www.forumyok.forumm.biz
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.



 
AnasayfaAnasayfa  Latest imagesLatest images  Kayıt OlKayıt Ol  Giriş yapGiriş yap  

 

 Şiir İnceleme Örneği

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
DEN(ge)[s]İZ
AdministratorAdministrator
DEN(ge)[s]İZ


Kadın
Mesaj Sayısı : 3681
Yaş : 115
Nerden : ı cennet olsun =)
Kayıt tarihi : 14/06/08

Şiir İnceleme Örneği Empty
MesajKonu: Şiir İnceleme Örneği   Şiir İnceleme Örneği Icon_minitimePerş. Ara. 17, 2009 1:52 am

Şiir inceleme örneği/ Fahrettin KOYUNCU



“NE İÇİNDEYİM ZAMANIN” ŞİİRİ ÜZERİNE



Ne İçindeyim Zamanın



Ne içindeyim zamanın,

Ne de büsbütün dışında;

Yekpâre geniş bir ânın

Parçalanmaz akışında.



Bir garip rüyâ rengiyle

Uyuşmuş gibi her şekil,

Rüzgarda uçan tüy bile

Benim kadar hafif değil.



Başım sükûtu öğüten

Uçsuz bucaksız değirmen;

İçim muradına ermiş

Abasız, postsuz bir derviş.



Kökü bende bir sarmaşık

Olmuş dünya sezmekteyim,

Mavi, masmavi bir ışık

Ortasında yüzmekteyim.

(A.HamdiTanpınar)



Yaşamla ölümün bıçak sırtı düzleminde, sersem sepet gezinip duran
insanoğlunu, her zaman ilgilendirmiştir zaman kavramı. Özellikle de
sanatçıları: Şairleri, yazarları, ressamları, müzisyenleri... Bu
kişilerin yaşam boyunca ortaya koydukları, koymaya çalıştıkları şeyler
de, zamanla didişmekten başka bir şey değildir aslında.

Şairler ve yazarlar, zamanı alt etmek için kendilerine yazılı anlatımı
kalkan olarak seçmiş kişilerdir. Şairler, yapıtlarında (şiirlerinde)
zaman sözcüğünü şiirsel düzlemde kullanırlar ve ellerindeki kalkanı
daha da sağlamlaştırmaya çalışırlar.

Şiir, zaman kavramını somutlama aracı olarak kullanılmaktadır şairler tarafından.

Ahmet Hamdi Tanpınar da şiirlerinde zaman kavr***** yer veren, zamanı
şiirle yoğurmaya çalışan şairlerimizdendir. Bu yazıda, Tanpınar’ın “Ne
İçindeyim Zamanın” adlı şiirine bu açıdan bakılacak ve şiir
incelenecektir.

Önce şiirin, içeriğe de yansıyan biçim özellileri üzerinde durmak gerekiyor. Bu özellikleri şöyle belirleyebiliriz:

a- Şiir dörtlüklerden meydana gelmektedir.

b- Şiirde sekizli hece ölçüsü kullanılmıştır.

c- Şiirde çapraz uyak düzeninden (abab, cdcd, efef, ghgh) yararlanılmıştır.

Yukarıda sözü edilen biçim özellikleri şiire bir yandan kısıtlamalar
getirirken, öte yandan da şiirin genişlemesine olanak tanımıştır.

Kısıtlamalar getirmiştir: Belirli bir ölçü ve uyak düzeninde ister istemez sınırlara dayanırsınız.

Genişlemesine olanak tanımıştır: Her dörtlükte şiirin bütünü içinde düşüncenin, duygunun yayılması söz konusudur.

Şair, şiirin ilk dizesine “ne... ne de”yi yerleştirerek kararsızlığı
gündeme getirmektedir. Zamanın içinde olmamak, bir varlık, bir nesne,
bir şey olarak zaman dışı olmak yaşamamak olmasa gerektir. Zamanın
büsbütün dışında olmamak ise, sanırım, yaşamsallığa, bir varlık olarak
“hayatiyet bulma”ya işarettir.

Yaşamı, nesneleri, zamanı adlandıran insanoğlu olduğuna göre “yekpare,
geniş bir an”, “ezel ve ebed” içerisindeki algılamamızın bir
yansımasıdır olsa olsa.

Bu yorum içinde ilk dörtlüğe bir bütün olarak bakıldığında, görülecek
olan şudur: İlk iki dizedeki zaman karşısındaki kararsızlık,
netleşememe, üç ve dördüncü dizelerde yerini belirginliğe
bırakmaktadır. Zaman, insanın sınırlandırıcı düş gücüyle,
kavramlaştırıcılığı ve adlandırıcılığıyla bir savunma düzeneği
olmuştur. Bu nedenle, zamanın içinde ya da dışında olmak, kâr ya da
zarar değildir. Kısaca, insan, tek parça anların ayrılmaz akışında
debelenip durmaktadır.

Rüyalar belki de yaşamımızın en gerçekçi göstergeleri,kendimizle buluştuğumuz,hesaplaştığımız anlar toplamıdır.

Tanpınar,ikinci dörtlükte “bir garip rüya rengi”nden söz etmektedir.
Rüya,yaşamımızın en gerçekçi göstergesi olmasına karşın somut bir şey
değildir. Dolayısıyla,rüyanın –gerçek anlamda-renginden konuşmak da söz
konusu olamaz. Birinci dizedeki “bir garip rüya rengi”,ikinci
dizedeki”her şekil”i uyuşturan,devinimsiz kılan,yaşamla yarı yaşam olan
rüya hali arasındaki çizgiyi anlatan bir “yakıştırma”dır. Uyku ile
uyuşukluk örtüşmesinde rüyanın payı elbette inkar edilemez ve sanırım
bu iki dizede (Bir garip rüya rengiyle/Uyuşmuş gibi her şekil) rüya
halinin,insanın uyuşukluğuna denk düşme düşüncesi şiirleştirilmiştir.

İlk bakışta,bölümün ilk iki dizesiyle sonraki iki dizesi arasında bir
karşıtlık varmış gibi görünmektedir. Çünkü ilk iki dizede rüya halinden
kaynaklanan uyuşukluk söz konusu iken, son (üçüncü ve dördüncü)
dizelerde bir devinimden, devinimle bağdaştırılacak bir
nesneden,tüyden,söz edilmektedir. Tüyün ifade ettiği eğretileme ise
sonunda şaire,şairin ruh haline ve oradan da bedensel yapısına
yansımaktadır:”Rüzgarda uçan tüy bile/Benim kadar hafif değil.”

Üçüncü dörtlükte, şairle (ya da şiir kişisiyle) ilgili ve ikişer
dizeden oluşan bir yapı var. İlk iki dizide maddi durumu anlatan bir
betimleme söz konusu: “Başım sükutu öğüten/ Uçsuz bucaksız değirmen.”
“Baş” (duygu dünyasına yön veren nesne), değirmene, üstelik uçsuz
bucaksız değirmene benzetilmektedir. Değirmende -şairin düşleminde-
öğütülen, un ufak edilen, zaman karşısında yoksanan ise “sükût”tur.
Uçsuz bucaksızlık içindeki dağınık sessizlik...

Dörtlüğün üçüncü ve dördüncü dizelerinde soyut bir varlık (iç), somut
bir varlığa (derviş) benzetilmektedir. Burada bu benzetmeden çok, son
belirleme (muradına ermiş bir dervişin durumu) önemlidir. Şair, bu
belirmeyle zaman karşısındaki durumun gözler önüne sermektedir: “Benim
sorunum zamanla!”

Bu dörtlükte kullanılan benzetme sözcüklerinin dizelere yerleştirilme
biçimi de dikkat çekicidir. Bu biçim, şöyle gösterilebilir:

Başım......................... .........

.............................d eğirmen

İçim.......................... ............

.............................. ....derviş

(Benzetme ögeleri, çapraz olarak dize başında ve sonunda yer almaktadır.)

Bu dizilişte, benzetme ögelerinin, dörtlüğün hem biçim, hem de içerik
belirlemesinde etkili olduğu görülebilir. Zaman kavramının bilinçli ya
da kurgusal olarak algılandığı yer, dünyamızdır. Çünkü -en azından
şimdilik- zamanı algılayan insanoğlu dünyada yaşıyor. Şair de sanırım
bu düşünceden hareketle, insanın zaman karşısındaki çaresizliğini biraz
olsun hafifletmek için “Kökü bende bir sarmaşık/ Olmuş dünya
sezmekteyim” benzetmesine tutunmaktadır.

Masmavi bir ışık ortasında (yaşamla ölüm arasında, zamanın tedirgin
ettiği bir dünyada) dönenip duran şair, son iki dizeyle başa, zaman
karşısındaki kararsızlığa dönmektedir.

“Ne İçindeyim Zamanın” şiiri, biçim olarak kolay bir şiir olarak
görünmesine karşın, zaman gibi “belalı” bir kavramı ele alması
bakımından duyumsanması bile güç bir şiir olarak karşımızda durmaktadır.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://www.forumyok.yetkin-forum.com
DEN(ge)[s]İZ
AdministratorAdministrator
DEN(ge)[s]İZ


Kadın
Mesaj Sayısı : 3681
Yaş : 115
Nerden : ı cennet olsun =)
Kayıt tarihi : 14/06/08

Şiir İnceleme Örneği Empty
MesajKonu: Geri: Şiir İnceleme Örneği   Şiir İnceleme Örneği Icon_minitimePerş. Ara. 17, 2009 1:52 am

ATTİLA İLHAN'IN "Ben Sana Mecburum" şiirini tahlil
Yazar Prof. Dr. Nurullah Çetin
ben sana mecburum bilemezsin
adını mıh gibi aklımda tutuyorum
büyüdükçe büyüyor gözlerin
ben sana mecburum bilemezsin
içimi seninle ısıtıyorum

ağaçlar sonbahara hazırlanıyor
bu şehir o eski istanbul mudur
karanlıkta bulutlar parçalanıyor
sokak lambaları birden yanıyor
kaldırımlarda yağmur kokusu
ben sana mecburum sen yoksun

sevmek kimi zaman rezilce korkuludur
insan bir akşam üstü ansızın yorulur
tutsak ustura ağzında yaşamaktan
kimi zaman ellerini kırar tutkusu
birkaç hayat çıkarır yaşamasından
hangi kapıyı çalsa kimi zaman
arkasında yalnızlığın hınzır uğultusu

fatih'te yoksul bir gramofon çalıyor
eski zamanlardan bir cuma çalıyor
durup köşe başında ****ksiz dinlesem
sana kullanılmamış bir gök getirsem
haftalar ellerimde ufalanıyor
ne yapsam ne tutsam nereye gitsem
ben sana mecburum sen yoksun

belki haziran'da mavi benekli çocuksun
ah seni bilmiyor kimseler bilmiyor
bir şilep sızıyor ıssız gözlerinden
belki yeşilköy'de uçağa biniyorsun
bütün ıslanmışsın tüylerin ürperiyor
belki körsün kırılmışsın telâş içindesin
kötü rüzgâr saçlarını götürüyor

ne vakit bir yaşamak düşünsem
bu kurtlar sofrasında belki zor
ayıpsız fakat ellerimizi kirletmeden
ne vakit bir yaşamak düşünsem
sus deyip adınla başlıyorum
içimsıra kımıldıyor gizli denizlerin
hayır başka türlü olmayacak
ben sana mecburum bilemezsin


(Attila İlhan, Bütün Şiirleri: 4, Ben Sana Mecburum, Bilgi yayınevi, 7.basım, Ankara 1992, s.100)
I. İÇERİK
1. Konu: Aşk.
2. İzlek: Büyük bir tutkuyla bağlı olunan, âşıkta derin izler bırakan
sevgili, hiçbir zaman unutulamaz; onun varlığı, düşünce ve hayali,
âşığı sürekli meşgul eder.
3. Düşünce: Şiir, düşünsel boyutu itibariyle mistik bir şiirdir. Tabii
mistisizmi sadece tasavvufî / İslamî bağlamda almamak gerekir. Genel
anlamda mistisizm, çok önem verilen, sevilen ve benimsenen bir değerde
kişinin kendi varlığını eritmesi, onunla hemhal olması, özdeşlemesi
hâlidir. Bu bakımdan bu şiirde şair, adeta sevgilisinde kendi varlığını
yok etmiştir. Beşerî anlamda bir aşk ve sevgili mistiği olmuştur.
4. Olay: Şiirin yüzey yapısında yer alan olay kısaca şudur: Şair, bir
kadına şiddetli bir tutkuyla bağlanmış, ama bir süre araya bir ayrılık
girmiştir. Bir dargınlık, soğukluk ya da mecburiyetlerden kaynaklanan
bir ayrılık süresi yaşanır. Bu süre içinde şair, sevgilisinden
kopamamış, onu unutamamış, tam tersine ona olan bağlılığı daha da
artmıştır. Sürekli onu düşünmektedir. Mevsim sonbahar, vakit akşamdır
ve şair, İstanbul cadde ve sokaklarında hayali, gönlü, kafası sevgilisi
ile dolu bir hâlde dolaşmaktadır. Akşam karanlığında şimşekler
çakmakta, sokak lambaları yanmaktadır. Yağmurlu bir hava vardır ve
şair, bu ortamda romantik bir duygusallık içinde sevgilinin hayaliyle
doludur. Sevmenin, âşık olmanın sonra evlenmenin değişik boyutlarını
kendi kendine irdelemektedir. Fatih sokaklarında dolaşırken bir evden
gelen gramofondaki şarkı sesi, onun duygusal atmosferine denk gelmiş ve
şair durup onu dinlemek istemiştir. Bu arada sevgilisine ilişkin
düşünce ve planlamalarından da söz eder. Ne yapsa, ne etse, nereye
gitse onsuz olamayacağını, yapamayacağını sabit bir fikir hâlinde
tekrarlar. Bu arada hayaline kopuk kopuk, dağınık çağrışımlar
gelmektedir. Bir ara sevgilisinin çocukluğunu, şimdi neler yapmakta
olduğunu hayal eder. Sonra ilerde evlenip birlikte olduklarında
kendilerini nasıl bir hayatın beklediğini düşünür.
5. Varlık: Şiirde tabiata ve dış dünyaya ait bazı nesnelere yer
veriliyor. Bu somut varlıklar da büyük oranda şairin o anki ruh hâline,
duygularına bağımlı olarak değerlendiriliyor. Nesneler bir bakıma
belirlenen konumunda. O açıdan şairin varlıklara yaklaşım biçimi
sezgici / idealisttir. Sonbahara hazırlanan ağaç, karanlıkta parçalanan
bulut, birden yanan sokak lambaları gibi nesneler, hep şairin ayrılık
hüznünü ve acısını yansıtır biçimde alınmış.
6. Duygu: Şiir, ağırlıklı olarak duygusal bir metin. Bir duygu şiiri
bu. İyimser / yumuşak duygular daha baskın. Mesela sevgilinin hayaline
ve daha sonra birliktelik umuduna bağlı bir yaşama sevinci kuvvetle
hissettiriliyor. Sevgiliye kavuşma ümidi, ondan ayrılığın verdiği
hasret duygusu şiirin bütününe sinmiş hâlde. Tabii en baskın duygu,
romantik aşktır. Sevgiliye aşırı derecede duygusal bağlanımı,
sevgiliden ayrılığa dayanamayışın sonucu olan karasevdayı ve hüznü
görüyoruz. Yalnız şair, romantik duygululuğu melankolik, marazî bir
dereceye getirmiyor. Realist sınırlar içinde tutabiliyor.
Kötümser / karamsar duygulardan da yalnızlık duygusunu görüyoruz. Şair,
felsefî anlamda değil ama sosyal anlamda sevgiliden yoksunluk anlamında
bir yalnızlık duygusuna yer veriyor.
7. Görüntü: Şiir, görüntü unsurları bakımından oldukça zengin.
a. Nesnel Görüntü: Zaman zaman nesnel görüntülere yer veriliyor. Mesela
ağaçların sonbahara hazırlanması, sararmaya başlaması, sokak
lambalarının birden yanması, sevgilinin Yeşilköy’de uçağa binmesi gibi
görüntüler, öznelliğin müdahale etmediği, dış dünyanın çıplak gözle
görülebilen ve görünenler üzerinde kişisel tasarrufların olmadığı,
somut görüntülerdir.
b. Öznel Görüntü: Şiirde en çok öznel görüntü yer almaktadır. Hem resimsel hem de hayalî görüntülere birlikte yer verilmiş.
-Resimsel Görüntü: Karanlıkta bulutların parçalanması, resimsel bir
görüntüdür. Gece vakti gökyüzünde bulutlu bir havada şimşek çakması
manzarası, bir ressam duyarlılığı ile böyle ifade edilebilir.
Sevgilinin ıslanıp tüylerinin ürpermesi, telaş içinde kötü rüzgârın
saçlarını götürmesi gibi görüntüler de şairin bakış, görüş ve duyuşuna
göre şekillenen öznel resimlerdir.
-Hayalî Görüntü: Sevgilinin gözlerinin büyüdükçe büyümesi, kapı
arkasında yalnızlığın hınzır uğultusu, kullanılmamış gök getirmek,
haziranda mavi benekli çocuk, ıssız gözlerinden şilep sızması gibi
görüntüler şairin hayalinde kurguladığı, tasarladığı soyut
görüntülerdir.
c. Hareketli görüntü: Attila İlhan, sinemayla çok ilgilenmiş bir şair.
Şiirinde de genel olarak sinemadan etkiler, izler, yansımalar çok
fazla. Onun şiiri bir yönüyle sinematoğrafik bir şiirdir. Nitekim bu
şiirinde de sinemaya özgü haller, hareketli görüntüler ve unsurlar
hemen görülüyor. Şiirin özellikle 2., 4. ve 5. bentleri sinemaya özgü
hareketli görüntü parçalarını yansıtıyor. Olayları ve görüntüleri
hareketli yapıları içinde sergilemeye çalışıyor.
ç. Soyut Görüntü: Attila İlhan, Phelenovcu bir sanat kur***** bağlı
olarak şiirde imgesel yapıya büyük önem vermiş, Mavi dergisi
hareketinden itibaren bu konunun mücadelesini vermiş bir şair. O yüzden
onun şiiri açık anlamlı ve düz anlatımlı bir şiir değil, imge yüklü bir
şiirdir. Bu yapıyı çözümlemeye çalışalım. Simgeler çok azdır ve imgeler
irdelenirken birlikte değerlendirilecektir.
-İmgeler
*Şairin sevgilisinin adını aklında mıh gibi tutması: Mıh, büyük ve
sağlam çivi demektir. Bir yere çakıldığı zaman birleşen parçaların
ayrılması imkânsız derecede sağlam olur ve kuvvetli birleştiriciliği,
yapıştırıcılığı ifade eder. Burada da şairin sevgilisinin adını aklında
mıh gibi tutması, ona olan bağlılığının, onunla birliktelik ve
özdeşliklerinin ayrılmayacak derecede sağlam ve kuvvetli oluşunu
çarpıcı bir şekilde vurgulamaktadır. Bu, sevgilisine olan kuvvetli
bağlılığının ve tutkusunun bir ifadesidir. Teşbih ve mübalağa
sanatlarından yararlanılarak oluşturulmuş bir imgedir.
*Şairin hayalinde sevgilisinin gözlerinin büyüdükçe büyümesi: Ayrılık
sürecinde sevgiliye olan tutkunun azalmak yerine daha da artması. Şair,
sevgilisini düşündükçe, gözünün önünde hayalini sürekli canlı tuttukça
o dünyasını, ruhunu, kalbini ve hayalini daha da artan bir hacimle
kaplar.
*Şairin içini sevgiliyle ısıtması: Sevgilinin hayalinin, varlığının,
tekrar ona kavuşma umudunun şaire güç, yaşama sevinci ve heyecan
vermesi, hayatına onunla anlam kazandırması.
*Karanlıkta bulutların parçalanması ve sokak lambalarının birden
yanması: Gece vakti şimşeklerin çakması anında görülen manzaranın
bulutların parçalanıyor gibi algılanması aslında bir ruh hâlinin
ifadesidir. Şairin iç dünyasında çakan şimşeklerin, duygusal
fırtınaların bir karşılığı olarak alınmasıdır. Bu, sarsıcı, şiddetli
bir aşkın ifadesidir. Sokak lambalarının birden yanması da aynı kapsam
içinde ele alınması gereken destekleyici bir imgedir. Tek merkezden
şartel düğmesine basılınca sokak lambaları aynı anda yanar. Bu, bilinen
normal bir durum. Ancak şair, hüsn-i ta’lil sanatından yararlanarak
oluşturduğu bu imgeyle birden bire geliveren duygusal boşalımı, birden
yükselen tutku sağanağını ancak bu imgeyle çarpıcı kılmaktadır.
*Kaldırımlarda yağmur kokusu: Attila İlhan, yağmur altında yürümeyi
sever ve bu ortamla romantik aşkı hep birleştirir. Aşkta romantizm, ona
göre biraz yağmur altında ıslanarak dolaşmak demektir.
*Sevmenin kimi zaman rezilce korkulu olması: Aşkın, sevinçle, hüznü,
ümitle korkuyu barındırması imgesi. Büyük aşklar daima korkuları,
endişeleri, hayal kırıklıklarını, ileride olması muhtemel
olumsuzlukları da beraberinde getirir ve yedeğinde taşır. Aşk korkuyla
yan yana gider.
*İnsanın bir akşam üstü ansızın yorulması: Derin ve büyük aşk
yaşantıları kimi zaman insanı tüketir, bitirir, bitkin, yorgun bırakır.
Büyük aşkın sonuna geldiğinde insan, takatinin tükendiğini, birden
tükeniverdiğini hisseder.
*Ustura ağzında yaşamaktan tutsak hâle gelmek: Ustura, tıraş için
kullanılan çok keskin bir bıçaktır. Ustura ağzında yaşamaya esir olmak,
bir işin zorluğunun son haddidir. İmkânsızlık, böyle çarpıcı bir
imgeyle veriliyor. Aşk konusunda içine düşülen ikilemin çıkmazlığı,
çaresiz ve çözümsüzlük hali veriliyor bu imgeyle. Büyük aşklar,
bünyesinde büyük tezatları, çıkmazları da barındırır. Kişi, ne
yapacağını bilemez, nasıl bir karar vereceğini kestiremez hâle gelir.
*Tutkunun kimi zaman ellerini kırması: Bu imge de yukarıdaki imgeyi
destekleyen bir alt imgedir. Tutkulu aşkın zaman zaman kişiyi takatsiz,
çaresiz, ikilemde, açmazda, çıkmazda bırakması hâli.
*Yaşamasından birkaç hayat çıkarması: İnsanın içine düştüğü çıkmazlarda
gözünün önüne alternatif hayat biçimlerinin kopuk kopuk gelivermesi.
*Çaldığı kapıların arkasında yalnızlığın hınzır uğultusunun olması:
Şair, sevgilisinden ayrı kaldığı, onun özlemiyle yanıp tutuştuğu
zamanlarda yalnızlığını gidermek için eşe dosta, arkadaşa ziyarete
gider, onlarla dertleşmek ister ama kime gitse onların yanında da
kendisini yalnız hisseder. Onun yalnızlığını eş dost da gideremez. Onun
yalnızlığını giderecek olan sevgilidir. O olmayınca kim olursa olsun
onu teselli edemez.
*Fatih’te yoksul bir gramofonun çalması: Sürekli kullanılarak eskimiş bir müzik aletinden hüzünlü şarkıların duyulması.
*Sevgiliye kullanılmamış bir gök getirmek: Burada “gök”, gökyüzüdür ve
simge olarak maviliği, sonsuzluğu, özgürlüğü ve en çok da saf mutluluğu
temsil etmektedir. Şair, sevgilisine kullanılmamış gök getirsem,
demekle tamamen saf, bakir, kirlenmemiş, doğal bir mutluluk vermek
istediğini belirtir. Türk edebiyatında gökyüzü, özgürlüğün ve
mutluluğun simgesidir.
*Haftaların ellerinde ufalanması: Zamanın nasıl geçtiğini anlayamamak.
Sevgiliden ayrılığın verdiği kendinde olmamak, sürekli onu düşünmek,
onunla hemhal olmak ve ona kavuşma özlemiyle zamanın nasıl geçtiğini
anlayamaz hale gelmek.
*Sevgilinin Haziranda mavi benekli çocuk olarak düşünülmesi: Burada
şair, sevgilisinin değişik yaş dönemlerini hayal ediyor. Önce onun
çocukluğunda neler yaptığını, nasıl yaşadığını, nasıl bir durumda
olabileceğini tahayyül ediyor. Mavi benek, mecaz-ı mürsel sanatıyla
sevgilisinin çocukluğunu verir. Çocukluğunda giydiği mavi benekli
elbiseye değiniyor, onu hatırlatıyor. Mavi benekli elbise içinde koşup
oynayan mutlu sevimli bir çocuk imgesi var burada. Şair de sevgilisinin
çocukluğunu gözünün önüne hayalî olarak böyle getiriyor.
*Sevgiliyi kimselerin bilmemesi: Kendisinden önce kimsenin sevgilinin
değerinin ve güzelliğinin farkına varmaması, ilk kez kendisinin fark
etmesi.
*Sevgilinin ıssız gözlerinden bir şilebin sızması: Şair, sevgilinin
mavi gözlerini tahayyül ederken onları maviliğinden, mutluluk, ferahlık
vermesinden dolayı denizle özdeşleştirmektedir. Sevgilinin gözlerinin
ıssız, geniş, masmavi, insanın içini açan bir denize benzetilmesi,
buradan bir yük gemisinin sızması hayalî görüntüsü ile birleştirilmesi
özgün bir imge. Daha önce pek kimsenin kullanmadığı Attila İlhan’a özgü
bir imge.
*Sevgilinin belki Yeşilköy’de uçağa binmesi: Sevgilisi, şairden ayrı
kaldığı süre içinde neler yapabilir, bunun değişik alternatifleri
şairin gözünün önünden bir bir geçiyor. Bunlardan biri de uçakla
İstanbul’dan ayrılıyor olması ihtimalidir. Böyle bir durum da şairi
daha da hüzünlendiriyor. Ayrılığın derinleştirilmesine bağlı hüznünün
artması imgesi.
*Sevgilinin tamamen ıslanmış olması ve soğuktan tüylerinin ürpermesi:
Soğuk, yağmurlu bir günde ıslanarak, üşüyerek koşuşturması hayalî
görüntüsü de Attila İlhan’a özgü bir imgedir. Yağmurda ıslanma hâli
onda etkileyici, romantik bir unsur olarak hep vardır.
*Sevgilinin saçlarını kötü rüzgârın götürmesi: Rüzgarlı bir havada
koşuşturan sevgilinin saçlarının dalgalanması görüntüsü de yine Attila
İlhan’ın romantizmini artıran görüntülerden biridir.
*Kurtlar sofrasında düşünülen yaşamanın zorluğu: Kurtlar sofrası ile
kastedilen genel olarak geçim zorluklarıdır. Şair bu son kıtada
sevgilisiyle evlilik halini tahayyül etmektedir. Onunla evlendiğinde
neler olabileceğini muhakeme ve muhasebe eder. İlk aklına gelen,
ekonomik anlamda yaşamanın zorluklarıdır. İhtiyaçlarını karşılama
konusunda karşılaşabileceği sıkıntıları düşünür.
*Ayıpsız fakat ellerini kirletmeden yaşamayı düşünmek: Birlikte evlilik
hayatının, aile hayatının, geçimi sağlama uğraşısının en önemli
sorunlarından biri iş ahlâkıdır. İnsanın çalıştığı işte, mesleğinde
dürüst, temiz, ahlâklı, namuslu kalabilmesi, harama el sürmemesi,
helalinden alnının teriyle ekmeğini kazanabilmesi önemli ve büyük bir
iştir. Şair böyle temiz bir iş ve evlilik hayatı düşlemektedir.
*Şairin kendisine sus deyip sevgilisinin adıyla başlaması: Şairin
lekesiz, dürüst bir hayat yaşama isteği çok zor görünüyor ve bunları
düşünmek yerine sevgiliyi hatırlamayı, sadece onu düşünmeyi tercih
ediyor.
*Şairin içi sıra sevgilisinin gizli denizlerinin kımıldaması:
Sevgilinin gizli denizleri, gizemi, iç zenginliği, keşfedilmemiş bakir
zenginlikleri, yüce değerleri ve güzellikleridir. Bunlar, şairin
içinde, ruhunda, kalbinde heyecan uyandırıyor.
-İlkörnek ve Metinlerarası İlişkiler
Şiirde “Allah” ilkörnek olarak alınıyor ama bundan yararlanılarak onun
yerine ikame edilen “beşerî sevgili” ilkörneği üretiliyor. Mutasavvıf
şairin dinî bağlamda yaptığı şeyi Attila İlhan, dünyevî bağlamda,
seküler bağlamda yapıyor. Bu, tasavvufî bir motifin tersinlemeli olarak
yeniden üretimidir. Geleneğin devamı değil gelenekten yararlanmadır. Bu
şiirdeki Attila İlhan’ı mutasavvıf şairlerle, İlhan’ın beşerî, dünyevî
sevgilisini de mutasavvıfın ezelî ve ebedî sevgili olan Allah’la
karşılaştırdığımızda geniş ölçüde geleneğin dönüştürülerek yeniden
üretildiğini görüyoruz. İlhan, geleneksel tasavvufî İslam kültürünü bir
kaynak olarak alıp kendi anlayışı doğrultusunda değiştirerek üretiyor.
Bunu karşılaştırmalı olarak verelim:
*Sevgilinin idealize edilmesi, yüceltilmesi: Tasavvufî İslam
edebiyatında Allah, büyük bir sevgili olarak hep yüceltilir. Mutasavvıf
şair, gece gündüz sadece erişilmez yücelikteki Allah’ı düşünür. Attila
İlhan da beşerî sevgilisini yüceltmekte, kutsallaştırmakta ve hep onu
düşünmektedir.
*Sevgiliyle özdeşlik: Mutasavvıf şair, Allah’ın adını sürekli
zikrederek her zaman onu aklında tutar. Hatta aklından hiç çıkarmaz.
İlhan da bu durumu dünyevî sevgiliye uyguluyor. Aynı şekilde dünyalı
sevgilisinin adını aklında mıh gibi tutuyor.
*Sevgilinin gittikçe büyümesi: Mutasavvıf için Allah büyük hem çok
büyüktür. Hayalinde gözünün önünde gittikçe büyür. İlhan’ın hayalinde
de sevgilisinin gözleri gittikçe büyümektedir.
*Sevgiliye mecburiyet ve mahkumiyet: Mutasavvıf şair, Allah’a
mecburdur, Allah’tan başka alternatifi yoktur, onun aşkına esir
olmuştur. Fakat Allah yanında yoktur, ondan ayrıdır. Elest bezminde,
ruhlar âleminde iken Allah’la beraberdi. Fakat cesede bürünüp dünyaya
gönderilmekle ondan ayrılmıştır ve onun özlemiyle yanıp tutuşmaktadır.
Tek seçeneği odur. İlhan da ona benzer şekilde sevgilisine mecburdur.
Başka türlü olmaz, ne yapsa ne etse, ne tutsa, nereye gitse sadece
sevgilisine mahkum ve mecburdur. Ama sevgilisi yanında yoktur, ondan
ayrıdır ve mutasavvıf gibi onun özlemini çeker.
*Aşk şarabıyla sermest olma motifi: Mutasavvıf şair, ilahî aşk
şarabıyla sarhoş bir şekilde gezer dünyada. Esrik, kendinden geçmiş,
cezbe hâlinde, istiğrak hâlinde dolaşır yeryüzünde. İlhan da aynı
şekilde beşerî sevgili sarhoşudur, onun aşkı ve özlemiyle sersem gibi
gezer, kendinde değildir, ne yaptığını, nereye gittiğini bilmez.
*Büyük aşkın tehlikeyle yan yana olması: Mutasavvıf şair için ilahî aşk
ateştir, yanmaktır, tehlikeli bir şeydir. Aşkla ölüm hep yan yanadır.
İlhan da buna benzer şekilde sevmeyi rezilce korkulu olarak algılıyor.
*Halvet der encümen motifi: Mutasavvıf şair, dünyalı anlamda kiminle
birlikte olursa olsun, hangi toplulukta bulunursa bulunsun kendini hep
yalnız hisseder. Çünkü o sadece Allah’ı düşünür, Allah’tan ayrılığın
yalnızlığını hiç kimse, hiçbir şey gideremez. Tek dostu, sevgilisi
odur, başkaları bir gölge gibidir, bir kıymetleri yoktur. Halvet der
encümendir o. İlhan da aynı motifi alıp beşerî sevgilisi için
uyguluyor. Hangi kapıyı çalsa, arkasında yalnızlığın hınzır uğultusunu
hisseder. Sevgiliden ayrılığın yalnızlığını hiçbir şey gideremez.
*Aşk ve musiki birlikteliği: Mutasavvıf şair, ilahî aşkı çoğu zaman
musiki ile birleştirir, aşkla musikiyi birlikte algılar. Ney, def gibi
çalgı aletleriyle ya da tabii sesle çıkarılan tasavvuf müziğiyle
birlikte ifade eder ilahî aşkı. Tasavvuf kültürünün temel motiflerinden
biri aşkla musikinin birlikte iç içe olmasıdır. İlhan da aynı şekilde
aşkını gramofondan duyduğu müzikle birleştiriyor. Buradaki gramofondan
gelen müzik, ilahî değil beşerîdir.
*Temiz ve dürüst bir hayat yaşama arzusu: Mutasavvıfın en büyük arzusu,
ezelî sevgilisi olan Allah’la birlikte olup, temiz, helal, dürüst bir
hayat yaşamaktır, ellerini kirletmemek, haram yememek, kötülük
yapmamak, günah işlememektir. İlhan da aynı şekilde bu insanî erdemi
dünyevîleştirerek yani haram, helal, günah, gibi terimlerden uzak
olarak profan anlamda, seküler bağlamda bir etik tavır geliştirir.
Kimseye kötülük etmeden, haksız kazanç sağlamadan, sevgilisiyle
birlikte temiz bir hayat yaşamak ister. Buna göre mutasavvıf ahlâkîdir,
İlhan ise etiktir.
*Besmele: Her şeye Allah’ın adıyla başlamak. Mutasavvıf ya da genel
anlamda bütün Müslümanlar, her işe Allah’ın adıyla başlarlar. Bu
Allah’ı her şeyden üstün görme, onun iznini alma, ona dayanma ve
güvenme, her şeyi onun kontrolünde bilme ve ona saygı duyup ona
teşekkür etme, nimetleri ondan bilme, kendi varlığını ona bağlama
anlamını karşılıyor. İlhan da bu motifi beşerîleştiriyor. ”Sus deyip
adınla başlıyorum” mısraı besmelenin tersinlemeli bir şekilde yeniden
üretilmesidir.
*Kenz-i mahfî: Sevgilinin gizli bir hazine olması: İslam tasavvufunda
bir kudsî hadis vardır: Allah Tealâ: ”Ben gizli bir hazine idim,
bilinmek istedim, bundan dolayıdır ki insanları yarattım” buyurmuştur.
Mutasavvıflar bu hadise çok değer verirler. Zati şöyle der: “Kendini
bildirmek için “kenz-i mahfî” etdi zuhûr / Etmedi var hazret-i Hak cinn
ile insanı abes”.
Harabî de şöyle der: “Küntü kenz remzinin olduk âgâhı / Ayne’l-yakîn gördük Cemâlullahı”
(İskender Pala, Ansiklopedik Divan Şiiri Sözlüğü, Akçağ yayınları, Ankara 1995, s.322)
Attila İlhan da “içimsıra kımıldıyor gizli denizlerin” mısraıyla bunu
dönüştürüyor. Buna göre sevgilinin gizli denizleri, zenginlikleri,
gizemi vardır. Bunları keşfedecek olan da şairdir. İlahî zenginlikleri,
hazineleri keşfedecek olan mutasavvıftır, beşerî sevgilinin gizli
denizlerini keşfedecek olan da Attila İlhan’dır.
*Sevgili ve saç kompozisyonu: Türk edebiyatında sevgili ve saçı imgesi,
tarihsel olarak üç aşamalıdır: 1.Divan şiirinde sevgili de saçı da
durağandır. Sevgili ve topuklarına kadar uzanan ya da perişan olan saçı
sadece hayal edilir ve durağandır. Belli bir hareketlilik ve dekor
içinde değildir. Dekordan, tabii ortamdan ve gerçek hayattan kopuk bir
tahayyüle konu edilir. 2. Ahmet Haşim’de saçıyla birlikte düşünülen
sevgili Divan şiirine göre daha dünyevî, somut ve yarı hareket
kazanmıştır. “O Belde” şiirinde şöyle der:
“Denizlerden / Esen bu ince hava saçlarınla eğlensin. / Bilsen /
Melâl-i hasret ü gurbetle ufk-ı şâma bakan / Bu gözlerinle, bu hüznünle
sen ne dilbersin!” (Ahmet Haşim Bütün Şiirleri, hzl.İ.Enginün,
Z.Kerman, Dergah yayınları, İstanbul 1987, s.157)
Burada sevgili deniz kenarında durmuş, hareketsiz ufka bakmakta ama
saçları rüzgarda dalgalanmaktadır, yani hareketlidir. Dolayısıyla
sevgili durağan ama saçı hareketlidir. Diğer yandan somut bir tabiat
dekoru içinde yine somut olarak gözlenmekte ve izlenmektedir. Divan
şiirinde tahayyül ediliyordu, burada gözleniyor.
3.Attila İlhan’da ise “kötü rüzgar saçlarını götürüyor” mısraında
görüldüğü gibi sevgili de saçı da hareketlidir. Gerçek hayatın gün****k
yaşantısı, koşuşturması içinde resmedilmektedir.
II. ŞEKİL
1. Nazım Şekli: Şiir, mısra kümelenişi bakımından 6 bentten oluşuyor.
Bentlerin mısra sayıları değişik. Bu bakımdan nazmın sabit
şekillerinden birine bağlı değil. Şair, mısra kümelenişine bağlı bent
sistemini tamamen muhtevaya bağlı kalarak kurgulamış. 1. bent,
sevgiliye olan tutkulu bağlılığın vurgusunu içeriyor. 2. bent, aşkın
tabiat ortamında dillendirilmesi söz konusu. 3.bentte aşkın ve
sevgiliyle birlikteliğin genel durumu ve sonuçları düşüncesine yer
veriliyor. 4. bentte sokak dolaşmalarında sevgilinin hatırlanması ve
aşkın müzikle birleştirilmesi vurgulanıyor. 5.bentte ise sevgilinin
çocukluğu ve şimdiki durumları tahayyüle bağlı olarak ortaya konuyor.
Son bentte ise sevgiliyle birlikteliğin somut halleri değişik
boyutlarıyla irdeleniyor. Görüldüğü gibi şair, bentleri aşk ve
sevgilinin değişik görünüm ve tahayyüllerine bağlı olarak kuruyor.
III. DİL VE ÜSLÛP
A. Dil: Şiirde oldukça yalın ve konuşulan bir Türkçe, bütün canlılığı,
renkliliği ve zenginliği ile kullanılıyor. Anlamı bilinemeyecek hemen
hemen hiçbir kelime yok.
1. Dil Sapmaları
a. Yazım Sapmaları: Şair, kuralları konmuş, belirli ve yerleşik imlaya
ve noktalama işaretlerine uymamış. Mesela hiç büyük harf kullanmamış.
“İstanbul” ve “Fatih” gibi özel isimler de küçük harfle başlatılmış.
Noktalama işaretleri de yok denecek kadar az. Şair neden böyle bir
tutumu tercih etmiş? Bu konuda elimizde somut bir bilgi ve açıklama
yok.
b. İfade Sapmaları: Fatih’te yoksul bir gramofonun çalması: Burada
‘yoksul bir gramofon’ alışılmamış bir bağdaştırmadır. Sıfat
tamlamasında sıfat-isim arası uyumsuzluk var. Gramofon için yoksul
sıfatı kullanılmaz. ‘yoksul’ kelimesinin çağrışımsal anlamı üretilmekte
ve uzun süre kullanıla kullanıla eskimiş ve yıpranmış bir müziği ve
sesi nakleden bir alete yani gramofona dolaylı olarak böyle sıfat
yapılmıştır.
B. Üslûp
-İç Konuşma Üslûbu: Şiirde iç konuşma üslûbu vardır. Şiir, baştan başa şairin iç konuşmalarından meydana gelmektedir.
-Lirik Üslûp: Lirizm Attila İlhan şiirinin temel unsurlarından biridir.
Duygu coşkunluğu ve müzikalite, onun şiirinin temel unsurlarındandır.
Bunu burada da görüyoruz. Ayrıca yer yer yakarış üslûbunu da
görmekteyiz.
IV. AHENK: Şiir müzikal değeri yüksek bir metindir. Şair, eserini ahenkli kılabilmek için bazı yollara başvurmuştur. Bunlar:
1. Ses ve Mısra Tekrarları: Şiirde bilinçli olarak tercih edilmiş ünlü
ve ünsüz tekrarına dayalı bir ahenk yok. Ancak düzensiz bir kafiye
uygulaması görüyoruz. Bu da ahengin doğmasında etkili oluyor. Şair,
ahengi en çok da rediflerle sağlıyor. Bir de “ben sana mecburum”
mısraının 5 kez tekrarlanmasıyla ortaya çıkan bir ahenk var.
2. Vezin: Şiir, vezin bakımından da serbest. Dolayısıyla şeklî anlamda
vezne dayalı bir ahenk yok, ancak şiirin bütününe yayılan serbest vezin
içinde hissedilen derunî ahenkten bahsedebiliriz.
kaynak: edebiyatotagi.com
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://www.forumyok.yetkin-forum.com
 
Şiir İnceleme Örneği
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
www.forumyok.forumm.biz :: ÖĞRENCİ ÖZEL :: Türk Edebiyatı :: Ders Notları - Konu Testleri-
Buraya geçin: