www.forumyok.forumm.biz
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.



 
AnasayfaAnasayfa  Latest imagesLatest images  Kayıt OlKayıt Ol  Giriş yapGiriş yap  

 

 Sohbet Yazı Türü

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
GeCe YaRıSı
Çaylak
Çaylak
GeCe YaRıSı


Kadın
Mesaj Sayısı : 1200
Yaş : 105
Kayıt tarihi : 29/07/09

Sohbet Yazı Türü Empty
MesajKonu: Sohbet Yazı Türü   Sohbet Yazı Türü Icon_minitimePtsi Ara. 14, 2009 1:10 am

ÖRNEKLER

ferihan

Sohbet Örneği
Sözden Söze / Nurullah Ataç

Mektuptan açılmış talihim, bir tane daha geldi. Öteki gibi değil bu.
Bir kere yazan gizlemiyor kendini, kim olduğunu söylüyor: İsmet Zeki
Eyüboğlu adında bir genç. İstanbul Bilim Yurdunda yani Üniversitesinde
okuyormuş. Sonra da benimle eğlenmiyor, alaya almıyor beni, över gibi
gözüküp alttan alta iğnelemeğe kalkmıyor. Çıkışıyor bana, çıkışıyor ya,
haklı olarak çıkışıyor. Eski yazılarımı, şu Öz Türkçe yazılarımı
beğenirmiş, yenilerine sinirleniyor, şöyle diyor:

“Geçen günkü Nokta dergisinde Ulus’tan aktarılmış bir yazınızı okudum.
Ne çok üzüldüm bilseniz! Yoksa sizi de mi elden kaçırdık? Nerde o eski
güzelim Öz Türkçe sözler, nerde o yazınızdaki edebiyat, ahlâk, hak,
sanat, merak, şiir gibi tatsız tutsuz Osmanlıca sözler. Niçin şunun
bunun sözüne bakıp da düşüncelerimizi değiştiriyorsunuz? O yeni sözleri
beğenmeyenler var diye mi yazmak istemiyorsunuz? Günün birinde bir kişi
çıkıp size: “Beğenmedim bu sesinizi” dese ona bakıp da sesinizi
değiştirecek misiniz? Ne derse desin el gün. Biz yolumuza bakalım.

Daha böyle çok şeyler söylüyor. O mektubu okurken tatlı bir duygu sardı
içimi, “mektup” değil de “beti” dediğim günleri andım. Doğru söylüyor,
iyi söylüyor o genç. Utandım kendi kendimden inandığım yoldan dönmenin
yeri mi vardı? Bu çıkışmalarına karşılık ne diyeyim de bağışlatayım
suçu mu? Var benim de bir özrüm, gelgelelim gençler anlamaz,
anlamamaları daha da iyidir. Gene söyleyelim ben.

A çocuğum, ben yaşlandım, kocadım da onun için saptım yolumdan. Bilin
ki sevinerek olmadı bu. Gene durup durup o yola özlemle bakıyorum. Bir
sevgilinin bir daha evine varamayacağınız bir sevgilinin yoluna nasıl
bakılırsa öyle bakıyorum. Biliyorum ki doğru oradadır; güzel oradadır,
ancak ben yoruldum, dizlerim kesildi. Bir de o işi başaramayacağımı
anladım. Yalnızdım, pek yalnız kaldım. Beni tutanlar, benim o yolda
gitmemi dileyenler vardı, uzaktan seslenmekle yetiniyorlardı. Beni
özendirmek istemelerine ne denli sevinirsem sevineyim, yanımda kimseyi
görememek üzüyordu beni.

Doğrusu, büsbütün de bırakmadım o yolu. Böyle Arapça, Farsça tilcikleri
kullandığım yazılarımda gene o sevdiğim, kimini de kendim uydurduğum
tilciklere yer veriyorum. Biliyorum, yetmez bu, en doğrusu gene eskisi
gibi özTürkçe yazmaktır. Onu yakında, bir dergide gene deneyeceğim.

Çok sevindim o mektuba. Birkaç yıl benim yürüdüğüm bir yolu bırakmak,
istemeyenler olmasına çok sevindim. Gençler unutsun benim emeklerimi,
onları hiçe saysınlar, Arapça, Farsça tilciklerden kaçınmadığım bir
suda sevgiliden geliverecek bir esenleme gibi yüreğimi aydınlatır,
güneşler doğurur gönlümde.


İtalyan yazarı Luigi Pirandello’nun bir iki oyununu görmüşsünüzdür,
hikâyelerini okudunuz mu? Bay Feridun Timur onlardan otuz altısını
dilimize çevirmiş, Millî Eğitim Bakanlığı da bastırmış. Hepsini
okumadımsa da okuduklarım çok hoşuma gitti, diyebilirim ki o yazarın
oyunlarından daha çok beğendim hikayelerini. Oyunlarında yüksekten
atmayı andırır bir hal vardır. Hikâyeleri öyle değil, Pirandello
onlarda kişilerini daha iyi gösteriyor, canlandırıyor. Oyunlarında hep
bir görüşü savunmak, okuyanları, yahut seyircilerini düşündürmek ister.
Hem de çözümlenemeyeceğini söylediği meseleler üzerinde düşündürmek
ister. Bir gerginlik vardır oyunlarında, hikâyeleri ise öyle değil,
onlardaki kişiler daha canlı, okuyana daha yakın. Herhalde bana öyle
geldi.

Bay Feridun Timur da iyi çevirmiş dilimize. Belli ki İtalyanca cümleye
bağlı kalmak istememiş, her yerde değilse bile çok yerde: “Bizim
dilimizde nasıl söylemeli?” diye düşünmüş. Örneğin bir yerde: “Don
Lollo hiddetten küplere biniyordu.” diyor. “Küplere binmek” deyimi
sanmam ki İtalyancada olsun. Daha böyle çok buluşlar var Bay Feridun
Timur’un çevirisinde.

Ama belli ki daha genç bir yazar, o cesareti daima gösteremiyor, bazan
acemiliklere düşüyor. İşte bir örnek: “Don Lollo bu sözlere olmaz
diyordu. Nafile; olan olmuştu; fakat nihayet kabul etti ve ertesi sabah
şafakla beraber, âlet ve edevat torbası s ırtında olduğu halde, Zi Dima
Locası Primosole’ye geldi. Nihayet kabul etti.” den önce bir “fakat”
koymanın ne yeri var? Hele: “avandanlığı s ırtında” demek dururken
“âlet ve edevat torbası s ırtında olduğu halde” demenin cümleye bir
ağırlık verdiğini nasıl anlamıyor? Daha böyle kusurlar var Bay Feridun
Timur’un çevirisinde, “haykırmak” sözünü çok kullanıyor, hem de
“bağırmak” yerine kullanıyor. Gene o hikâyenin bir yerinde: “Küpten
olmamak için ihtiyarı orada mevkuf mu tutacaktı?” diyor. Burada
“mevkuf” sözü hiç yakışıyor mu? “kendisi küpten olmasın diye ihtiyarı
hürriyetinden mi edecekti” diyemez miydi?

Bir de şunu söyleyelim. “Ciddi Bir Şey Değil” adlı hikâyede şöyle bir
cümle var: “Her defasında bir daha aynı hataya düşmeyeceğine dair yemin
üstüne yemin ediyor, ahdü peyman ediyor, yeniden âşık olmamak için
kahraman bir deva araştıracağını söylüyordu.” Bay Feridun Timur böyle
konuşmaz elbette “düşmeyeceğine yemin etti .”der. Düşmeyeceğine dair
yemin etti.” demez. Belki İtalyanlar öyle der, biz demeyiz. “Kahraman
deva” da ne oluyor? belli, Fransızların “remède hèroique” dedikleri,
İtalyancada tıpkısı olabilir, Türkçede öyle denmez, başka bir şey
arasın.

Luigi Pirandello’dan “Seçme Hikâyeler” de böyle ufak tefek kusurlar
var, gene de o kitap tatlı tatlı okunuyor, Bay Feridun Timur’u iyi
çevirmenlerimizden, yani mütercimlerimizden sayabiliriz. Hele bir şeye
çok sevindim: ikinci ciltte dil birinci cilttekinden çok daha iyi.
Demek ki Bay Feridun Timur’un çevirileri günden güne iyileşecek. Ben
adını yeni duyduğuma göre kendisinin bir genç olduğunu sanıyorum,
bundan sonraki çevirileri elbette daha kusursuz olur. Siz de okuyun o
hikâyeleri, eğlenirsiniz, hele ikinci cildin başındaki Donna Mimma’dan
başlarsanız, bütün kitabı okumak hevesi uyanır içinizde.

(Nurullah ATAÇ. Söyleşiler, TDK, 231, Ankara 1964 )




karakurt

ÜZELLİK (ÖRNEK SOHBET YAZISI)

Bilmem ben kendime çekidüzen vermesini, derviş gibiyimdir. Ber*bere
uğramağa üşenip sakal bir karış, saçlar öylesine, günlerce dolaş*tığım
olur. Bir Mehmet Beyimiz vardı, çoktan öldü, rahmet dilemiş olacak,
hatırlayıverdim. Tanışır, konuşurdum ama, adımı hiç mi me*rak etmemiş,
yoksa unutumuvermiş, nedir? Bir gün benim için: «Hani saçı sakalı akar
gibi bir adam geliyor buraya, o işte.» demiş, duyanla*rın hepsi de
anlamışlar ben olduğumu. Bana da söylediler hoşuma gitti, doğrusu tam
bulmuş rahmetli. Çamurdan kaçınmağı bir türlü becere*mem: çoraplarım
hep düşer; yakamla boyunbağımm biri bir yandadır, biri bir yanda;
cigara külüne bulanmışım, ona da aldırmam... Dedim ya, derviş
gibiyimdir.

Eeee! ne yapalım? Fikir adamıyım, bilim adamıyım ben; derin derin
düşüncelerimden çıkıp da süslenmeğe, dış güzelliklerle uğraş*maya
ayıracak vaktim mi var benim? Okuyup da içimi bezeyeyim, ka*famı
donatayım, yeter bana. Ama görenler beni beğenmeyeceklermiş, varsınlar
beğenmesinler! Öyle görünüş düşkünü kimselerin diyeceklerin*den bana
ne? Ben geçici şeylerle, istedik mi çıkarıp atabileceğimiz şey*lerle
değil, bizim ta içimize işleyen, benliğimizi yoğuran meziyetlerle
övünen insanlardanım; onlarla yetinmeyip bir de dışa bakanlar uzak
olsunlar benden, onlarla düşüp kalkmak ister miyim ben?

Bilirsiniz beni, bilirsiniz de inanmazsınız bu son dediklerime.
Saçı*mın, sakalımın akar gibi olduğu, benim kendime çekidüzen vermesini
bilmediğim doğrudur ama övünülecek şey mi bu? Süslenmek, bezenmek benim
elimden gelmez ama süslenmeği, bezenmeği kötülemeğe kal*kanlara pek
kızanm. Adam dediğin üstüne başına da bakmalıdır; yalniz temiz
giyinmesi de yetmez, kendine yakışacak şeyleri bulmalı; güzel olmağa,
kendini beğendirmeğe çalışmalıdır.

Güzel olmak... «Ya yaradılıştan güzel değilse?» demeyiniz; en çir*kin,
en biçimsiz insanlar dahi, biraz zevkleri varsa, o çirkinliklerini,
bi*çimsizliklerini örtmenin, başka güzelliklerle karşılarındakilere
unuttur*manın yolunu bulurlar. Süslenirler, bezenirler, öylelikle olsun
kendi*lerini, karşılarmdakilere şirin gösterirler.

Ben yaradılışımdan güzel değilim» deyip de boynunu bükmek olur mu?
Medeniyet dediğimiz bir bakıma, tabiatla savaşmak, tabiatı olduğu gibi
bırakmayıp düzeltmek, insanoğlunun istediği hale getirmek değil midir?
öyle olunca insanlar arasındaki çirkinlikleri de, «Ne yapa*lım? Öyle
doğmuş onlar!» deyip çirkin bırakamayız, onları da elimiz*den
geldiğince güzelleştirmek borcumuzdur. Bittabi kendimizden baş*layarak.

Bu söylediklerimin kendimi de kötülemek olduğunu biliyorum. Be*nim
işime gelmiyor diye doğruyu saklayayım da işime gelecek doğrular mı
uydurayım? Üstüne başına bakmayan, kendine bir çekidüzen verme*ğe
özenmeyen adam gerçekten medenî bir adam değildir. Bir kere öyle
kimselerde çevrelerindekiiere bir aldırışsızlık vardır.
Çevrelerindekilere gerçekten aldırsalar, onları gerçekten düşünseler
kendilerini onlara be*ğendirmek isteseler, «Ben böyle sallapati
gezerim, korkunç bir suratım olur, gene de başkalarının arasına
girerim, benimle konuşurlar, konuş*mağa mecburdurlar.» demek
kendilerini beğenmenin, büyüklenmenin ta kendisi değil midir?

Nurullah ATAÇ
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Sohbet Yazı Türü
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
www.forumyok.forumm.biz :: ÖĞRENCİ ÖZEL :: Dil ve Anlatım :: Ders Notları - Konu Testleri-
Buraya geçin: