www.forumyok.forumm.biz
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.



 
AnasayfaAnasayfa  Latest imagesLatest images  Kayıt OlKayıt Ol  Giriş yapGiriş yap  

 

 Anı Örnekleri ve Açıklaması

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
GeCe YaRıSı
Çaylak
Çaylak
GeCe YaRıSı


Kadın
Mesaj Sayısı : 1200
Yaş : 105
Kayıt tarihi : 29/07/09

Anı Örnekleri ve Açıklaması Empty
MesajKonu: Anı Örnekleri ve Açıklaması   Anı Örnekleri ve Açıklaması Icon_minitimePtsi Ara. 14, 2009 1:11 am

KONU ANLATIMI

фуля


Bir kimsenin kendi hayatını, yaşadığı devrede şahidi olduğu ya da
duyduğu olayları edebî değer taşıyan bir dille anlattığı yazılara anı
(hatırat) denir. Bir başka deyişle, özümüzde bir iz bıraktığı için
unutulmayan ve anılmaya değer bulduğumuz olayları anlatan yazı türüdür.
(S. SARICA - M. GÜN-DÜZ, Güzel Konuşma Yazma, s. 374)

Edebiyat sahasının en yaygın türlerinden biridir. Bu türde verilen
eserlerin çok değişik sahalarda oluşu, ona belli bir sınır çizme
imkânını zorlaştırır. Anıların önde gelen özelliği, yazarının hayatının
belli bir kesitini alması ve çok sonra yazıya dökülmesidir.

İçlerinde anı türünün özelliği bulunabilecek seyahatname, sefaretname,
muhtıra, tezkire, menkabe, günlük, otobiyografi ve tarih türleri ile
anı türünü karıştırmamak gerekir. Bu türlerin her birinin yazılış
gayeleri ayrıdır. Ortak özellikleri ise yaşanmış olaylar üzerine
kurulmuş olmalarıdır. Ancak bu özellik, onları birbirinin yerine koyma
sebebi olamaz.

Anıların, tarihî gerçeklerin açıklanması sırasında, önemli yardımları
dokunur. Anı; tarih değilse de, tarihe yardımcıdır. Devirlerin
özelliklerini anlatan anılar, o devrin tarihini yazacaklar için önemli
birer belge niteliğindedir. Bundan ötürü, anı yazarı, anılarını
yansıtırken tarihî gerçeklerin bozulmamasına çok dikkat etmelidir. (H.
F. GÖZLER, Örnekleriyle Türkçe ve Edebiyat Bilgileri, s. 528)

Anı (Hatırat) ile günlük, en çok karıştırılan iki türdür. Bu iki türün
en önemli ayrılığı günlüklerin yaşanırken, anıların ise hayatta ya da
ömrün sonunda kaleme alınmalarıdır.

Her ne sebeple kaleme alınırsa alınsın anı türünde dürüstlük, samimiyet
ve sorumluluk duygusu ön plânda tutulmalıdır. Anı yazarken önce konu
tespit edilmeli; sonra ya günü gününe tutulan notlar ya da hafızada
saklanan olaylar zinciri, plâna göre düzenlenmelidir. Anı yazılırken
süslü sanatlı bir anlatımdan kaçınmalı; açık, sade ve akıcı bir üslûp
kullanılmalıdır. Duygu ve düşünceler, içtenlikle gerçeği yansıtmalıdır.

Anılar, ya günü gününe tutulan notlar hâlinde ya da sonradan
hatırlanmak suretiyle yazılır. Batı edebiyatında en ünlü anı yazarları;
Sain-Simon (1675-1755) ve Rousseau (1712-1778)' dir. (H. F. GÖZLER,
Örnekleriyle Türkçe ve Edebiyat Bilgileri, s. 528)

Batı edebiyatındaki ünlü anı yazarları ve eserleri şunlardır:

Sain-Simon - "Hatıralar"

Rousseau - "İtiraflar"



Türk edebiyatındaki anı eserlerine örnekler ise şunlardır:

Ziya Paşa - "Defter-i A'mâl"

Muallim Naci - "Ömer'in Çocukluğu"

Ahmet Rasim - "Falaka" ve "Muharrir, Şair, Edip"

Halit Ziya UŞAKLIGİL - "Kırk Yıl" ve "Saray ve Ötesi"

Hüseyin Cahit YALÇIN -"Edebî Hatıralar"

Falih Rıfkı ATAY - "Çankaya" ve "Zeytindağı"



Anılar, genellikle aşağıdaki nedenlerden dolayı yazılır:

(1) Geçmişi bir kez daha yaşamak ve yazma alışkanlığı kazanmak.

(2) Anıları unutulmaktan kurtarmak.

(3) Yok olup gitmesini göze alamadığımız bir gerçeğe kalıcılık kazandırmak.

(4) Anıyı oluşturan olayı, durumu, yerleri, kişileri söz konusu edip, başkalarının bilgisine, yararına sunmak.

(5) Kamuoyu önünde aklanmaya çalışmak, pişmanlığı dile getirip içini boşaltmak, günah çıkarmak.

(6) Gelecek kuşaklara geçmişten sonuçlar çıkarıp sunmak.

(7) Gerektiği zaman bir eleştiride bulunmak.

(8) İnsanoğlunun; yaşantılarını, deneyimlerini başkalarıyla paylaşmak gereğini duymak.


IIedaII

ANININ TARİHÇESİ VE GELİŞİMİ ;

'Anı'nın eski karşılığı 'hatıra'dır. Edebî bir tür olarak anı, bir
kişinin aklının erdiği dönemden itibaren görüp yaşadığı, kendisi ve
toplum için önemli gördüğü olayları ve durumları belli bir sistem
içinde yazıya döktüğü, genellikle, otobiyografik metinlere denir.
Otobiyografi, kişinin yalnızca kendisiyle ilgili bilgileri verirken
anı, hem bireysel hem de sosyal anlamda bilgi içerir. Günlük tutan
yazar, sıcağı sıcağına o günün olay, yaşantı ve düşüncelerini
aktarırken; anı yazarı, tarih olmuş eski zamanların olaylarını belleğe
ya da belgelere dayalı olarak ortaya koyar. Bu bakımdan anı metinleri
yalnızca hatırlanabilen, unutulmayan, kaydedilebilen olayları içerdiği
için tarihi aynen aksettirmekten uzaktır, büsbütün objektif olması
beklenemez. Toplumların sosyal hayatlarında anı aktarmak önemli bir
gelenektir. Özellikle yaşlı insanlar kendilerinden daha genç kimselere
daha önce görüp geçirdiklerini, yaşadıkları ilginç olayları anlatırlar.

Anı yazma geleneği, Tanzimat döneminde, kimi devlet adamlarında
batıdaki meslektaşlarına olan özentiden başlamış ve giderek günümüze
kadar gelmiştir.




Tanzimat öncesindeki şuara tezkireleri, menakıpname, siyer,
vekayi'name, gazavatname, fetihname, sefaretname gibi eserler bilinen
anlamıyla birer anı eseri olmasalar da bu türe özgü özellikleri
taşırlar.




Anılar konuları itibariyle genellikle siyasî ve edebî olmak üzere iki
kategoride değerlendirilmektedir. Bunlar kesin sınırlandırmalar
değildir. Bir siyasî anı kitabında edebî anılar da olabilmektedir. Kimi
anı kitapları da toplum içinde belli özellikleriyle seçilmiş kişilerin
portrelerinden oluşmaktadır. Halit Fahri Ozansoy Edebiyatçılarımız
Geçiyor (1939), Yahya Kemal Beyatlı Siyasî ve Edebî Portreler (1968);
Yusuf Ziya Ortaç Portreler (1960); Hakkı Süha Sezgin Edebî Portreler'i
(İstanbul 1997); Beşir Ayvazoğlu Defterimde 40 Suret (İstanbul 1996)...
gibi.




5.1. Siyasî ve Askerî Konulu Anılar
Tanzimat'tan sonra anı yazma geleneği devlet yönetiminde bulunmuş önemli kişiler arasında da yaygınlaştı.




5.1.1. Askerî Konulu Anılar
Afet İnan ******'ten Hatıralar (1950), ****** Hakkında Hatıralar ve
Belgeler (1959); Falih Rıfkı Atay ******'ün Bana Anlattıkları (1955),
******'ün Hatıraları (1965), Çankaya (1969); Celal Bayar, Şevket
Süreyya Aydemir Suyu Arayan Adam (1959); İsmet Kür Anılarıyla ******
(1965); Ali Fuat Cebesoy Sınıf Arkadaşım ****** (1997); Hilmi Yücebaş
******'ün Nükteleri Fıkraları Hatıraları (1963); Ahmet Cevat Emre İki
Neslin Tarihi (1960); Nadir Nadi Perde Aralığında (1965); Erdal Öz
Deniş Gezmiş Anlatıyor (1976); Safa Güner Köy Enstitüleri Hatıraları
(1963); Yakup Kadri Karaosmanoğlu Zoraki Diplomat (1955). Politika'da
45 Yıl (1968); Samet Ağaoğlu Strazburg Hatıraları (1933), Babamdan
Hatıralar (1939), Aşina Yüzler (1965)... Ahmet Ağaoğlu Serbest Fırka
Hatıraları (2. baskı, 1969); Erdal İnönü Anılar ve Düşünceler; Rauf
Denktaş Rauf Denktaş'ın Hatıraları (4 cilt, 1996); Emre Kongar Ben
Müsteşarken (1996); Gülsün Bilgehan Mevhibe İnönü'nün Anıları,
Milliyet, 08.03.1998...




5.1.2. Hariciye ve Elçilik Anıları
Ülkemizi yurt dışında temsil eden, yurt dışı görevlerinde bulunan bazı
kişiler oradaki kimi ilginç gözlem ve izlenimlerini yazıya
dökmüşlerdir. Ali Fuat Cebesoy Moskova Hatıraları (1955); Feridun Cemal
Erkin Dışişlerinde 34 Yıl (1980); Zeki Kuneralp Sadece Diplomat
(1982)...




5.1.3. Cezaevi ve Avukat Anıları
Ülkemizde belli dönemlerde özellikle aydınlar, sanatçılar,
edebiyatçılar ve politikacılar zaman zaman tutuklanmışlardır. Onlar
hapishanede yaşadıklarını, yargılanmaları s ırasında başlarından
geçenleri, çektikleri sıkıntıları ve bu tür kişilerin davalarını
üstlenen avukatlar gözlem ve izlenimlerini anı biçiminde yazmışlardır:
Necip Fazıl Kısakürek Cinnet Mustatili (1955), Yılanlı Kuyudan (1970);
Bediî Faik Hapishane Notları (1958); Halikarnas Balıkçısı Mavi Sürgün
(1971); Aziz Nesin Bir Sürgünün Anıları (1971); Nazlı Ilıcak Allah
Kurtarsın (1987); Zeynep Oral Bir Ses (1987); Sevgi Soysal Yıldırım
Bölge Kadınlar Koğuşu (1976)...

5.2. Edebiyat ve Sanat Konulu Anılar
Tanzimat döneminden sonra pek çok sanatçı ve yazar, özellikle olgunluk
yaşlarında siyasî, sosyal, edebî, kültürel alanlardaki düşünce, gözlem
ve izlenimlerini, eserleriyle ilgili açıklamaları yazmışlardır.




5.2.1. Edebiyat Konulu Anılar
Refik Halit Karay İstanbul'un İç Yüzü (1920), Üç Nesil Üç Hayat (1943);
Ercüment Ekrem Talu Dünden Hatıralar (1945); Nihat Sami Banarlı Yahya
Kemal Yaşarken (1959), Hilmi Yücebaş Yedi Şairden Hatıralar (1960);
Yusuf Ziya Ortaç Portreler (1960); Oktay Akbal Şair Dostlarım (1964);
Zekeriya Sertel Mavi Gözlü Dev (1968), Nazım Hikmet'in Son Yılları
(1979); Orhan Kemal Nazım Hikmet'le Üç buçuk Yıl (1965); Mehmet Seyda
Edebiyat Dostları (1970), Çocukluk Yılları (1980); Mehmet Başaran
Yasaklı (1987); Mehmet Kemal Acılı Kuşak (1968); Demir Özlü Sürgünde 10
Yıl; Ömer Faruk Toprak Duman ve Alev (1969); Sabiha Sertel Roman Gibi
(1969); Aziz Nesin Bir Sürgünün Anıları (1971), Poliste (1967)...





Halide Nusret Zorlutuna Bir Devrin Romanı (1978); Meral Tolluoğlu Babam
Nurullah Ataç (1980); Talip Apaydın Bozkırda Günler (1952), Karanlığın
Kuvveti (1967), Akan Sulara Karşı (1985); Hikmet Erhan Bener
Bürokratlar (197879); Muzaffer Buyrukçu Arkadaş Anılarında Orhan Kemal
(1984); R ıfat Ilgaz Yokuş Yukarı (1982), Kırk Yıl Önce Kırk Yıl Sonra
(1986); Hasan İzzettin Dinamo 67 Eylül Kasırgası (1971), 2. Dünya
Savaşında Edebiyat Anıları (1984); Baki Süha Ediboğlu Bizim Kuşak ve
Ötekiler (1968); Samim Kocagöz Bu Da Geçti Ya Hu (1992); Melih Cevdet
Anday Akan Zaman Duran Zaman (1984); Ahmet Hamdi Tanpınar "Cahit
Sıtkı'ya Dair Hatıralar", Edebiyat Üzerine Makaleler (1969)...




5.2.2. Tiyatro ve Tiyatro Sanatçıları İle İlgili Anılar
Kimi tiyatro yazar ve sanatçıları da meslek hayatları boyunca
başlarından geçen ilginç olayları kaleme almışlardır. Hafi Kadri Alpman
Ahmet Fehim Bey'in Hatıraları (1976); Vasfi Rıza Zobu O Günden Bu Güne
(1977), Uzun Hikâyenin Sonu (1990); Halit Fahri Ozansoy Şehir
Tiyatrosunun 50. Yılı Darülbedayi Devrinin Eski Günlerinde (1964);
Haldun Dormen Sürç ü Lisan Ettikse (1977); Gülriz Sururî Kıldan İnce
Kılıçtan Keskince (1978); Mücap Ofluoğlu Bir Avuç Alkış (1985)..

.

5.3.3. Basın Anıları
Basın çalışanlarının, yazar ve muhabirlerinin anıları vardır: Ahmet
Rasim Muharrir, Şair, Edip (1926, 1980); Ahmet İhsan (Tokgöz) Matbuat
Hatıralarım (19301931); Yusuf Ziya Ortaç Bizim Yokuş (1966); Necip
Fazıl Kısakürek Babıali (1975); Vedat Nedim Tör Yıllar Böyle Geçti
(1976)...




5.3.4. Eğitim ve Öğretmenlik Anıları
Eğitimciler ve öğretmenler, meslekleri gereği yurdun pek çok yerinde
bulunarak ülke çocuklarını ve toplumu eğitme sorumluluğunu üstlenmiş
kişilerdir. Dolayısıyla eğitimciler birçok sorun, kişi ve gruplarla
gerektiğinde mücadele eden kişilerdir. Kimi eğitimciler önemli olaylara
tanıklık etmiş olan hayatlarını kaleme almışlardır: Hıfzırrahman Raşit
Öymen Mektepçiliğin Kâbesinde İntibaât ve Tahassüsat (1926); Şevket
Süreyya Aydemir Toprak Uyanırsa (1963); Fikret Madaralı Ekmekli Dönemeç
(1965); Enver Demir Bir Öğretmenin Defterinden 41 Yılın Hikâyesi
(1968); M. Rauf İnan Bir Ömrün Öyküsü (1986); Kemal Kurdaş ODTÜ
Yıllarım (1998)...




Bu sınıflamanın dışında birkaç örnek: Abdülhak Şinasi Hisar Geçmiş
Zaman Köşkleri (1956), Geçmiş zaman Fıkraları (1958)... Nahit Sırrı
Örik Eski Zaman Kadınları Arasında (1958); Halit Fahri Ozansoy Eski
İstanbul Ramazanları (1968); Malik Aksel Resim Sergisinde Otuz Gün
(1943); Samiha Ayverdi Bir Dünyadan Bir Dünyaya (1974), Hatıralarla
Başbaşa (1977), Hey Gidi Günler Hey (1989); Esin Afşar Anılar Yanıltır
mı? (1995); Halit Kıvanç Hadi Anlat Bakalım Anılar 1 (1998)...






ÖRNEKLER

diabian-lp

****** kurtuluş savaşı sonrası anadolunu bir köyüne gider ve orda bir
eve girer.Yaşlı teyze hemen ayran getirir ******e ve yanındakilerine
verir.
****** baktığında ayranın içinde küçük bir saman parçası
vardır.****** hiç bişe demez bardağı bir ordan tutar bir burdan ayranı
içmeye çalışır.En sonun da giderken der:
-nine bunun içine saman düşürmüşsün herhalde
-yok der ben onu bilerek koydum
-nasıl yani der ******
-ayran soğuktu!! sonra hasta olursun diye samanı attım ki yavaş yavaş içesin sonra hasta olmayasın...
****** nine nin elini öper.
nine de "allah senin başımızdan eksik etmesin" der.....



kopyacı92

******'le ilgili anılar


Günlerden birgün İtalyan Büyükelçisi, ****** ile görüsmek ister ve
huzura kabul edilir.
O zamanin muhtelif ekonomik-siyasi konulari hakkinda konusulduktan
sonra, Büyükelçi :
-Ekselans, dün Roma ile yapmis oldugum bir görüsmede hükümetimizin
Hatay'i almak istedigi kararini size iletmem söylendi" der.
Odada buz gibi bir hava eser. Ata, büyükelçiye birşeyler daha ikram
eder ve iki dakikaliginina odadan ayrilir.
Döndügünde ayaginda çizmeleri, üzerinde maresal üniformasi, belinde
tabancasi vardir. Dogruca masasina gider, manyetolu telefondan Maresal
Fevzi Çakmak'ın baglanmasini ister ve Çakmak' a:
- Pasa, İtalyan dostlarimiz Hatay'a gelmek istiyorlarmis. Hazir
miyiz?
Fevzi Çakmak durumu anlar ve "biz haziriz Pasam" diye yanitlar...
Ata, Büyükelçiye döner ve: "Biz hazirmisiz. Hükümetinize söyleyin, ne zaman
isterlerse gelip Hatay'i alabilirler" der.......



Kurtuluş savaşından bir anı


Izmir kurtuldu, cok tatli bir yorgunluk,Ankara'ya hareket edecekler.
Ertesi gun kompartimanin kapisini calar yaveri, açar yorgun, bitkin,
kravatini yikamaktadir ******.

Yaveri "ya pasam bu ne hal hic uyumadiniz herhalde niye boylesiniz" der.
"Ya çocuk kompartimanima yastikla battaniye koymayi unutmussunuz.
Kolumu yastik yaptim agridi setremi yastik yaptim usudum bende uyumadim
kalktim" der.

Yaveri; "aman pasam! Birimize haber vereydiniz hemen size bir yastikla battaniye getirirdik" der.
Ve bir ulke kurtarmaktan donen komutan soyluyor bunlari tarihi bir
cevap der ki "Gec farkettim hepiniz en az benim kadar
yorgundunuz.Hicbirinize kiyamadim.
Onemli olan benim uyumam degil milletimin rahat uyumasi".




*esra*


Cumhuriyet'in ilânından sonra İstanbul'da bir resepsiyon verilir. Tüm
dünya ülkelerinin elçileri ve ateşeleri de davet edilir. Davet güzel bir
şekilde devam etmektedir fakat İngiliz ateşesi olan binbaşının

bakışları Mustafa Kemal'in gözünden kaçmaz. bütün davet boyunca kendisine
dik dik bakmıştır ve bakmaya devam etmektedir. ne olduğunu

öğrenmek için yaverini gönderir. Yaver Mustafa Kemal'e şöyle der:
Paşam kendisine neden ters bir tavır takındığını sordum, o da bana Mustafa
Kemal'in Çanakkale'de babasını öldürdüğünü söyledi.
bunun üzerine Mustafa Kemal şöyle der:
Git sor bakalım babasının Çanakkale'de ne işi varmış?




ASKERLE GÜREŞ

ir gezisinde, Kolordu binasının kapısında aslan yapılı bir Mehmetçik gördü. Çağırdı ve güler yüzle sordu:
- Sen güreş bilir misin?

Yanındakilerden en kuvvetli görünenlerle Mehmetçiği güreştirdi. Genç
asker her zaman üstün geliyordu. Çok neşelendi, ayağa fırladı.

Ceketini çıkarıp Mehmet'e ense tuttu:
- Haydi, bir de benimle güreş!

Katıksız ve temiz Anadolu çocuğu Ata'sının yüzüne hayranlıkla baktı:
- "Atam," dedi. "Senin sırtını yedi düvel yere getiremedi. Bir Mehmet mi bu işi başarır?"

Gözleri doldu ve ağlamamak için gülmeye çalıştı.




mystical50

Bayrağa Saygı

30 Ağustos sabahı, Mustafa Kemal muharebe sahasında dolaşıyordu. Etraf
binlerce düşman cesetleri ve birbiri üzerine yığılmış yüzlerce topçu
hayvanı, terk edilmiş silah, top ve cephane dolu idi...
****** şöyle söylendi:
"Bu manzara insanlığı utandırabilir! Fakat meşru müdafaamız için buna
mecbur olduk. Türkler, başka milletlerin vatanında böyle bir harekete
teşebbüs etmezler."
Ganimetlerin arasında yırtılmış ve terk edilmiş bir de Yunan bayrağı gören başkumandan eli ile kaldırılmasını işaret ederek;
"Bir milletin istiklal alametidir, düşman da olsa hürmet etmek lazımdır, kaldırıp topun üzerine koyunuz."


Vatanımın Toprağı Temizdir

Kral Edward İstanbul'a geldiği zaman, yatından bir motora binerek
Dolmabahçe Sarayı'na yanaştı. ****** de rıhtımda onu bekliyordu. Deniz
dalgalı idi ve Kral'ın bindiği motor inip çıkıyordu. Kral rıhtıma
çıkmak istediği bir sırada eli yere değdi ve tozlandı. O sırada ******
de Kral'ı rıhtıma almak üzere elini uzatmış bulunuyordu. Bunu gören
Kral bir mendille elini silmek istediği bir anda ******:
"Vatanımın toprağı temizdir, o, elinizi kirletmez!" diyerek, Kral'ı elinden tutup rıhtıma çıkarıverdi.



hione


OMUZ ÇIKTI AMA, MAÇA DEVAM…
Galatasaray’ın ve Türk futbolunun tarih yazdığı UEFA Kupası finali..
.. Ve Büyük Zafer .. Ve duaların gözyaşları ile karıştığı muhteşem
son.. ..İşte Arsenal maçı ve kolu çıkmasına rağmen kolu çıkık bir
şekilde karşılaşmayı tamamlayan Cengaver’in yaşadığı unutulmaz
dakikalar..


Arsenal ile oynadığımız UEFA Final maçı futbol hayatımın en önemli
maçıydı.. Ülke olarak, takım olarak, motivasyon olarak inanılmaz bir
heyecan, inanılmaz bir coşku yaşıyorduk.. “Avrupa’nın en büyüğü biziz”
diyorduk. İnanıyorduk ve bu inançla finale kadar geldik.. Büyük heyecan
ve coşku tribünlere de yansımıştı muhteşem bir atmosfer vardı..

Hagi’nin kırmızı kartla oyun dışı kalması hem oyun gücümüzü, hem de
moral motivasyonumuzu olumsuz yönde etkilemişti.. Doğruyu söylemek
gerekirse endişelenmeye başlamıştık..

Arsenal bir ara yüzde yüz bir gol pozisyonu yakaladı.. “Tamam golü
yedik” derken Taffarel fizik kurallarına aykırı bir şekilde inanılmaz
bir refleksle topu kaleye girmekten kurtardı..
Işte o an “Bu maç artık bizim” dedim. Taffarel’in kurtarışı ile biranda
maç sonundaki sevinç tablomuzu yaşadım gözlerimin önünde..
Arkadaşlarıma teker teker “Bu iş bitti kupa bizim bu maç bizim” diyerek
içindeki inancı onlara aktarmaya çalıştım..

Zaten bu kurtarıştan sonra onlarında aynı hırs ve sonu gördüm.. Maç
uzatmalara kalmıştı.. Çok iyi savaşıyorduk.. Bir pozisyon sonrası
omzumda dayanılmaz bir acı hissettim..

Omzum çıkmıştı.. Değiştirelim mi diye sordular “Hayır devam edeceğim”
dedim.. **sem bile hiç umurumda değildi.. Futbol hayatımın “Rüya
maçında” bu rüyadan kimse beni uyandıramazdı..
Maç penaltılara kaldı.. Taffarel faktörü ile “Bu iş bitti kupa bizim”
dedim.. Artık bir an önce büyük sevinci yaşamak ve kupaya sarılmak
istiyordum.. Takım arkadaşlarımızla birbirimize sarıldık.. Kalp
atışlarımız sanki tribünlerden duyulacak gibiydi..
Arsenal iki penaltı kaçırdı.. Dördüncü penaltı için Pope gitti topun başına.. Vurdu veee topu ağlarda gördük…
Taffarel’in hayati kurtarışında gözümün önüne gelen muhteşem sevinç
tablosunun gerçeğini yaşıyordum.. Ellerimi açarak “Allah’ım sana
şükürler olsun” derken hüngür hüngür ağlıyordum.. Baktım ki Fatih Hoca
da ellerini havaya açmış ağlıyor.. Tüm arkadaşlarım gözyaşları içinde
sarmaş dolaş..

TV başındaki milyonların aynı duyguları yaşadığını düşündüm o an..
Onların duaları duyar gibiydim.. Futbol hayatımdaki en büyük butluğu
yaşıyordum..
Şükürler olsun.. Şükürler olsun..




Anı Örneği ..
Bir gün Şay adında bir yer vardı. Yengemler , halamlar , ailece çay
gitmiştik. Orada biz deniz girerken halamlar koyun kesiyorlardı. Hasret
halam fotoğraf çekiyordu. Denizden çıktığımızda taşların üstüne oturup
konuşuyorduk. sonra halamın elinde balık gördüm. Yanına gittim. Balığa
baktım . Ama doğru düzgün görememiştim. Çünkü ikide bir de suyas
koyuyordu. Halama dedim ki :

- Az elime verebilir misin ?

- Tamam al ama baktıktan sonra annenlere ver dedl.

- Tamam dedim.

Baktıktan sonra annemlere gösterdim.Onlar da baktıktan sonra yemek
hazırladılar.Yemeğimizi yedikten sonra eve döndük. O günü hiç unutmadım


kara_ozmo

****** ile ilgili anı örneği :

"1935 senesinde idi. ******'ün Çanakkale'ye geleceği rivayetleri
dolaşıyordu. O zamanlar dünyanın bazı yerlerinde olduğu gibi,
memleketimizin de bazı bölgelerinde Yahudiler aleyhinde bir hareket ve
ayaklanma baş göstermişti. Bu hal karşısında bütün Museviler mallarını,
mülklerini satarak yolculuğa hazırlanıyorlardı. Bunlar, o zaman rivayet
olduğuna göre Filistin'e gitmek istiyorlardı. İşte bu sıralarda
"****** Çanakkale'ye geliyor!" dediler. Çok sevindim. Çünkü ******'ü
daha önce hiç görmemiştim. Heyecanla ******'ün geleceği Balıkesir
Caddesi'ne koşarak gittim. Bütün Çanakkale halkı orada toplanmıştı. Ben
de bir kenara dikildim. Bu esnada yanımda tesadüfen bulunan birkaç
Yahudi'nin fısıltı ile pek hararetli olarak konuştuklarını gördüm.
Alakadar olmaya vakit kalmadan karşıdan birkaç otomobil göründü.
"****** geliyor!" sözü yeniden ağızdan ağza dolaştı.

Halkın "Yaşa, Varol!" nidaları arasında ****** otomobilinden indi.
Alkışlar devam ediyor, o da halkın ortasında ilerliyordu. Garip bir
tesadüf ve talih eseri olarak ****** bizim önümüze gelince hafif bir
duraklama yaptı. Halka bakıyor ve kalabalığı selamlıyordu. Tam bu
esnada yanımda bulunan ve biraz evvel fısıltı halinde, fakat hararetli
konuşan Yahudilerden biri, ileriye doğru yürüdü ve Atanın önüne atıldı.
Muhafızlar mani olmak istediler. ******:

- Bırakın, gelsin! Dedi.

Bu Musevi vatandaş, ******'ün önünde ellerini açtı, omuzlarını yukarıya kaldırarak:

- Paşam bizi kovuyorlar. Biz ne yapacağız? Dedi.

******, bu şekilde önüne atılan bu adamın ne demek istediğini ve kim olduğunu derhal anlamıştı. Buna rağmen sordu:

- Sen kimsin?

— Ben Paşam, Çanakkale Musevilerinden Avram Palto.

— Sizi kim kovuyor? Hükümet mi Kanun mu? Polis mi? Jandarma mı? Bana söyle? dedi.

Bu Musevi vatandaş durakladı, şaşaladı. Biraz sonra kendini toparlayarak cevap verdi:

- Hayır Paşam, halk kovuyor.

******, bu adamın yüzüne dikkatle baktı, gülümsedi ve:

- Halk isterse beni de kovar, dedi ve yürüdü."






2.Anı örneği

YENİLSEYDİK SORUMLU BEN OLACAKTIM

Bir aralık konu İstiklâl Savaşı'na geldi. Dikkat ettim, Binbaşılar
dâhil her komutanın hangi birliğe komuta ettiğini, nerede bulunduğunu,
-bir gün önce olmuş gibi- hatırlıyordu. O savaş ki araç, gereç,
personel kıtlığı bugün güç tasavvur edilirdi. Tümenlere binbaşılar,
Kolordulara yarbaylar komuta ediyordu! Fakat, bu kadro canını dişine
takmış bir ekipti. Var olmak ya da olmamak bu savaşın sonucuna
bağlıydı. 30 Ağustos bu ruh haletinin eseriydi. Böyle bir dramı, hem
yazarı, hem baş aktörünün ağzından dinlemek müstesna bir mutluluktu. O
anılar Ata'yı coşturdukça coşturuyordu. Anlatmalarında abartma yoktu.
Ama bu anlatış öylesine canlı, öylesine plastikti ki, hepimiz
heyecandan heyecana sürükleniyorduk. Anlatışlarını şöyle bağladı:
- İşte büyük zafer böyle ortak bir eserdir. Şerefler de ortaktır.

Bu alçakgönüllülük şaheseriyle konunun kapanacağını tahmin ediyorduk.
Bu arada ****** bir duraklama yaptı. Sonra içine dönük, adeta
kendisiyle konuşur gibi ilave etti:
- Ama yenilseydik sorumluluk ortak olmayacak yalnız bana ait olacaktı.

Bu belagat karşısında gözyaşımı tutamadım. Tarihin, zaferleri kendine
mal eden, yenilgileri ise maiyetine yükleyen sahte kahramanlarını
hatırladım.




3.Anı örneği

TÜRK ORDULARI BAŞKUMANDANIYIM

Afyonkarahisar'ın hatlarının çözülmesi sonunda birkaç Yunanlı tutsak,
geceleyin Mustafa Kemal'in çadırına getirilmişti. Bunlardan birisi,
Muzaffer Generalin doğup büyümüş olduğu Selanik'ten gelmişti. Yüz,
kendisine yabancı gelmediğinden ve üniformasında da hiçbir bellilik
görmediğinden kim olduklarını ve rütbelerini sormaya başlamıştı.
— Binbaşı mısınız?
— Hayır.
— Albay mı?
— Hayır.
— Korgeneral mi?
- Hayır.
— Peki nesiniz?
— Ben Mareşal ve Türk Orduları Başkomutanıyım! Şaşkınlıktan ağzı açık kalan Yunanlı kekeledi:
- Bir başkomutanın savaş hattına bu kadar yakın yerlerde dolaşması işitilmiş değil de!



HALİT AKÇATEPE

" Tiyatrocu arkadaşlarla Ankara Gençlik Parkındaki bir çay bahçesinde
oturuyorduk. Bir yere telefon etmem gerektiği için ikide bir kalkıp
karşıdaki genel telefona gidiyor fakat, telefondan ses gelmediği için
tekrar gelip yerime oturuyordum... Gide gele iyice yorulmuş ve
sinirlenmiştim... Sonunda garsona seslendim:

- Kardeşim bir de sen baksana, şu telefondan bir ses geliyor mu ?

- Peki Halit Ağabey, gidip bakayım.

Garson koştu telefonun yanına gitti, ahizeyi kaldırmadan, evet, hiç
elini bile sürmeden telefona kulağını dayadı dinledi, dinledi, sonra
oradan bana bağırdı:

- Yoo, hiç ses gelmiyor ! "



3. Anı örneği

MUSTAFA ALABORA

" Müjdat ( Gezen ) ve ben eşlerimizden ayrılmıştık. Müjdat yalnız
yaşıyordu. Ben de bir müddet onun evinde kaldım. İşte bu dönemde bir
akşam ben mutfakta çoban salatası yaparken telefon çaldı. Müjdat açtı,
kısa bir konuşma yapıp kapattı ve yanıma geldi.

- Mustafa, salataya sakın soğan koyma!..

- Niye?..

- Şimdi tanımadığım bir kadın telefon etti, yanında bir kadın daha varmış, bize oturmaya gelmek istiyorlarmış...

İkimiz de bekardık ve iki tane tanımadığımız kadın kendilerinden
coşmuş, gelmek istiyorlardı... Eee, Müjdat haklıydı tabi, salataya
soğan koymamak gerekirdi...

Neyse, kısa bir süre geçti. Ben diğer yemeklerle ilgileniyorum. Birden
kapı çaldı. Ben mutfakta olduğum için Müjdat kapıya gitti... Ve kapıyı
açar açmaz, bana ordan seslendi:

- Mustafaa...

- Efendim?..

- Salataya soğan koyabilirsin!..

Haklıydı Müjdat, çünkü gelen kadınlar çok çirkindi!... "



hüzünyeli

Çankkale Savaşı Anıları

... En büyük bela sineklerdi. Milyonlarca sinek vardı. Siperin bir yanı
kara bir kütleyle kaplıydı. Açtığın her şey, örneğin bir teneke et, bir
anda sineklerle örtülürdü. Bir kutu reçel bulacak kadar talihliysen
açtığında önce sinekler dalardı içine. Sinekler ağzının çevresinde,
yaralarının, çıbanlarının üzerindeydi. Vücudunun bir yerini açtığında
hemen sineklerle kaplanırdı. Bu gerçek bir lanetti.
(Er Harold Broughton)

Çanakkale Savaşı Anıları

... Ateşe başladıklarında ödüm patladı. Şarapnel dolu gibi yağıyordu.
Hemen cepheye gitmemiz gerekiyordu ve orada kurşunlar gerçekten
uçuşmaya başladı. Korkmadığını söyleyen yalancıdır! George Washington
başının üstünden uçuşan kurşun vızıltısından hoşlandığını söylemişti
-ama o benim savaşımda değildi!
(Deniz eri Joe Murray)

... Köy korkunç bir tuzaktı. Her ev ve her köşebaşı keskin nişancılarla
doluydu ve sokakta bir görünmek kafana kurşun yemek için yeterliydi...O
köyde çok asker ve subay kaybettik. Düşman hiç görünmüyordu, görünen
tek şey sadece bizimkilerin orada burada yere devrilmeleriydi. Bir evde
keskin nişancı ararken tabancamla bir Türk öldürdüm ama bu arada az
daha, önce ben ölüyordum.
(Teğmen Guy Nightingale)

... Aramızda ve askerlerimiz içinde Balkan utancının tekrarını
yaşamaktansa ölmeyi tercih etmeyecek tek kişi olduğuna inanmıyorum.
Eğer böyleleri varsa onları bir an önce biz kendi ellerimizle kurşuna
dizelim
(Mustafa Kemal)

... Türklerin içinde iriyarı biri vardı, neredeyse iki metrenin üstünde
olmalıydı. Bizimki de en az onun kadar iriydi. Sanırım prestij için iri
adamlarını seçmişlerdi. İkisinde de beyaz bayraklar vardı ve ortada
duruyorlardı... Ben ölüleri gömenlerden biri değildim ama siperin
kenarında oturdum ve bir süre sonra yanlarına gidip Türk’e sığır
kavurması ikram ettim. Gülemsedi, çok sevinmiş göründü ve o da bana ipe
dizilmiş incir verdi. Jacko adını verdiğimiz Türk askerlerinden ben de
bizimkilerin hepsi de pek hoşlanmıştı. Onun için kötü bir söz
söylendiğini duymadım, temiz dövüşürlerdi ve dünyanın en cesur
insanlarıydı. En yoğun ateş karşısında bile durmazlardı, adeta fanatik
insanlardı. Onlarla ateşkeste karşılaştığımızda çok esaslı insanlar
oldukları sonucuna vardık.
(Er Henry Barnes)



özgür_kız


ANI (HATIRA)
Batı edebiyatındaki ünlü anı yazarları ve eserleri şunlardır:

Sain-Simon - "Hatıralar"
Rousseau - "İtiraflar"

Türk edebiyatındaki anı eserlerine örnekler ise şunlardır:

Ziya Paşa - "Defter-i A'mâl"

Muallim Naci - "Ömer'in Çocukluğu"

Ahmet Rasim - "Falaka" ve "Muharrir, Şair, Edip"

Halit Ziya UŞAKLIGİL - "Kırk Yıl" ve "Saray ve Ötesi"

Hüseyin Cahit YALÇIN -"Edebî Hatıralar"

Falih Rıfkı ATAY - "Çankaya" ve "Zeytindağı"
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Anı Örnekleri ve Açıklaması
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
www.forumyok.forumm.biz :: ÖĞRENCİ ÖZEL :: Dil ve Anlatım :: Ders Notları - Konu Testleri-
Buraya geçin: