www.forumyok.forumm.biz
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.



 
AnasayfaAnasayfa  Latest imagesLatest images  Kayıt OlKayıt Ol  Giriş yapGiriş yap  

 

 Gezi Yazısı Örnekleri

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
GeCe YaRıSı
Çaylak
Çaylak
GeCe YaRıSı


Kadın
Mesaj Sayısı : 1200
Yaş : 105
Kayıt tarihi : 29/07/09

Gezi Yazısı Örnekleri Empty
MesajKonu: Gezi Yazısı Örnekleri   Gezi Yazısı Örnekleri Icon_minitimePtsi Ara. 14, 2009 1:09 am

KONU ANLATIMI

kara_ozmo

“Gezi Yazısı” Türünün Özellikleri
(Tarihi Gelişimi ve Temsilcileri)

- Dünya edebiyatının en önemli seyahatnameleri arasında 13. yüzyılda
yayımlanmış Marko Polo’nun Uzak Doğu izlenimlerini içeren Seyahatnamesi
- 14. yüzyılda yaşamış Arap gezgin İbni Batuta’nın İslâm dünyası gezilerini konu edinen Seyahatnamesi yer alır.

- Türk edebiyatının ilk seyahatname eserleri arasında Farsça yazılan Hoca Gıyaseddin Nakkaş’ın Acâibü’lLetâif adlı eseriyle
- Ali Ekber Hatâî’nin 1515'te yazdığı Hıtâînâme adlı eseri sayılabilir.
- Seydî Ali Reis Mir’atü’lMemâlik adlı seyahatnamesinde Belücistan,
Hindistan, Afganistan, Buhara, Maveraünnehir’le ilgili gözlemlerini ve
yaşadığı olayları anlatmıştır.
- III. Sultan Murat döneminde Tokatlı İbrahim oğlu Ahmet, Acâibnamei
Hindistan adlı eserinde Kabil, Hindistan, Basra, Yemen, Hicaz
izlenimlerini aktarır.
- Trabzonlu Mehmet Aşık’ın Menâzıru’lAvâlim adındaki eseri de gezi edebiyatının önemli eserlerindendir.

- Türk edebiyatının en önemli seyahatname eserlerinden biri Evliya
Çelebi’nin 10ciltlik seyahatnamesidir. Evliya Çelebi, 40 yıllık
gezilerinden elde ettiği coğrafî, etnografik, tarihî, kültürel pek çok
bilgiyi akıcı ve mübalâğalı bir üslûpla kaleme almıştır.

Türk edebiyatında “seyahatname” adıyla birçok eser yazıldığı gibi, adı
“seyahatname” olmadığı hâlde bu türe özgü özellikler gösteren başka
eserler de vardır. Pirî Reis’in Bahriye adlı eseri buna bir örnektir.
İlk seyahatnameler, genellikle başka ülkelerde elçi olarak gönderilen
devlet memurlarının gittikleri ülkenin yaşama biçimi, kültürel
özellikleri, sosyal ilişkileri, giyim kuşamları, sokakları,
şehircilikleri, bürokrasileri ve başka özellikleri hakkında Türk
okuyucusu için aktardıkları ilgi çekici bilgilerden oluşmaktadır.
Kimi yazarlar, gittikleri ülkelerden gönderdikleri mektuplarda bulundukları ülke ile ilgili bazı bilgiler de vermişlerdir.

Sultanların sefer sırasında konaklar arası mesafeleri gösteren menâzil
kitapları, her gün yapılan işleri anlatan rûznâmeler de gezi türüne
ilişkin bilgiler içermektedirler.
- Haydar Çelebi Rûznâmesi buna örnek olarak gösterilebilir.
- Keçecizade İzzet Molla sürgüne gönderildiği Keşan ve İstanbul’a dönüş izlenimlerini MihnetKeşan adlı eserinde anlatır.
- Ömer Lütfi, Ümit Burnu Seyahatnamesi’nde dört yıl din bilgisi hocası
olarak kaldığı Ümit Burnu ve havalisini değişik yönleriyle tanıtır.

Türk edebiyatında modern zamanlarda da yurt içine, İslâm dünyasına,
Batıya ve başka ülkelere yapılmış pek çok gezinin notları
yayımlanmıştır.





ÖRNEKLER

congenial

KAPADOKYA’YA KAR YAĞMIŞ



Karın beyazlığı asfaltı aydınlatırken gökyüzünü delerek doğan ay
turuncu bir mandalina şekerlemesi gibi gökte asılı kalıyor. O her
halimi bilen ay ile birlikte en keyifli gece yolculuklarımdan birini
yaparak sabah gün ışıdıktan bir süre sonra Nevşehir'e varıyorum. Damat
İbrahim Paşa'nın şehridir, Nevşehir. Lale Devri'nin bu ünlü sadrazamın
doğduğu kentten tek dileğim karla kaplı vadilerinde dolaştırdığı
rüzgarın balonla uçmamıza izin vermesi. Ama önce karlı vadileri, peri
bacalarını, yokuşlu yolları yürümeliyim. Kar güvercinlerle birlikte
benim de üzerime yağmalı. Yol kenarında beyaz atkısını sarınmış kayısı
ağaçlarını görmeli, karın ezilen sesinin rüzgarın sesine karışmasını
dinlemeli, yağan karın oluşturduğu siste kaybolmalıyım.

İliklerimde karın sevinci, kara gömülerek yürüyorum. Kar farklı
şekillere bürüyor ortalığı. Üzeri bembeyaz kaplanmış peri bacalarına
bakıyorum. Hepsi de bir şeye benziyor. Kimi kremalı pastaya, kimi iki
gözü, ağzı ve burnuyla kukuletalı bir adama benziyor. Kral Anthiocos da
Nemrut'tan kalkıp gelmiş sanki...

Paşabağları bir başka güzel olmuş yine. Şapkalarına kar düşmüş kayalar
diyarıdır orası. Saçlarına nazar boncukları takılmış kadınlara benzer
ağaçları. Dallarında kem gözlerden sakınmak için asılmış mavi beyaz
şans topları vardır. Peribacalarının dibindeki üzüm bağları kar
altındadır şimdi.

Aşk vadisi ,aşk şiirleri okur dinlemesini bilenlere. Çukurda kalan vadi
iyiden iyiye kara bulanmıştır. Bazı yerlerde yürürken dizlerime kadar
karın içine düşüyorum ya, ağaçların da benden farkı yok, yarı bellerine
kadar beyazlığın içindeler.

Kırk odalı saraylara benzeyen Uçhisar Kalesi, üzerindeki karla daha da
etkileyici. Karın tül gibi örttüğü kalesinin tepesine çıkanlar
güvercinlerin gözüyle görürler tüm vadiyi. Kaleye tırmanan üç kişi
yukarıdan el sallıyor bana. Ben de göremediğim güneşin peşinden giden
güne... Kapadokya’nın en güzel saatleridir gün batımları ve doğumları.
Buna bir de kar eklendi mi bir başka büyü kaplar ortalığı. Bir yandan
karın üzerinde parlayan ay, bir yandan kayaların oluşturduğu gölgeler,
göz göz güvercin yuvaları ve bir de ara sıra duyulan bir güvercinin
kanat çırpması. Uzatın elinizi çekin o büyü yorganını üzerinize ve
bekleyin sarmalasın sizi tüm Kapadokya.

Sabah saatlerinde Göreme'nin yollarında duman gibi salınır sis. Göreme
Açık Hava Müzesi'nde kar kiliselerin kapılarına birikmiştir, tıpkı
Avanos yolu üzerindeki Zelve'de olduğu gibi. Arap baskılarından kaçan
Hıristiyanların sığındığı Göreme, zamanla Hıristiyanlığın büyük
merkezlerinden biri olmuş ve din buradan yayılmaya başlamıştır. 450
tane kilisenin olduğu tespit edilen Göreme'de, bugün 360 kilise ve
şapel ortaya çıkarılmış. Şimdi hepsi karlar altında Başlarında taçları,
halklarını selamlayan krallara
benzer Kızılçukur'da kayalar. Buraya ulaşmak için uçuruma kurulu
kiliseleri ile ünlü Çavuşin köyünün içinden geçilir. Karın altına
saklanmış Çavuşin'in sessiz sedalara bürünmesine şaşmamak gerekir.

Ortahisar'ın sokak araları dardır. Kara bata çıka yaptığım yürüyüş,
karlı pencereler, üşümüş güvercinler, tüten bacaların hissettirdiği
sıcak yuvalar ruhuma iyi geliyor. Evlerin arasından vadiyi
görebileceğim bir aralığa çıkıyorum. Aşağıda uzayıp giden buğulu bir
manzara var. Vadinin içerisinde ip gibi kıvrılan nehir donmuş, akmıyor,
kıyısında kavak ağaçları; boyları güvercin yuvalarını geçmiş. Yuvaların
ağzına kar birikmiş. Karın sessizliği her yerde. Anlıyorum... Karda
sessizce uyur vadiler...

Karlı Kapadokya'nın en etkileyici görüntüsü nedir diye düşündüğümde,
aklım, hayalim aynı cevabı verir hep; Sinasos... Bir başka yağar
Sinasos'a kar, bir başka tutar yerleri. İnsanların hali de başkadır kar
altında. Evlerin cephelerini süsleyen taş oyuntularında minicik
yığınlar yapar kar. Tepeleri basan sis, ani bastıran karın etkisiyle
aşağılara inince vadilerde göz gözü görmez olur.

Sonunda sabah uyandığımda omuzuma dokunan güneş balonla uçabileceğimizi
müj****yor. Mevsim kış, dışarıda kar var bu nedenle de balon uçuşu için
sabahın karanlığında uyanmamız gerekmiyor. Oysa yazın hava ısınmadan
balon uçuşunu tamamlayıp inmemiz gerektiği için sabah 5'lerde uyanıyor
ve hazırlıklara başlıyoruz. Uçuş için uygun zaman ve uygun yer
ayarlandıktan sonra Kapadokya Balon'un bütün ekibiyle balonları
şişiriyoruz. Ben Lars'la bir balonda, Kaili ve ekipten birkaç kişi
diğer balonda karın kristalleri arasında yükseliyoruz.

Kuş bakışı evler, kıvrım kıvrım yollar, ağaçlar olağanüstü ince bir
işçilik ürünü sanki. Kar bütün fazlalıkları örtmüş, yalnızca
güzellikleri bırakmıştır ortada. Dantel gibi işlemiştir Ürgüp’ü,
Göreme'yi, Avanos'u, Zelve'yi... Güneşin önünü incecik bulutlar
kaplıyor aniden. Girintili çıkıntılı vadilere, ağaçlara, karlara uzanan
güneşin kolları gittikçe zayıflıyor. İnce ince yağan kar bir perde gibi
iniyor güvercin yuvalarının, ağaçların, evlerin üstlerine.

İster yaz, ister kış, Kapadokya bölgesinin tüm güzelliklerini
güvercinlerin gözüyle görmek için yavaşça gökyüzüne yükselen balonun
içinde olmanız yeterli.

Şanşınız varsa çevrenizde sizinle uçan bir kaç balon daha vardır ve
kaya tepelerinin ardından çıkıverir bir başka balon, oyun oynarcasına.
Güvercinler uçan balonları görünce, zavallı bir baloncunun sıkı sıkıya
tuttuğu balonların iplerini elinden kaçırdığını düşünürler mi bilmem
ama, siz bir gün mutlaka, gökyüzünde süzülen o balonlardan birinde olun
ve güvercinlerin gözüyle görün Kapadokya'yı, ister yaz güneşinde, ister
kar yağışında.



elnur

Kelebekler Vadisi, **üdeniz, Dalyan
Timuçin Han

İş temposu yüksek ve stresli bir haftayı daha geride bırakmış, hafta
sonu kendimi doğaya atmak arzusu ile plan yapmaya başlamıştım.
Yorgunluktan dolayı araba kullanmak çok cazip gelmediği için bir tura
katılmayı düşünüyor ve **üdeniz’i içimden geçiriyordum. Hal böyle
olunca FMA Travel’ı arayıp, **üdeniz’e giderken aman bizi de unutmayın
dedim :-)

Hareket vakti geldi çattı… Günü daha iyi değerlendirmek amacıyla
seyahatimize Cuma gecesi 24:00’te hareket ederek başladık. Turumuzda
bize FMA Travel’ın sahibi sanat tarihçisi ve ülkesel rehber Fatih
Aygüneş rehberlik etti. O da yoğun temposunun stresini **üdeniz
sularına bırakmak isteyenlerdendi. Turumuzun olmazsa olmaz bir diğer
şahsı ise, araç kaptanımız Ercan Bey’di.

Sanat tarihçisi bir rehber, güvenli ve konforlu bir araç ve
direksiyonda Ercan Bey… Her şey hazır artık, haydi hayırlı yolculuklar…

Gece yolculuğumuz başlamış ve herkesi, sabah başlayacak, yorucu ama bir
o kadarda keyifli geçecek bir turun heyecanı sarmaya başlamıştı. Fatih
Bey’in tur hakkındaki bilgilendirmelerinden sonra mikrofon elden ele
gezdi ve herkes kendini tanıttı. Bir süre sohbet edildikten sonra
bazılarımız uyuyarak sabaha daha dinç kalmayı, bazılarımız da sohbete
devam edip grupla kaynaşmaya başlamak için sabahı beklememeye karar
vermişti. Bende sabahı beklemeyenlerdendim. Grubumuzun profili geniş
bir aileyi andırıyordu… Anneler, anneanneler, ikinci bahar yaşayan
çiftler, üniversiteli gençler… Hepimizin ortak paydası güzel ülkemizin,
güzel coğrafyasını, doğa harikalarını, tarihini ve kültürünü öğrenmek
ya da yeniden hatırlamaktı. Böylesine güzel bir grupta sabaha kadar
uyumayıp yolculuğu sohbet ederek tamamlayanlardım.

Sohbetler devam ederken bir yandan da birkaç arkadaş kendi içimizde
güzel bir görev dağılımı yaptık :-) Buna göre, ben fotoğraf
çekimlerinden sorumluydum, Alper’in bankacı olmasını fırsat bilip tüm
hesap işlerini ona bıraktık, özellikle adisyonlar ile o ilgilenecekti
:-) Aylin ve Sevim’in ise öncelikli görevleri hatıra fotoğrafları için
poz vermekti :-) Ayrıca yiyecek ve içecek tercihlerimizde gurmelik
görevini de üstlenmişlerdi…

Yol çok sakindi bizler uyumayıp sohbete devam ederken Kaptanımız Ercan
Bey’in de sıkılmadan yol alması için sohbetsiz kalmaması gerekiyordu,
Fatih Bey ile birlikte bir nöbet planı yaptık, onun 01:00 – 03:00,
benim de 03:00-06:00 nöbetimiz vardı. Ama, ava giderken avlandık :-)
Çünkü Ercan abi hem yola, hem yolculara, hem de sohbete hakimdi ve
konuşmaya hiç ara vermedi :-) olan yine bize oldu, nöbette uyku
kaçamağı yapamadık yani…

Birkaç keyifli çay molasının ardından Fethiye’ye 45 km kala Tlos antik
kentine geldik. Öncelikle kahvaltımızı yapıp kendimize gelmemiz için
Tlos’u kahvaltı sonrası dönüşe bırakarak 650 m yükseklikteki Yakapark
Restauranta doğru yeşil bir tırmanışa başladık, temiz havanın
ciğerlerimize dolmaya başlamasıyla uyuyanlar da yavaş yavaş uyanıyordu.
2 km sonra yemyeşil bir ortam bizi kucakladı. İçinde canlı bir alabalık
çiftliğinin de olduğu Yakapark Restaurant gerçekten çok iyi bir
kahvaltı molası olmuştu bizim için. Bazılarımız barın içindeki kanalda
yüzen balıkları severken, severken diyorum çünkü buradaki alabalıkları
elinizde dokunarak sevmeniz mümkün :-) bazılarımız hamakta dinlenmeye
başlamış, bazılarımız da ağaç tepelerinde koşan sincapları görmeye
çalışıyordu. Biz ise bu arada gözleme derdindeydik :-) Buradaki keyifli
bir kahvaltının ardından tekrar Tlos antik kentine döndük.

TLOS ANTİK KENTİ

Burası Likya Federe Birliğinin altı büyük kentinden biri ve ayrıca
birliğin spor merkezi. İçinde kazı işlemi tamamlanmamış bir de stadyum
bulunuyor. Ayrıca Tlos, uçan kanatlı at Pegasus ile ünlenen mitolojik
kahraman Bellerophontes’in yaşadığı kent olarak da bilinir. Likya
bölgesindeki en eski kent olduğu ve kuruluşunun İ.Ö. 2000'lerden önceye
dayandığı arkeoloji kazıları ile tespit edilmiştir. Kent akropolünün
doğal kayası üzerinde oluşturulan mezarlığı, Likya'nın en güzel ev tipi
mezarlarındandır. Buradaki gezimizi bitirdikten sonra Saklıkent
Kanyonuna doğru yola koyuluyoruz…

SAKLIKENT KANYONU

Saklıkent tam bir doğa harikası. Yaz aylarında yerli ve yabancı
turistlerin uğrak yerlerinden bir tanesi. Akdağ’ın eteklerinde kayalar
arasında yer alan Saklıkent’in suyu, yaz aylarının sıcak dönemlerinde
bile ayaklarınızı donduracak soğuklukta. Biz de araçtan iner inmez,
suya kim girer, kim girmez bahislerini açmıştık zaten. Saklıkent
kanyonu yüzyıllar boyu akan kar sularının açtığı ve yaklaşık 100 metre
yüksekliğinde, 18 km uzunluğunda bir kanyondur. Adrenalin sevenler bu
kanyonda zorlu bir tırmanış ve yürüyüş ile ilerleyebilirler. Ama strese
girmeden kanyonun tadını çıkarmak istiyorsanız, hemen girişte, yaklaşık
150 metre uzunluğunda ve kayalara monte edilmiş köprülerden yürüyerek köprünün sonunda buz gibi sular ile kucaklaşabilirsiniz.

Biz giriş yaptığımızda havanın da biraz kapalı olmasından dolayı kanyon
oldukça serindi, dolayısıyla suya kim girer, kim girmez iddiaları
oldukça kızışmıştı. Fatih Bey’in hatırlatmalarını, kanyonun büyülü
atmosferi sayesinde unutmuş ve terliklerimizle suya atmıştık kendimizi.
Böylelikle Aylin ve Sevim iddiayı kaybettikleri için çayları
ısmarlamak, biz de akıntıya kendini kaptırmış giden Alper’in terliğinin
arkasından koşmak zorunda kalmıştık... o andan itibaren artık Alper bir
çolaktı :-)

Saklıkent’ten ayrılmak çok zor oldu bizim için, ama rotamız başka bir cennet, “Kelebekler Vadisi” idi artık…

KELEBEKLER VADİSİ

Şoförümüz Ercan Bey aracını yıkamış bizi bekliyordu vadi girişinde, ve
bu işlemi günde birkaç kez yapıyordu :-) Aracımıza bindik ve **üdeniz
sahiline doğru yola koyulduk. Sahilde bizi bekleyen teknemize binerek
Kelebekler vadisine doğru, vur patlasın çal oynasın bir deniz
yolculuğuna başladık.

Yaklaşık yarım saatlik bir deniz yolculuğu ile Belcekız Körfezinin doğu
koylarından biri olan Kelebekler Vadisine ulaştık. Vadiye ulaşmak için
en etkin yol deniz yolu. Ayrıca vadinin üstünde bulunan Faralya
köyünden de buraya inmek mümkün ama, bunun için zorlu ve tehlikeli bir
iniş söz konusu, kendine güvenenler bu yolu deneyebilirler.

Kelebekler Vadisi 250 metre uzunluğunda bir sahile sahip. Vadide
derinlere doğru yürüyüş yapmak isterseniz ileride bir şelale ile
karşılaşacaksınız. Bu şelalenin suyu Babadağ eteklerinden doğan Sarp
Deresinden gelir. Kış aylarında yağmur suları ile birlikte derenin suyu
artarak dar vadiyi geçip sahili yararak denize akar.

Vadide kamp yapmak oldukça keyifli. Vadi işletmesinde tüm
ihtiyaçlarınızı karşılayabileceğiniz bir cafe mümkün. Ayrıca ister
çadır kurabilir ister bungalow evlerde kalabilirsiniz. Doğal bir
ortamda özgürce tatil yapabilmek için eşsiz bir yer.

Vadinin iç kesimlerinde ormanlık alanda yaşayan, başta kaplan kelebeği olmak üzere çok sayıda kelebek türü konaklamaktadır.

Kelebek Vadisi’ nin dillerde dolaşan bir de efsanesi var: Bir zamanlar
Vadi’de tek başına yaşayan Despina isimli bir Rum kadını varmış.
Despina 20 yaşındayken, korsan gemilerinin gizlendiği bir yer olan
Vadi’de, genç bir denizciye aşık olmuş, geri geleceğini vaat ederek
denize açılan genç denizci, bir daha geri dönmemiş ve Despina ömrünün
sonuna kadar hep onu beklemiş. 120 yaşında ölen Despina’nın öldükten
sonra cesedi bulunamamış ve Despina’nın ruhu, yaşlılara göre hala
burada dolaşmaktaymış…

Biraz yüzdükten sonra karnımız epeyce açıktı… Gurmelerimiz Aylin ve
Sevim’in yoğun araştırmaları ve lezzet testleri sonucunda, vadi
restoranından aldığımız domates soslu makarna ile kaybettiğimiz
enerjimizi geri kazandık. Vadinin derinlerindeki şelaleye kadar bir
yürüyüş yaptıktan sonra, biraz dinlenip tekrar teknemize binerek
vadiden ayrıldık.

Dönüş yolunda tekne ile oldukça heyecanlı anlar yaşadık, ölüdeniz
kıyılarına yaklaştığımızda başlayan bir fırtına bizi oldukça
heyecanlandırdı. Bizler biraz huzursuz oluyorduk fakat kaptanımız
kendinden oldukça emindi :-) usta manevralar ve soğukkanlılıkla
sorunsuzca sahile yaklaştık ve yolcuları indirmeyi başardık.

Aracımızın şoförü Ercan Bey yine arabasını yıkamış bizi bekliyordu indiğimiz yerde :-)

Artık rotamız gece konaklayacağımız Yel Holiday Resort Otel’di.
Ovacıkta bulunan bu güzel otele yerleştikten sonra, açık büfe akşam
yemeğimiz için restorana indik. Maalesef hiçbirimizde ne rejim ne diyet
kalmamıştı…

Yemek sonrası havuz başı barda biraz sohbet ettikten sonra. Bazılarımız
yatıp dinlenmeyi tercih ederken bizimde başı çektiğimiz bir grup ta
Hisarcık’ta eğlenmeye devam etmeyi seçti ve kendimizi bir diskoda
buluverdik :-)

Ertesi sabah kahvaltımızı yaptıktan sonra 09:00’da artık rotamız Kayaköy’dü…

KAYAKÖY
Kayaköy bir zamanların Rum köyü. Ne yazık ki günümüzde tamamen terk edilmiş hatta harabeye dönmüş ölü bir köy olmuş.

Kaya Köyü'nün günümüzdeki popülaritesi, antik dönem kalıntılarından
öte, Türk Kurtuluş Savaşı'ndan sonra mübadele sonucu terk edilen bir
Rum köyü olmasından kaynaklanıyor. Burada yüzyıllar boyu Rumlar ve
Türkler birlikte yaşamışlardır. Türkler tarım ve hayvancılıkla
geçimlerini sürdürürken, Rumlar ise zanaat ve ticaretle uğraşarak
yamaçlarda kurulu evlerde yaşamlarını sürdürmüşler.

Gezerken evlerin kapı ve pencerelerinin söküldüğünü, tavanların
çöktüğünü görüyor ve duruma biraz üzülerek bazı Rum evleri, şapeller ve
kiliseyi de gezdikten sonra yolumuza devam ediyoruz.

Rotamız artık Dalyan…

DALYAN – İZTUZU PLAJI

Aracımıza binip Dalyan’a vardıktan sonra öğle yemeğimizi burada yiyor
ve bizi bekleyen teknemize biniyoruz. Rotamız bu kez sazlıklarla
çevrili Dalyan kanalından geçerek İztuzu plajı. Yolda Fatih Bey’in
güzel doğaçlamalarıyla mitolojik efsaneler dinliyor, keyfimize keyif
katıyoruz.

Yarım saatlik bir kanal yolculuğundan sonra dünyaca ünlü Caretta
caretta kaplumbağalarının yumurtalarını bırakmak için geldiği İztuzu
Plajına varıyoruz.

Caretta caretta neslinin neredeyse sonu getirilmiş. Dalyanlıların
çabalarıyla şu an İztuzu Plajı koruma altında. Dalyan halkı öylesine
sahiplenmiş ki, 80’li yılların başında yapımına başlanan, Türk - Alman
ortaklı bir otel, temelleri atıldıktan sonra halkın, bölgede yaşayan
yabancıların ve Doğal Hayatı Koruma Derneğinin ve çabalarıyla bu
inşaatın tamamlanması engellenmiş ve yıkılmış.

İztuzu plajının bir diğer özelliği de dünyada doğallığını koruyan
ikinci plaj olması. Plajın bir tarafının tatlı su, diğer tarafının da
Akdeniz olması ayrı bir güzellik katıyor.

5400 metre uzunluğunda olan plajda birkaç soyuna kabinin dışında başka
bir yapılaşmaya izin verilmemiş. Ayrıca Caretta caretta yumurtalarına
zarar vermemesi için sahile kedi, köpek gibi evcil hayvanların da
sokulmadığını öğrendik.

Plajda biraz denize girip biraz da dinlendikten sonra tekrar teknemize
binerek aracımıza geri döndük. Günün yorgunluğu üstümüze çökmeye
başlamıştı ve rotamız artık evimiz, İzmir’imiz di…

Geride bıraktığımız iki günün sonunda, kazandığımız güzel dostlukların
yanı sıra, ülkemizin doğal güzelliklerini gezmiş olmanın verdiği
mutlulukla, İzmir’de uyanmak üzere tatlı bir rüyaya daldık…

Sevgiyle ve sağlıcakla kalın…


ferihan

Kırıkkale’ye Giderken
Ankara kalesi, telsiz direkleri ve bir tünel… Yarım dakika karanlık.
Ankara geride kaldı. Bu yol, bütün bozkırı geçer, Karadeniz’e dek
ulaşır.
İsmet Paşa yıllardır fikir döktü, ray döşedi. şimdi ben, bu ray
üstünden fikir taşıyan kültür savaşının zırhlı trenine yetişmek için
kilometrelerin sekişini sayıyorum. Tren yolunda… Gezici eğitim sergisi
Kırıkkale istasyonunda…



Tren yolunda dediğim zaman dudaklarımızda yabansı bir kıvrıntı seziyor gibiyim. Sezmeye de gerek yok gerçekten:
“Tren yolunda da laf mı a canım.” diyebilirsiniz.



Eğer siz, bir zamanlar Yahşıhan’a dek böyle gidip gelen eski tren bozuntusunu anımsarsınız hiç de böyle düşünmezsiniz.
Hele benim gibi Yahşıhan yolunda tuhaflıklara tanık olmuşsanız…



Size, istasyonların kimi bodurumsu, kimi kavaklar gibi birbirlerinin
sırtından sırıtan uzun dallı ağaçlarından, çeşmelerinden, bayrak
direklerinden, makaslarından, telgraf direklerine tünemiş
güvercinlerinden, yol kenarında doygun doygun treni seyreden
öküzlerden, özgür ve neşeli sıpalardan söz edeceğimize bizim orta
Anadolu’ya kültür ve yeninin aşkını taşıyan trene rast gelinceye dek
bugünkü güzel trenin yerindeki o eski tren ve ray bozuntusundan söz
edeyim, her halde canınız sıkılmaz.



Yıl 1921, İnönü ile Sakarya savaşının araları… Ankara’dan Kayseri’ye doğru bir akın var.
Kağnı, kağnı, kağnı Yollardan, dağlardan, taşlardan gıcırtıdan geçilmiyor.



Mumyalanmış bir eşeğe benzeyen cılız, sanki tenekeden yapılma bir
lokomotif, ince, uzun hörgücünü kaldırmış, bitkin develeri anımsatan
vagonlar da bunların arasında Kayseri yolunu tutuyor.
Her nedense o zaman burada işleyen dekovilde, sudan geçmeyen hayvanın
inadına benzer bir inat vardı. Zaman zaman tutarağı tutardı.
Bakarsınız, tıpış t ıpış giderken birdenbire zınk yerinde sayar. Bir
ses duyulur:



“Lokomotifin suyu tükendi. Allah’ını seven su getirsin!…”
Kovalarla, ibriklerle, testilerle bir sürü halk su aramaya çıkar, su
bulunmayan bir yerde ise herkes mataralarındaki, testilerindeki, teneke
ya da toprak ibriklerindeki suları lokomotife boşaltırlar. Mübarek,
yürümeye başlar. Ama yürüyüş de ne yürüyüş!…
Trenin üstünde pinekleyen ihtiyarlar, kimi zaman şöyle konuşurlardı:
“Tren giderken indim, aptes bozdum, elimi yudum, trene bindim.”
“Abdest tazeledim, yine geldim, yetiştim.”
Yokuş bir yere gelindi mi bir ses yükselirdi:
“Allah’ını seven vagonları ardından itsin!”



Yüzlerce adam trenden iner, trenin durduğunu gören köylüler de gelir.
Helesa yelesa ile treni yürütürlerdi. Trenin kömürü tükenip yöreden
çalı çırpı topladığımızı da ben bilirim.
Bunları söylerken sadece bir anıyı anlatıyorum. Dün süngüsünü tüfeğine
çaputla bağlayıp düşmana saldıran bir ulusun o günü böyle geçerdi.
Şimdi İsmet Paşa’nın döşediği raylar üstünde fikir gibi hızlı, düzenli ve rahat trenle Kırıkkale’ye yaklaşıyoruz.



Makinenin, tekniğin dokunduğu yer, çölün ortasında bile olsa yepyeni
bir uygarlığı f ışkırtıveriyor. Kırıkkale işte böyle bozkırın ortasında
baca, fabrika, asfalt, geometri, boyalı ev, sağlam tavan, iş gömleği
giyen alın terli insan demektir. Kırıkkale bana, kopmuş bir film
parçasının sarı bakkal kâğıdına yapıştırılması etkisini yaptı.
Kırıkkale, başlı başına minnacık bir fabrika yuvasıdır. Sağı solu, önü
arkası bozkırdır.



İstasyon kalabalık… Siyahlar giyinmiş öğretmenler, iş gömlekli işçiler,
ustalar, mühendisler, bereli kadınlar, irili ufaklı çocuklar vagonların
çevresinde toplanıyorlar…



[Sadri Etem (Ertem). "Kırıkkale'ye Giderken",Türk Dili Dergisi, Gezi Özel Sayısı, 1 Mart 1973.]


nesi


Uçurumlu ve uzun bir yolculuk başlamıştı.O uçurumun altında görünrn ve
kokusunu duyabildiğim o müthiş yeşillik. yeşili hiç görmemeiş dağlar
yerini yemyeşil ağaçları giyinmiş uzun dağlara bıraktı.gittiğim yol o
kadar kıvrımlıki kenerlerdan ormanın derinliklerini görebiliyorum.biraz
sonra şehir görününyor uzaktan..boğazın en dar yerinde çanakkale.şehre
girdiğimde çanak çömlek yapımının ünlü olduğu hemen anlaşılır.o toprak
kokusu bunların yapımının nerden geldiğini belli etti.burayı geçtikten
sonra avrupa kıyısına geçmek için feribotlara doluşmuş insanlar
göründü.biz anadolu parçasındaki ageliboluya gidiyoruz.vapur hareket
edince martılarda haman simit umuduyla vapura yaklaşıyorlar.denizde
"çanakkale geçilmez"sözü tarihi,tarihimizi,bizi ve bizden öncekileri
düşündürüyor.oradan geçerken tarih boyunca pek çok uygarlığın ve kanlı
savaşların birbirini izlediği bu alan bizi kendimize getiriyor.biraz
sonra savaşlarda ölen askerlerin anısına dikilmiş birçok anıt kendini
gösteriyor.conk bayırı,mehmetçik anıtı,anıt bile olsa onu onu imşa eden
taşlar sanki gururla duruyorlar.geliboluya yaklaştığımızda kemalyeri
anıtı görülüyor.şahitlikten nare'ye oradanda deniz yolu ile
kemealyeriye gitmek biraz yoruyor.deniz kenarında biraz dinlendikten
sonra tekrar yola çıkıyoruz.çok büyük bir kale karşılıyor bizi.bu kez
kilidübahire doğru gidiyoruz.kalenin en üst katına çıkıp Türk bayrağı
altında n bakıldığında şehitlik görünüyor.şehitlik kayadereden
tevfikiyeye kaar uzanıyor.kilidübahirden gelibolunun en uç noktasına
abideye gidip alçı tepe parkında dinlendik.daha sonra kumkaleye 2
saatte gidip gezimizi bitirdik. (uçurumun kenarında olsan bile hayata
gıcıklık olsun diye gülümse..)))
NESLİHAN...


kopyacı92


GEZİ (YAZISI) ÖRNEĞİ:

OTORA Y YOLCULUĞU NİĞDE - KAYSERİ

Niğde'ye yaklaşıyorduk.

Yanımda oturan bir Niğ**** şehrin eteğini saran ağaç kümeleri arasında
pek iyi seçemediğim bir noktayı işaret etti. — Faruk Nafizin hanı, dedi.

Büyük şairin han sahibi olduğu günleri de inşallah görürüz. Fakat yol
arkadaşımın bana gösterdiği bina sadece Faruk Nafizin unutulmaz Han
Duvarları şiirinde tasvir ettiği han idi.

Kıyafetinden anlaşıldığına göre Niğ**** arkadaş bir esnaf yahut işçi
idi. Böyle olmakla beraber Han Duvarları'nı ve Faruk Nafiz'i biliyordu.
Daha garibi trende ilk gördüğü bir yabancının bu şiiri, şiirde tasvir
edilen hanı ve Faruk Nafiz'i tanımamasını kabul etmiyor, ateş ve su
nev'inden herkesçe malûm şeylerden bahseder gibi iki kelime ile bana
maksadını anlattığına inanıyordu.

Güzel şiirin kudreti! iyi yazılmış bir manzum hikâye koskoca bir hanı,
koynundaki tapu senedine rağmen asıl sahibinin elinden alıyor, Faruk
Nafiz'e malediyordu.

Maamafih arkamızda ayakta duran ve bizi dinleyen uzun boylu bir
sakallının "yok yahu.. O han falanındır" diye öteki mal sahibinin
hakkını da ziyadan kurtardığını itirafa mecburum.

Niğde ile Kayseri arasındaki yolu, Faruk Nafiz'in istiklâl muharebesi
senelerinde kona göçe üç günde aştığı o uzun mesafeyi, ben bugün otoray
denen yeni icat bir âlet içinde, âdeta uçarak geçiyorum.

Akşamın beş buçuğunda daha Niğde istasyonunda kahve içiyordum. Sokak fenerleri yanarken Kayseri'de olacağım.

Bisikletin ilk icadı zamanlarında ona verilen Şeytan Arabası ismini bu
otoraya saklamak lazımmış! Otoray görünüşte yirmi otuz kişilik büyücek
bir otobüs. Fakat ikisi arasında âdeta nalınlı adam ile patenli adam
farkı var. Otobüsün mütemadiyen taşla, toprakla boğuşmasına mukabil
Otoray, cilâlı çelik raylar üstünde yağ gibi kayıyor.

Ulukışla ile Kayseri arasında günde iki sefer yapan bu arabaların,
birinci ve ikinci sınıf yolcuları için, şoförün arkasında dört maroken
koltu*ğu, cemekânlı bir kapı ile buradan ayrılan geri tarafında da
demokratlara mahsus, yirmi otuz kişilik kanapesi var.

Bazı şakacı yolcular lüks kısma Lortlar kamarası, ötekine Avam kamarası adını takmışlar.

Bu Otoray, yolları âdeta çocuk oyuncağına çevirmiş. Meselâ Kayserililer
bizim Ada vapurları biletinden daha ucuz bir para ile günübirli*ğine
Bor bahçelerinde eğlenmeye gidiyorlar.

Şoför, daha doğrusu makinistin bana anlattığına göre Adana ve Kayseri
'de oturan iki akraba, meselâ bir ana kız pazar sabahları bulunduk*ları
yerden hareket ediyor, öğleyin Ulukışla'da birleşiyorlar; akşama doğru
yine evlerine dönüyorlarmış.

Bu seyahat, artık yolculuktan usandığım bir zamana rastlamış olmak*la
beraber beni atlı karıncaya binmiş bir bayram çocuğu gibi
eğlendiriyor*du. Otoray, son derece munis bir dekor arasından akıp
giderken kâh makinistin omuz başından önümüzdeki yola, kâh arkaya
geçerek akşam ışıkları ile sararıp kızaran ovalara bakıyordum.

Yeni bir icat yalnız manzaraları ve hayatı değiştirmekle kalmıyor; duygularımıza, dünyayı görüş tarzımıza da tesir ediyor.



Yolculukta akşam, insanının gayri ihtiyarî garipsediği, kendini
karan*lık düşüncelere bıraktığı saattir. Halkın akşam garipliği
terkibile anlattığı bu duyguda kendimizi uçsuz bucaksız mesafeler
arasında kaybolmuş hisset*memizin, arkada bıraktığımız uzağı bir daha
görmek şüphesinin, öndeki uzağa yetişememek korkusunun elbette bir payı
vardır. Mesafelere hâkim olmak emniyeti işte bu şüphe ve korku
mefhumunu kaldırıyor, insana bu geniş ovalarda kendi mahallesinde,
evinin bahçesinde dolaşmak hissini veri*yor.

Faruk Nafiz :

"Dönmeyen yolculara ağlayan yaslı yollar"

diye anlattığı bu yolu, vaktiyle bir yaylının şiltesine uzanarak,
"kendi*ni tekerleğin sesine kaptırarak" geçmiş olmasaydı da benim
bindiğim otoray içinde tayyarede gibi geçseydi bu acı gurbet şiirini
bilmem yazabilir miydi?

Reşat Nuri Güntekin[1]

(Anadolu Notları'ndan)



Önemli Eserler

Gezi Türünün önemli Eserleri
Evliya Celebi - Seyahat Name
Mehmet Celebi - Paris Sefaret Namesi
Ahmet Milat - Avrupa Bir Ceverlan
Canap Şaha bettin - Hac Yolunda
Ahmet Haşim - Frankfurt Seyahat Namesi
Azra Erhat - Mani Anadolu
Fatih Rıfkı Atay - Tuna Kıyıları
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Gezi Yazısı Örnekleri
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
www.forumyok.forumm.biz :: ÖĞRENCİ ÖZEL :: Dil ve Anlatım :: Ders Notları - Konu Testleri-
Buraya geçin: