğal afetler, sayısal ve yarattığı olumsuz sonuçlar nedeniyle dünyanın gündemini daha fazla işgal etmiş ve sorunun giderilmesine yönelik akılcı çözümlerin neler olabileceği üzerinde çalışmalar yapılmıştır. Yaşanan süreçlerin birbirine benzer olmaları her afetin belli bir zaman içinde geliştiği, meydana geldiği ve sonuçta insan tarafından yaratılmış değerleri yok ettiği görüldüğünden, bu aşamaları bir biriyle ilişkili olarak ele almak ve her aşamada neler yapılması gerektiğini belirleyerek planlanabilir ve uygulanabilir bir süreci yönetmek düşüncesi afet yönetimi kavramının altyapısını oluşturmuştur.
Önce, Tehlike, Afet ve Risk kavramlarını açalım:
Tehlike: Doğal ve insan eliyle oluşturulmuş çevremizde insan yaşamını etkileyecek olumsuz ve nadir olaylardır
Afet: Toplumsal yaşamı kesintiye uğratarak veya durdurarak fiziksel, ekonomik ve sosyal kayıplar oluşturan ve o topluluğun kendi olanaklarıyla üstesinden gelemeyeceği doğal ve insan kaynaklı olayların sonuçlarıdır.
Risk: Belli bir olayın belli bir büyüklükte meydana gelmesi durumunda ulaşacak kayıpların toplamıdır.
Doğal ve insan kaynaklı olayların hangi bölgelerde, hangi zaman diliminde ve hangi büyüklükte meydana gelebileceğini ortaya koyan çalışmalara ‘’tehlikenin belirlenmesi’’ çalışmaları denir. Bir olayın afet diye nitelendirilebilmesi için sadece meydana gelmesi değil aynı zamanda insanlar üzerinde büyük kayıplar doğurması gerekir.
Afet Yönetimi :
Afet sonucunu doğuracak olayların önlenmesi veya zararlarının azaltılmasına yönelik ve afet öncesinde, afet sırasında ve sonrasında yapılması gereken çalışmaların planlanması ve uygulanması için toplumun tüm kaynaklarını ve kurumlarını sürece katarak yönetilmesi işidir.
Afet yönetimi 4 aşamadan oluşmaktadır.
1-ÖNLEME VE ZARAR AZALTMA: Afet tehlikesi ve riski belirlenir, toplum bunlar konusunda bilgilendirilir ve bilinçlendirilir, yasal ve idari yapı geliştirilir, ar-ge çalışmaları yapılır ve ulusal strateji saptanır, önleyici ve zarar azaltıcı mühendislik işleri yapılır
2- HAZIRLIK: Merkezi ve yerel düzeyde acil durum planları yapılır, görevli personel eğitimi ile toplumsal tatbikatlar icra edilir. Arama ve kurtarma faaliyetleri örgütlenir, alarm ve erken uyarı sistemleri , bölgesel ve yerel teçhizat depoları kurulur, Kentsel dönüşüm ve güçlendirme projeleri desteklenir.
3-MÜDAHALE: Afetin oluşundan hemen sonraki acil hizmetleri kapsar. İletişim, arama-kurtarma, acil tedavi, geçici iskan, beslenme, güvenlik, psikolojik destek, tahliye, çevre sağlığı gibi.
4-İYİLEŞTİRME: Afete uğrayan topluluğun yaşam koşullarını afet öncesi koşulların üstüne çıkarmayı hedefleyen uzun va**** işlerdir. Bunlar, konutların ve altyapının yapılması eğitim, sosyal ve ekonomik çalışmalardır.
Ülkemizde afet yönetimi konusunda adımlar 1939 yılından sonra atılmış ve 4623 sayılı yasa ile afetten önce ve sonra neler yapılacağı saptanmıştır. İlk yapı yönetmeliği ve deprem bölgeleri haritası bu yasa ışığında hazırlanmıştır.
1958 yılında İmar ve İskan Bakanlığı kurulmuş ve 1959 yılında yürürlüğe giren 7269 sayılı yasa ile afet hizmetleri bu bakanlığın görevleri arasında sayılmış daha sonra 1964 yılında kurulan Afet İşleri Reisliği, 1965 yılında Genel Müdürlüğe dönüştürülerek afet sürecinin arama- kurtarma, güvenlik ve sağlık hizmetleri dışında neredeyse tamamında merkezi düzeyde yetkili kılınmıştır. Arama kurtarma hizmetleri 7126 sayılı yasa çerçevesinde İçişleri Bakanlığı Sivil Savunma Genel Müdürlüğü tarafından yapılmakta, bunun dışında KIZILAY başta çadır, battaniye, yiyecek, giyecek olmak üzere iç ve dış yardımların toplanması ve dağıtımında kan temini dahil sağlık hizmetlerinde çok önemli görevler yapmaktadır.
Merkezi düzeyde Türkiye Acil Durum Yönetimi Genel Müdürlüğü, MTA, Üniversiteler, TÜBİTAK ve Türk Silahlı Kuvvetleri bu süreçte yer alan önemli kurumlardır.
Yerel düzeyde ise İl Valisi ve ona bağlı İl Kurtarma ve Yardım Komitesi tek ve tam yetkilidirler.
Doğal Afetler-Etkinlikleri TÜRKİYE’DE DOĞAL AFETLER ETKİNLİKLERİ
ETKİNLİK (Doğal Afetler Genel)
Türkiye’de görülen önemli doğal afetler ve nedenleri kısaca aşağıya çıkartılmıştır. Kendi yörenize uyarlayarak kullanabilirsiniz.
Türkiye’de görülen Doğal Afetler:
Deprem, Heyelan, Sel ve Taşkın, Yangın, Çığ
Doğal Afetlerin Sebepleri:
a)Deprem: Aktif fay hatlarının bulunması. Depremin şiddeti fayın özelliği ve uzunluğuna bağlıdır.
b)Heyelan: Yamaç dengesinin bozulması, yamaçlarda yapılan çalışmalar, bitki örtüsünün tahrip edilmesi.
c)Sel ve Taşkınlar: Akarsu yatak kapasitesi üzerinde yağış olması, alt yapı yetersizliği, arazinin hatalı kullanılması, bitki örtüsünün tahrip edilmesi, drenaj sisteminin yetersizliği
d)Yangın: Aşırı sıcaklıklar, şiddetli kuraklık, yıldırım düşmesi, şiddetli rüzgârlar. İnsan kaynaklı olarak ( ihmal, dikkatsizlik, kaza, kasıt)
e)Çığ: Bitki örtüsünün olmaması, kuvvetli eğim, çok kar yağışı, arazi eğim dengesinin bozulması, insan faaliyetleri (ulaşım, dağcılık, turizm vs.)
Afetlerin Etkileri:
Afetlerin etkileri iki ana grupta toplanabilir. Maddi hasar, Manevi hasar.
Manevi hasar olarak; İnsan kaybı, Yaralanmalar, Moral bozukluğu, psikolojik sorunlar, sakatlanmalar vs.
Maddi hasar olarak; Evlerin, yolların, havaalanlarının, limanların, fabrikaların, ormanların, Hayvanların, Tarımsal alanların, Toprakların vb kaybedilmesi.
ETKİNLİK (Deprem)
Deprem-Nüfuslanma-Topraklar arasındaki ilişki;
İnsanlar için en uygun toprakların % 70 i 1 ve 2. derece deprem sahalarında yer almaktadır. Bu nedenle nüfusumuzun % 70 den fazlası deprem tehlikesinin en yüksek olduğu 1. ve 2. deprem kuşakları üzerinde toplanmasına neden olmuştur.
1. ve 2. derece en şiddetli depremlerin meydana geldiği yerler, verimli topraklar, engebesiz düz araziler, zemin yapısı gevşek dolgu alüviyal arazilerdir. Bu tür araziler ise insanların yaş***** en uygun yerlerdir. Örneğin sanayi tesislerimizin % 90 ı bu tür arazilerde kurulmuştur. Dolayısı ile deprem riski çok yüksek olan bu tür arazilerden fazlaca yararlanma zorunluluğu vardır. Yapılacak tek şey depremle yaşamasını öğrenmek, depreme uygun yapılaşmayı sağlamaktır. Çünkü “deprem öldürmez, binalar öldürür”
ETKİNLİK (Depremler)
Türkiye’de Depremlerin Dağılışı:
Türkiye deprem haritası incelendiğinde Türkiye’nin büyük bir bölümünde şiddetli depremlerin olduğu görülmektedir.
Özellikle Kuzey Anadolu Fay Kuşağı, Batı Anadolu Fay Kuşağı, Doğu Anadolu Fay Kuşağı ve yakın çevresinde büyük depremler olmuştur.
Depremler ile Yer Şekillerinin İlişkisi:
Fay hatları dağlar ile çöküntü alanlarının kesiştiği yerlerden geçmektedir. Dolayısı ile dağların uzanışı ile fayların uzanışı paralellik göstermektedir. Türkiye’deki Dağlar ile fay hatları genel olarak doğu-batı uzanışlıdır.
Türkiye’nin 1.derece aktif fayları Kuzey Anadolu Dağları, Batı Anadolu Dağları ve Güneydoğu Toros dağlarına paralel uzanmaktadır.
Her yerde aynı şiddette deprem olmamasının sebepleri:
Fayların türü ve fayların uzunluğu her yerde farklı şiddette deprem üretmektedir.
ETKİNLİK (Orman Yangınları)
Ormanların yoğun, yangınların az olduğu yerler:
Türkiye’nin Kuzey kıyıları: Karadeniz bölgesi, özellikle doğu ve batı Karadeniz bölümleri ile Marmara bölgesinde Yıldız dağlarının kuzey yamaçları.
Kuzeydoğu Anadolu; Kars ve Ardahan çevresi
Türkiye’de Orman yangınlarının az olduğu yerlerde yangın azlığının sebepleri:
Buralarda yaz kuraklığının olmaması, sıcaklıkların fazla yükselmemesi, ağaçların ve orman altı otlarının sürekli yeşil yanmaya dirençli olması. Havanın genelikle nemli ve yağışlı olması yangınlara karşı dirençli olmasını sağlamaktadır.
1937-2000 Arası orman yangın sayısı ve yanan alan ilişkisi:
1937-2000 yılları arasındaki orman yangınları sayısı ile yangın alanları arasında istikrarsız bir ilişki vardır. Yani bazı yıllar az yangınlarda daha fazla alan kaplayan orman yanmıştır.
Günümüze doğru orman yangınları sayısı genel orak artmakta iken, yanan orman alanı ise azalmaktadır.
Nedeni: Orman yangınlarını önlemeye yönelik tedbirlerin etkili olmasıdır.
Yangınlarla mücadelede başarılı olunurken, yangın oluşumunu önlemede başarısızlık vardır.
Yangınlara karşı en iyi mücadele yangının oluşumunu önlemektir. Bu nedenle bütün insanlarımız yangıların olmaması için gerekli bilince ve davranışa sahip olmalıdır.
Çığ felaketi özellikle yer şekillerinin dağlık ve engebeli olduğu, çok eğimli yüzeylerin fazla olduğu yerler ile kar yağışının çok olduğu yüksek yerlerde meydana gelmektedir.
Genel olarak buralarda bitki örtüsü fakirdir.
Bu özellikler; en etkili çığ felaketi olan Tunceli, Bingöl, Bitlis gibi Doğu Anadolu Bölgesinin doğu kesimlerinde etkili olmasına sebep olmaktadır.
Çığ Felaketinin Yerleşmelere zarar vermesinin sebepleri:
Yerleşmelerin dik yamaçların eteklerinde kurulması,
Eğimli yüzeylerde yol açılması
Yamaçlardaki bitki örtüsünün tahrip edilmesi
Yerleşmeleri çığ felaketine karşı koruyacak tedbirlerin alınmaması
Türkiye’de Çığ felaketinin en az en çok olacağı iki örnek şehir:
En az: İzmir, kar yağışının olmaması, eğimli yüzeylerin azlığı
En Fazla: Hakkari, Eğimli yüzeylerin çok olması, kar yağışının çok olması ve uzun süre yerde kalması.
ETKİNLİK (Afetler Genel)
TÜRKİYE’DE EN ÇOK YAŞANAN AFETLER VE NEDENLERİ
1-Depremler
Jeolojik yapı,
Faylar: Fayları Türü, Fayların Uzunluğu
2-Sel ve Taşkınlar
Yağış Miktarı
Bitki Örtüsü
Arazi Kullanımı
Jeomorfolojik özellikler: Yer Şekilleri, Eğim
Drenaj Özellikleri: Yatak özellikleri, Drenaj Sistemi
3- Kütle Hareketleri
Kayaç Türü
Tabakaların Uzanışı
Suya Doygunluk
Arazi Kullanımı: Yanlış yerleşimlerin etkisi, Yol tünel köprü yapımı, Maden ocağı açma
Jeomorfolojik özellikler: Eğim, Yer Şekli
4- Orman Yangınları
Türkiye’nin Matematik Konumu
İnsan Faktörü
Jeomorfolojik özellikler: Engebe, Eğim, Toprak özellikleri