www.forumyok.forumm.biz
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.



 
AnasayfaAnasayfa  Latest imagesLatest images  Kayıt OlKayıt Ol  Giriş yapGiriş yap  

 

 Mülakat Konusu

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
GeCe YaRıSı
Çaylak
Çaylak
GeCe YaRıSı


Kadın
Mesaj Sayısı : 1200
Yaş : 105
Kayıt tarihi : 29/07/09

Mülakat Konusu Empty
MesajKonu: Mülakat Konusu   Mülakat Konusu Icon_minitimePtsi Ara. 14, 2009 1:00 am

MÜLAKATTA SORULABILECEK SORULAR

(özgür_kız)

Bir kişinin yalan söyleyip söylemediğini anlamak için uyguladığınız teknikler var mı?

Tarafsız mısınız?

Mesleğinizle ilgili olumsuz düşünceleriniz var mı?


(Starahmet_1905)

bu meslek öğrencıyken istediğiniz meslekmiydi?
bu mesleği seçerken nelerı dıkkate aldınız?
bu meslegi seçmenıze etken olan bır olay yada kişi varmı?
öğrencılerle diyaloglarınızda en çok nelere dikkat edersınız?
ideallerinizin hepsini gerçekleştırdınız mı yoksa yapacagım dedıgınız şeyler mevcutmu?
iyi bir öğrencının krıterlerı nelerdır?
yeni nesıl hakkında neler düşünüyorsunuz?


gelecek için idealleri nelerdir?
öss'nın onun hayatındakı yerı nedır?
öss'ye nasıl hazırlanıyor?
öss'de yapılan değişikliklerı nasıl değerlendırıyor?
iyi bir arkadaşın tanımı nedir?
kendıne örnek aldıgı kışı veya kışıler var mı?
ona göre sen nasıl bırısın?

-hakimliğin artıları yahut eksılerı nelerdir.
-küçükken idealiniz hakim mı olmaktı.
-neden hakimlik sizin bu mesleği seçmenızdekı etkenler nelerdir.
-hakimlik zor iş olsa gerek ailenize zaman ayırabılıyormusunuz onlarla iyi bir şekilde ilgilenıyormusunuz?
-yeni türk gençliği hakkındaki düşünceleriniz nelerdir?
-ideallerinizin hepsini gerçekleştirdiniz mi yoksa hala varmı idealleriniz?


(pessimist06)
bu mesleğe nerde ve ne zaman başladınız?

peki neden bu meslek daha kolay yollardan para kazanmak varken neden öğretmenlik gibi zor bir iş ?

nasıl bir aile babasısınız evde de okulda ki gibi sert mi davranırsınız ?

futbolla aranız nasıldır ülkemizin çoğunda olduğu gibi fanatizim var mı sizde de ?

(Hilly)
bu işi niçin yapıyorsunuz..

geleceğe dönük planlarınız nedir?

işiniz sizin için ne ifade ediyor?

türkiye'nin durumu hakkında ne düşünüyorsunuz_?

mülakat*
-Bu isi neden istiyorsunuz?
- Isim olsun diye
Is veren: Neden alüminyum boru ve kontraplak sektoru?Sizi bu sektore ceken nedir?
Aday: Aluminyum kontraplaklar küçüklügümden beri benim hayatimin anlamiydi.
Çünkü; hayatimi kontraplaklar arasinda geçirmek, burada
sabahlamak,kontraplaklarla gülmek aglamak ve bu isi yaparken olmek
isdiyorum!!
Is veren: (!! Vay be.... ! ?? ! )

*****
- Okulunuz gayet iyi, fakat ortalamaniz niye 2.5??
- Ben hayatimi derslere adamadim. Sosyal aktivitelerde bulundum.
- Spor yaptim, tartisma gruplarina katildim, tiyatro ile ugrasdim.
- Sürttüm diyorsun yani.
- Evet sürttüm..

*****
Cv nizi inceledik, burada profesyonel anlamda asp bilginiz oldugu yaziyor. Siz ne dusunuyorsunuz???
- Ben bilmem beyim bilir.

*****
- Bilgisayar kullanmayi biliyor musunuz
- Evet ileri derece..
Is veren: peki sirketimize neler katabilirsiniz?..
-Aday: nese katabilirim!..

*****
- Bana biraz kendinizden bahseder misiniz?
- Muhafazakarim (neden bilmiyorum ama böyle diyecegim tutdu isde )
- Nasil yani? (göz süzerekten) bir erkekle aksam yemegine cikarim ama elini tutmam gibi mi?
- Hayir. Bir erkekle her seyi yapabilirim, (kaslar catarak) ama her erkekler olmaz.
- Anliyorum

*****
Sayin x , cv'nizden anladigim kadari ile bi kaç senede bir is degisdiryorsunuz.Sebebi nedir acaba?
- Parasi çok geldi ayrica rahat bana batar. Bi de sizin gibi mukemmel bir mudur arayisi icindeyim yillardir.
- Bu durumda sizinle iyi anlasacagimizi saniyorum.
- Ne is olsa yaparim efendim.
- Fark ettim.

*****
Banka personel genel mudur yardimcisi mülakata girer:
Gmy - Çocuk yapmayi düsünüyor musunuz, malum bayansiniz.
Mm - hayir düsünmüyorum.
Gmy - malum bayansiniz, istersiniz bir ara?
Mm - esimle simdilik düsünmüyoruz beyefendi.
Gmy - olur mu, hayatin nese kaynagi onlar.. Bakin bende uc tane var. sizde ilerde isdersiniz. Malum bayansiniz?
Mm - oldu olacak seviselim, üreyelim, bitsin bu mulakat isderseniz.
*****
- Sana ne kadar güvenebiliriz?
- Ne kadar para vereceksiniz?

*****
Veren: Bu sirkete ne katacaksin?
Alan: Birbirine katacam sirketi .!
*****
Is veren: su aralar en çok hangi sarkilar? Dinliyorsunuz?
Aday: niye söyletecek misiniz?
*****
Patron : kiz arkadasin var mi?
Aday : yakin zamanda ayrildim, ama olmasini istiyorsaniz bir tane bulurum.
- Çalisma arkadaslarinizda aradiginiz özellikler nelerdir?
- Adam olsunlar önce.
En sevmediginiz ozelliginiz?" yada arkadaslariniz sizi nasil tanimlar?" Serefsizimdir!"

*****
- Kendinizde en sevmediginiz özelliginiz nedir?
- Is görüsmelerindeki amaçsiz formalite sorularini sormakda israr eden kisilere karsi ters hareketlerde bulunmam
- Anliyorum...
- Pek sanmiyorum. Göstermem gerekiyor.
- Biz sizi arariz.
- Konusabilirseniz belki!
*****
- 5 sene sonra kendinizi nerede görmek istersiniz?
- Senin su an oturdugun yerde
*****
- Vardiyali çalisabilir misiniz?
- Evet, ama sadece gündüz vardiyasinda çalismak isdiyorum!!
*****
- En güçlü yaniniz?
- Kodummu oturturum.
- Pardon anlayamadim?
- Yani sey... Tuttugumu koparirim.


MÜLAKAT ÖRNEKLERİ

(karakurt)
Aziz Kedi ile derin mülakat

Yine gecenin bir yarısı tutmamış lanet uyku mayasını…

Naftalin kokulu düşleri bir kenara bırakıp tutuyorum on beş metre
ötedeki mutfağın yolunu. (Akşam Cezmi Ersöz ile konuşmuşum telefonda)

'Hızır ağa-bey' sıfatıyla şereflendirdiğim basit ama bir o kadar da
ileri teknoloji ürünü ketıla bir fincanlık kahve için su koyuyorum ve
akabinde oturma odasına geçip televizyonu açıyorum. Kumandaya Kanal
D'nin olduğu rakamı dikte edip ışınlıyorum ekranı, hoops açılıyor
gürültülü bir şekilde kanal. Ve karşımda Disko Kralı…

Kalabalıktan konserve kutusuna dönüşmüş ışıltılı bir stüdyo ortamı
beliriyor karşımda. Türk televizyonlarındaki talk-show mefhumuna
pozitif bir ivme kazandırdığını düşündüğüm Makina ekibinin Disko Kralı
bu…

Olaylar gelişir…

Okan Bayülgen ses tellerini titretircesine bağırıyor: Aziiiiiiz…

Kamera zumluyor bizim oğlanı. Heybetli boyuyla yağız ****kanlı profili
ortaya koyan saçlı, sakallı Aziz bu. Sözlüğün ciğerinden, bizden biri.
Uzaktan bilenlerin, yanındaki elemanlara "Bak, bu Aziz" deyip caka
satmalarına vesile olan bir vaka.

Dış ses…

"Onca insanla, yazarla çizerle, televizyoncuyla, bilmem ne tür
etiketlere sahip insanlarla röportaj yaptın; e bak biri daha karşında
duruyor. Peki sen ne duruyorsun daha?.."

İç ses…

"Doğru dedi dış ses…"

***

Böyle başlar işte bizim film gibi röportaj macerası. İlhamlar, dış
sesler, iç sesler kanalize eder beni teybimle birlikte Aziz'in evine
doğru. Kısa şortu, siyah tişörtü, uykulu haliyle gayet misafirperver
bir eda ile karşılar misafirini kapıda Aziz. İkinci etapta, güzel bir
kitaplığın bulunduğu odaya geçip güzel kahve yudumları eşliğinde
çalışmaya başlar teyp…

***

Sevgi pıtırcığı, saygı duyulası mübarek okurlar;

Aziz güzel bir insan, kalender bir varlık, neşeli bir muhabbet erbabı
olduğu için bu röportaj da çoook uzun soluklu oldu. Yaklaşık iki saat
boyunca kesintisiz bir şekilde gerçekleşen bu hoş söyleşinin çözümü
inanın hiç kolay olmadı. Gözüm yemedi uzun bir süre çözmeye ve
tembellik hakkımı kullanıp yan gelip yatmayı tercih ettim. Ama daha
fazla duramadım ve başladım çözmeye. Şu anda da okumakta olduğunuz gibi
nihayet sona erdi bu eşsiz mülakat.

Demem o ki, her satırı altın değerinde olan bu söyleşi kenara konup ara
ara okunması gereken bir eser niteliğine haizdir, buna emin olun.

Şaşılası bir tevazu ve iyi niyet sahibi olan Aziz'in birazdan okuyacağınız sözleri kulağa küpe olacak türden.

Uzunluğundan ötürü, "Acaba iki güne mi yaysak" dediğimiz bu epeeeey
geniş söyleşiyi bir kerede patırt diye sunalım dedik. Okumaya
başlamadan önce derin bir nefes almanız bu sebepten sağlığınız için
önem teşkil etmektedir. Zira başladıktan sonra hiçbir yerde
duramayacaksınız, kapılıp gideceksiniz. Benden söylemesi civanlar…

Ve karşınızda en afili kedi Aziz…

Ali Ersin Kelleci



***



Kaç doğumlusun?

Ağustos 1978.

'Aziz Kedi' ismi nereden esti?

Okuldan atıldıktan sonra kendimi bir anda dergi künyelerinde ve
televizyon programlarında görmeye başladım ve öyle de kaldı. Sahne ismi
gibi oldu ve sonra o kadar çok sevdim ki, gerçek isim gibi kullanmaya
başladım.

Gerçek isminle hitap eden yok mu?

Çocukluktan falan gelen çok samimi arkadaşlarım ve ailem gerçek ismimle
hitap ederler. Bu kısıtlı kadronun bana gerçek ismimle hitap etmesi ise
beni çok sevindirir esasında. Sanki bir hatıraymış gibi. Hayatımın
belli bir yerinden sonra yeni tanıştığım insanlar ise Aziz der.

'Takım elbiseli bir çalışan olmayacağım belliydi'

Niye 'Aziz Kedi' peki?

Kendimi bildim bileli başka yolum yoktu benim. Takım elbiseli, eve
ekmek götüren, sabah – akşam mesaisi olan bir meslek yapamayacaktım; bu
çok açıktı. Beni tanıyan insanlar da bunu seziyorlardı zaten. Nitekim,
genelde palavra üreten komik ve absürd işlerle ekmeğimi kazanır hale
gelmiştim.

Ne gibi işler?

Televizyon, dergicilik, röportajcılık vb. Özünde yazmak yani. Benim
işim yazmak nihayetinde. Bu yaptığımız iş de normal değil. Çıkardığımız
ürünler saydığım nitelikleri taşıyor işte. Ya saçma oluyor, ya komik
oluyor ya da rahatsız edici.

'Aziz Kedi küstahtır'

Anladım.

Benim asıl ismim bu işlere pek uygun değildi. Aziz kedi ise daha
küstah, daha kıvrak bir isimdi. O yüzden bir tesadüf sonucu bu ismi
kullanmaya başladım ve böyle de kaldı. Çok memnunum bundan da.

İlk nerede kullandın?

Ekşi derginin künyesinde kullandım. Ve o kadar hızlı gerçek isim olarak
benimsendi ki, ben de hayret ettim. Çünkü bir direniş, bir karışıklık
olacağını zannediyordum. Fakat, bir hafta sonra beni çok sayıda insan
Aziz kedi diye tanıyordu. Bir iki çatlak ses dışında, "Hadi lan! Böyle
isim olur mu?" diyen yoktu. Çok iyi bir grup ismi bulmuş gibi hissettim
kendimi.



Neden okulu bırakmak istedi?

Eğitim hadiselerin nedir abi?

Abi ben Antalya Anadolu Lisesi'ni bitirdikten sonra Ankara Hukuk'u
kazandım. Türkiye'de bir kere akademik eğitimin ne halde olduğunu
biliyorsun. Ankara Hukuk Fakültesi iyi bir fakültedir; ama ben
üniversiteye gelirken Geleceğe Dönüş'teki Doktor Emmett Brown gibi
hocalar filan olacak sanıyordum. Oysa çok iyi hukukçular, çok iyi bilim
insanları olmalarına karşın sandığım şeyi bulamadım. Bu insanlar hangi
parayla, hangi imkanla, hangi kütüphaneyle bilim üretebilirler ki?!
Zaten kafadan bir kere orada bitiyor iş. Engin Ardıç'ın tabiriyle
'Yüksek lise' gibi yerler buralar. Haliyle korkunç sıkıldım ben. Ama
bir yandan hiç hayal edemediğin kadar kitap okuma, kadınlarla flört
edebilme ve hatta hiçbir şey yapmama şansını elde ettim. O zamana kadar
çünkü kendini bildiğin bütün seneler bir şey yapmak zorunda kalmışsın.
Ama artık bir yerden sonra ellerini cebine sokup sokaklarda
yürüyebiliyorsun, durup hayal kurabiliyorsun... İşin bu tarafını
keşfettiğim zaman, okul bana dayanılmaz derecede sıkıcı gelmeye
başladı. Birkaç kere okulu bırakmaya çalıştım, ailem sitem etti "Oğlum
sen ****** mısın?" diye. "Ben yapamam. Eğitim diyorsanız
radyo-televizyon okuyayım, akademiye gideyim" diyordum resim de
çizebildiğim için o zamanlar az çok. "Yok oğlum" dediler ve
bırakamadım. Ama ortada bir yerde kaldım ben. Ne bırakabiliyorum, ne de
ilerleyebiliyorum. Artık arkadaşlarımın zoruyla sınıf geçmeye
başlamıştım. Bana, "Abi bak beş dersin var. Şu tarihlerde sınavları var
ve üçünü verirsen şöyle oluyor" diyorlardı. Öyle ite kaka sekiz senede
müthiş bir eğitim geçirdim! Herkes konsantrasyonunu ders vermeye, staj
işlerine falan kurgulamışken; ben ise bambaşka eğitimdeyim o sırada.

Ne gibi mesela?

Bir adamın, gününün yarısını kitap okuyarak geçirebildiğini
düşünebiliyor musun? Diğer yarısını da, okuduklarını bir sürü akıllı
adamla kavga ederek tartıştığını filan. Biz apolitik bir kuşağın artık
son adamları olduğumuz için böyle çok arada derede bir arkadaş grubuna
da düşmüştüm bir taraftan. Biz kendi gölgesinden korkan adamların
doldurduğu üniversitelerde okuduk. Dolayısıyla çok rahattım. Davul
çalıyordum liseden beri ve Ankara'da da devam ederek paramı
kazanıyordum. Yani paran var, arkadaşların var, kitapların var ve bol
vaktin var. Bundan daha iyi bir eğitim olabilir mi? Ve dediğim gibi,
kabanımı giyip sokaklarda saatlerce yürüyebilecek vaktim vardı. Bir
adam için bu çok iyi bir eğitimdir.

Bitirebildin mi bu arada okulu?

Sonra artık arkadaşların da zoruyla olsa teknik olarak bitmesinin
imkanı yoktu. Artık, "Abi otuz altı bin dersin var ama istersen dene"
deme pozisyonuna gelmişlerdi. Nitekim denedim ama olmadı. "Artık seni
atmak zorundayız" dediler ve attılar.

Ekşi Dergi'nin çıkış öyküsü…

Sonra ne yaparak devam ettin?

Sekizinci senemdi artık o zamanlar, 2004'ün sonlarıydı. Sözlükten
aethewulf, otisabi falan bana, "Abi böyle böyle bir dergi fikrimiz var,
sen de editörlük yapar mısın?" fikri ve teklifi ile geldiler. "Seve
seve yaparım" dedim. Çünkü ben sanıyorum ki, herkes işini evinden
yollayacak, ben Ankara'da güzel hayatıma devam edeceğim ve o şekilde
işi idare edeceğiz. Neyse, sonra ben sık sık İstanbul'a gelip diğer
arkadaşlarla birlikte toplanıp dergi gruplarıyla görüştük. Bir noktadan
sonra iş, 'Baba bu iş olmayacak herhalde' olayına döndü. Dolayısıyla
benim oradaki konumum çok rahattı yani. 'Olursa olur, olmazsa olmaz
artık' kafası. Sonra bir gün biz Ankara'da iken Vatan Grubu'ndan
"Tamam, çıkartalım" şeklinde bir haber geldi. Sonra iş öyle bir boyuta
geldi ki, bana "Birimizin artık İstanbul'a gidip, derginin başında
olması gerekiyor" dediler. "Yahu bırakın. Ankara'yı, işimi gücümü,
düzenimi bırakıp İstanbul'a mı gideceğim?" dedim. "Abi öyle" dediler.
"Abi yapamam. Benim okulum var" dedim sanki müthiş bir talebeymişim
gibi. O sırada da okuldan bir atıldım ben! Artık İstanbul yolu gözüktü
bana seve seve! E üçü Amerika'da; biri okuyor, bir başkası bilmem ne
yapıyor. İş yani bana kaldı. Öyle 'öf pöf' falan derken Ankara'daki evi
de kapatmadan İstanbul'a geldim. Çünkü, 'Evet dergi başarılı olacak ve
ben üç gün sonra idarecilik işini birine kakalayıp geri Ankara'ya
döneceğim' diye düşünüyordum. Halihazırda İstanbul hala da sevmediğim
bir şehirdir yani.



'İnsanlar boğazıma sarılıyorlar'

Niye?

Ben sükunetten gelmişim sonuçta abi. Burada yaşadığım nefes darlığını,
stresi dünyanın başka hiçbir yerinde yaşayacağıma inanmıyorum. Ben,
saat ikideki randevu için ikiye on kala evden çıkan bir adamdım. Şimdi
yine ikiye on kala evden çıkıyorum, üç buçukta randevumda oluyorum.
İnsanlar boğazıma sarılıyor artık yani. Buradaki renklilik, kaos şu bu
değil beni sıkan. **********lık ve çirkinliğe tahammül edemiyorum.
Başka kentte yaşayıp yılın üç ayını İstanbul'da geçir; şahane olursun.




İstanbul'a gelişinden devam e****m.

Geldim abi buraya işte ve dergiciliğin ne kadar korkunç bir şey
olduğunu gördüm. Çok zor bir işti. Yani ciddi ciddi kaloriferlerin
üzerinde falan yatıyorduk. O ruhu cidden gördüm ve yaşadım. Ve ben daha
kendi kendini idare edemez bir adam iken, bir anda önümde bilmem kaç
bin kişilik sözlük kitlesi, arkamda editör arkadaşlarımla buldum
kendimi. Bu yetmezmiş gibi bir de televizyonlara dergiyi anlatmak ve
tanıtmak için çıkmaya başladım. Anlayacağın, hayatımda ani bir
dönüşümdü bu. Ve o kadar zorlandım ki… Benimüç günde tek bir kişiyle
bile konuşmadığım vakiydi önceden. Şimdi günde üç bin adamla görüşür
hale geliyorsun iş nedeniyle. Yani öyle ki, acıdan ağladığımı
biliyorum. 'Allah'ım al canımı da kurtulayım' zamanlarım oldu.

Daha sonra kendi kendime şunu söyledim: "Tamam oğlum sakin ol. Senin
yıllardır arzu ettiğin şey, böyle bir şeydi. Zaten başka alternatifin
de yoktu ve olmadığını gördün…"

Tamam dedim kendi kendime. İşi de öğrenince süratle, biraz daha
rahatladım. Rahatladığımı hissettiğim andan sonra da dergi patladı!

'Ekşi Dergi çok namuslu bir işti'

12. sayıda değil mi?

Sanırım öyle. Yine söylüyorum; çok namuslu ve çok güzel bir işti o. O
kadar acemiliğe, amatörlüğe rağmen, Türkiye'de o an itibarıyla hiç
olmamış bir şeydi. Bugün hala yok. Keşke devam etseydi.



Ekşi Dergi neden sona erdi?

Tirajdan mı bitti?

Tirajdan bitmedi. Sen gayet iyi bileceksin ki, tiraj dediğin şey baskı
adediyle çok alakalı bir şey. Sen 3 bin dergi basıp 2.500 dergi
satarsan "Vaay, satışlar çok düşük" diyemezsin. 170 bin basıp, 5 bin
satarsan düşüktür. Bizim satışlarımız, baskılarımıza hep yakındı.
Reklam falan almaya başlamıştık hatta. Neden bitti? Ben de tam
bilmiyorum. Belki Vatan Dergi Grubu bu kadar küçük bir yatırımın
hükümete falan çakmasından rahatsız olmuş olabilir. Çünkü senin milyon
dolarlık bir gazete ya da dergi yatırımın varsa, bunun arkasında
durursun. Hükümete de çarpsan, yazarların mahkemelik de olsa bunun
arkasında durursun. Ama 20 bin liralık bir yatırımın sana 30 bin
liralık tazminat getirirse bu biraz ters durur. Bizim şüphemiz o. Bir
kere bu dergiden o kadar büyük paralar kazanılmayacağı çok açıktı.
Kimsenin de kolay kolay yapacağı bir iş değildi. Ekşi Sözlük'ün
potansiyelini 3 ayda değerlendirebilmek de mümkün değildi. Böyle bir
işe en az iki sene tanınmalıydı. Çok iyi yerlere gelirdi bu. Emin ol
gelirdi.

Neler olurdu?

Televizyonda bir mecra bulunurdu abi. Radyo programları başlardı. Bak,
sözlükçü adamlar kendi çabalarıyla internet radyoculuğu yapıyorlar. Çok
da güzel işler oluyor.



Ekşi Sözlükçülerin radyosu

Sourberry'i mi kast ediyorsun?

Evet. İşin niteliğini analiz etmeye gerek yok. Sözlükte çok yetenekli
adamlar var abi. Ben ilk günden beri sözlüğün parlak tarafına
odaklıyım. Yani ne muhteşem insanlar, sanatçılar var biliyor musun?
Fakat herif mühendis, bankacı, bilmem neci. Türkiye'deki hayatın
adaletsizliğinin bir göstergesi bu.

Tekrar dergiye dönecek olursak…

O dergi bir yerlere gidecekti, önü açıktı. İnsanların ego problemleri
olmaktan çıkıp kendilerini aştıkları bir alana dönüşebilseydi –ki buna
süre yetmedi- iyi olacaktı.



'Başka kapılarda dolanmayın mesajı vermek istedik'



Ego problemi derken?

Mesela sözlükteki temsil meselesi. Büyük bir şeyi yanlış algılamaydı
bu. "Bu dergi bizi temsil ediyor mu, etmiyor mu?" tartışması
gereksizdi. Biz bir kabine, hükümet, spor kulübü değildik. Oradaki tek
amaç; yetenekli adamları bulup "Sizin alanınız burası. Gidip onun bunun
kapısında yalvarmayın. Elinizde kağıtlarla birilerinin kapısını
tırmalamayın" mesajını vermekti. Temel nedeni buydu.

Bunun yanında, internetten buralara sıçramak düşünüldüğü gibi ilkel,
*****ca bir hamle değildi. Internet kabilesi şeyi hala fark etmedi;
gerçekten yazılı basın ve televizyon bugün internetten daha kuvvetli.
Internet daha hızlı, daha çevik; ama matbuat daha kuvvetli abi. Bugün
hiç kimse bilmem ne gazetesinin köşe yazarı kadar para vermez internet
yazarına. 5 yıl sonra tersi olabilir ama bugün bu dediğim geçerli.
Kısacası, o sanat gücünü, yaratma becerisini bu alana kaydırabilirdik.
Bunun da vardır herhalde çok çok iyi sonuçları.

Sonuçta 'keşke yapmasaydık' demediğimiz, çok da mutlu olduğumuz;
arşivleri karıştırdığımda hala güldüğüm 12 – 13 derginin olduğu harika
bir iş oldu.

Okan Bayülgen ile ilk temas…

Okan Bayülgen ile nasıl çalışmaya başladın?

Bu derginin batacağı henüz belli değilken – muhtemelen yönetim
tarafından bilinir ama bizim tarafımızdan bilinmezken- bir gün bana bir
telefon geldi. Arayan, Televizyon Makinası'nın ve Zaga'nın yönetmeni
Hüseyin Özcan'dı. "Ben Hüseyin Özcan, Okan Bayülgen'in yönetmeniyim.
Okan Bey sizle bir konu hakkında görüşmek ister" dedi. Ama abi çok
komik bir şekilde benim Okan Bayülgen ile görüşmeme vakit yoktu. Benim
o gün itibarıyla dergi binasından yarım saat uzaklaşma imkanım yoktu.
Fiilen çalışan dergide biz son anda üç kişiydik. "Nedir konu?" dedim.
Okan Bayülgen, yeni yapacağı program olan Televizyon Makinası programı
için Ekşi Sözlük'teki entrylerle ilgili küçük klipler çekmek
istiyormuş. Bu konuda aracılık etmemi rica ediyorlar. "Tabii ederim ama
ben sizi direkt SSG'ye yönlendireyim. Çünkü benim aracılığım size vakit
kaybettirir. Siz, onla iletişime geçin ve gerekli izni alın ve neyi
istiyorsanız yapın" dedim. "Ama Okan Bey mutlaka biriyle yüzyüze
görüşmek istiyor" dedi. "Çok az bir vaktim var, hemen buluşalım" dedim,
dergiyi de aldım gittim Bebek Kahvesi'nde buluştuk. Yarım saat olarak
planladığım randevu 4.5 saat sürdü.

Neden?

Güzel bir muhabbet dönmeye başladı. Okan abi bisikleti ve siyah
eşofmanlarıyla geldi. Çok sevdik birbirimizi. 4.5 saat Hüseyin, ben ve
Okan abi çok güzel bir muhabbet ettik.



Okan Bayülgen: Hayatım, birlikte çalışmak istiyorum!

Klip kapsamında mı oldu bu muhabbet?

O, 5 dakika sürdü abi. Asıl; dergiyi anlattım, hayatımdan bahsettim; o
anlattı neler yaptığını falan. Benim Okan Bayülgen ile ilgili pozitif
bir önyargım vardı hep zaten bir izleyici olarak. Severdim yani. Neyse
o gün muhabbeti bitirdik, ben koşturdum dergiye. Sonra ertesi günün
gecesi saat ikide telefon geldi kendisinden. "Hayatım böyle böyle,
birlikte çalışmak istiyorum ben" dedi. "Abi çok sağol, hakikaten çok
şeref duydum ama böyle bir şey mümkün değil" dedim. Yani benim başka
bir işte çalışmam düşünülemez bu dergi varken. Gerçekten vaktim yoktu.
İki gün kesintisiz dergidesin bir kere. Nerede uyuduğunu falan bile
bilmiyorsun. O projedeki insanların her biri menteşeydi. Birinin
çıkması kapıyı sallayacaktı. Ben gitsem, benim yaptığım işi kim
yapabilirdi ki o gün itibarıyla? İki ay daha birinin oraya
hazırlanması, alışması gerekiyordu. Böyle bir şansımız da yoktu.
"Bakalım bir abi" derken ben, tam bu olayın üzerinden bir hafta sonra
da dergi patlamaz mı! "Tamamdır abi, dergi artık yok. Teklifin hala
geçerliyse varım" dedim ve öyle başladık. Televizyon Makinası'nın
hazırlık safhasında ekibe dahil oldum.

Sonra?

Okan Bayülgen ile çalışmaya başladıktan sonra İstanbul'da yaşayacağım
kesinleşti. Ankara'daki evimi kapattım, burada sevgili canım arkadaşım
Gerrain'in yanına taşındım. O da şöyle oldu; "Lan gel bir iki ay ev
bakarken kendine takılırız" dedi. Sonra biz o kadar iyi anlaştık ki,
bir baktım aradan iki sene geçmiş. Müthiş eğlenceli iki seneydi o. O
sırada da işte 'Okan Bayülgen Akademi' diyebileceğimiz bu süreç başladı.

'Bulunduğum yer bir iş değil'

Niye akademi?

Çünkü burası bir iş değil abi. Bir iş olsaydı eğer; skeçti, belgeseldi,
soru metniydi, bilmem neydi evinden yazar yollardın. Oysa Okan abinin
hayatla ilgili fikri bu manada o kadar olumlu ki, bizim şirketimizde
şimdi 10 tane yönetmen, 10 tane metin yazarı var. Herkes, herkesin
işinden anlıyor. Mesela sıkıştığımız zaman yönetmenlik yapabiliyorum.
Yapımdaki bir arkadaşım, kafam basmadığı zaman editoryal bir fikir
ortaya atıyor. Yani herkes, herkesin işinin inceliklerini bilir.
Kurgudan anlamak zorunda kalıyorsun, yönetmenlikten anlamak zorunda
kalıyorsun, insanları bağlama konusundan anlamak zorunda kalıyorsun.
Bizde, "Benim işim şudur. Başkasının işini yapmam" olayı yoktur. Zaten
aktif çalışan 7-8 kişiyiz. Reyhan Tüysüz birisi. Okan Bayülgen'in
menajeri ve tüm programların yapımcısı. Onun iki yardımcısı var. Biz
iki editör, bir de Enes katıldı aramıza. Reji'de de 4 kişi. Ve bu kadro
günü geliyor bir tek büyük program yapıyor, günü geliyor haftada 7 – 8
canlı yayın yapıyor. Dolayısıyla çok hızlı, bütün bu konularda bilgili
ve her şeye hazır olman gerekiyor. "Vallahi unutmuşum, yapamamışım,
yetişememişim" gibi bir şey yok. Bizim sadece televizyon işimiz yok.
Başka bir sürü işimiz daha var.

Örnek verebilir misin?

Kitaplar yapmaktan belgeseller çekmeye, özel kuruluşların günlerini
üstlenmekten reklam işlerine varana dek bin türlü iş yapıyoruz.

Neler değişti bu işten sonra hayatında?

Davulu bıraktım mesela. Televizyon, dışarıdan çok gevşek bir iş
olmasına karşın disiplin gerektiren bir iştir aslında. "Siz saat ikide
kalkıyorsunuz" diyorlar ama biz sabaha kadar çalışıyoruz sonuçta abi.
Sabah altıda eve geliyorum ben. Bütün gece ayaktayız. Bir zamanlama
sıkıntımız var bizim. Televizyon dünyasında olan birçok insanda bu
vardır. Perşembe gününe randevu veremeyiz mesela, yok böyle bir şey. O
gün İstanbul'da olup olmayacağını bile bilemezsin.

'Olduğumdan daha yüksekte olmak istemiyorum'

Rahatına düşkün biri olarak nasıl katlanabildin bu yoğunluğa ve belirsizliğe?

Çok düşkündüm. Bu işe bir başarı kaynağı, hedefe ulaşmakta bir sıçrama
tahtası gözüyle bakmazsan eğer alışıyorsun. Ben burada bir sürü şey
öğreniyorum. Vitesi küçülteceğim gün gelene kadar –çok uzakta değil-
burada öğreneceğim şeyleri hiçbir yerde öğrenemem. Hiçbir okul bana
bunları öğretemez. Okan Bayülgen özelinde; gerçekten harika bir adamla
çalışıyorsun sonuçta. Onun şahsından bile çok şey öğrendim. Bunlar
hayata ilişkin çok önemli şeyler. Yoksa televizyonculuk mesleği falan
değil olay. Bu işi çok iyi yapan adamlar var zaten. Ben kendi adıma
hiçbir zaman, "Ben televizyoncuyum" falan demiyorum. Ben hasbelkader
buradayım, arkadaşlarımı çok seviyorum, yaptığım işi çok seviyorum,
Okan Bayülgen'i çok seviyorum ve gerçekten çok kolay ölçülmeyecek
şeyler öğreniyorum her gün. Bir uzak doğu sanatı çalışmak gibi bu. Her
geçen gün acıya biraz daha katlanabilmeyi öğreniyorsun. Daha hızlı
düşünmeyi, daha hızlı üretmeyi öğreniyorsun. Baskıya dayanmayı, acele
ederken telaşlanmamayı öğreniyorsun. Yani sayamam bunu. Dolayısıyla
hayattan hiçbir şey istemeyen bir adamın böyle bir yerde olması çok
iyi. Hayattan çok şey bekleyen, hırslı, rahatsız bir adam için çok
tehlikeli bir yer burası. Zaten öyle hiçbir kimse barınamamıştır
aramızda. Ben sözcüğüyle aran çok iyi olmayacak. Adının nerede
yazdığıyla ilgilenmeyeceksin. Başkalarının kariyeriyle
ilgilenmeyeceksin. Sen kendinden sorumlusun. Kendi kendine "Aferin
oğlum" mu diyorsun? Yoksa, "Onu da ez, daha da ez" mi diyorsun?

Ben mesela bir yazar olarak dikey bir doğrultuda gidemem ki. Ordinaryüs
bir yazar mı olacağım, ne olacağım? Yukarı doğru gidemem ben.
Televizyonda ve sinemada teknikçiler gidebilir mesela. Bir ışıkçı
kıytırık bir kanaldan başlar, Hollywood'a kadar yolu vardır. Ama benim
yazdığım şey birinci günden itibaren Hollywood'a film olabilir.
Dolayısıyla yatay bir genişleme söz konusu yazarlıkta. Benim hırslı
olmamam için yeterli şeyler mevcut. Neyin hırsını yapacağım ki? Daha
çok para mı isteyeceğim, ne isteyeceğim? Dolayısıyla benim tıpkı ilk
gençliğimde olduğu gibi, daha çok bilmek, daha çok öğrenmek, daha çok
insan tanımak, daha çok durup bakmaktan başka hiçbir amacım yok
hayatta. Kimsen hiçbir şey istemiyorum. Olduğumdan daha yüksekte olmak
istemiyorum. O yüzden de çok mutluyum.

Elimde kalemim, kağıdım var; şurada da ufak bir el çantam var
görüyorsun. Her an, her yere gitmeye hazırım. Ardımda bırakamayacağım
hiçbir şey yok. Borçlu olduğum kimse yok. Ve bu mobilizasyon insana
büyük bir rahatlık veriyor. Böyle hafif olduğun zaman kimseyi
kazıklamakla, karalamakla vakit kaybetmiyorsun. Dünyada yalnızca ben
varım, bir tek kendimi tanıyorum ve iyi niyetli olduğuna inandığım bir
sürü de insan var etrafımda, birlikte de güzel işler yapıyoruz. Bana
bir sürü çocuk geliyor lise çağlarında, 19 – 20 yaşlarında "Abi
n'apalım?" diye. Hepsine bunları anlatıyorum, "Hiçbir şey istemeyin
hayattan" diyorum. Her kim bir şey istemez ve aynı zamanda yetenekliyse
hayat ona zaten getirip veriyor "Al abi" diye. Ne başarıdan sarhoş
oluyorsun, ne başarısızlıktan korkuyorsun; son derece ayakları yere
basan, sakin, sade bir adam oluyorsun.

İstemeye istemeye, birçok insanın isteyeceği bir yere gelmişsin…

Aynen öyle abi. Zaten benim çalışacağını iddia ettiğim formül de bu. Ve aynı yoldan geri de gidebilirim gözümü kırpmadan.

Biraz önce vites küçültmekten bahsediyordun. Neyi kast ediyorsun?

Mesela burası İngiltere olsaydı, ben 30 yaş itibarıyla sadece yazı
yazarak geçinmeyi başarmış olacaktım. Artık kitaplarımı yazmaya
başlamış olacaktım. Bir makale yazacaktım, o makale beni bir ay
geçindirecekti. Burada olamıyor. Burada benim aktif bir işte çalışmam
gerekiyor. Yani, vites küçültmekten kastım budur. Bir çeşit erken
emeklilik, ilk gençliğe dönüş.

Televizyondan elini çekecek misin?

Tabii ki abi. Yapmak zorundayım bunu. Televizyonda olmak isteyen çok
fazla insan var ve çok fazla insan bunu hak ediyor. Böyle köşe başı
tutan insanlardan oldum olası nefret ettim. Bir ****ği tıkayan kaya
gibi kimseyi geçirmeyen, insanlara köstek olan hazımsız ve hırçın
tiplerden oldum olası iğrendim. Onlardan birisi olmayacağımı çok iyi
biliyorum. Nitekim bugüne kadarki pratiğimde sesini çıkaramamış, kıyıda
köşede kalmış çocukları bulup çıkarma üzerine çalışıyordum hep. Belki
vites küçültmenin içinde bu da vardır. Ufacık bir okul açarım kendime
bundan on sene sonra. Bütün hayatımı, o çocukları doğru yere kanalize
etmekle geçirebilirim. Türkiye'nin en büyük sorunlarından biri bu. Çok
kısaca anlatayım mı?

Aziz Kedi'den büyük bir sosyal sorumluluk projesi

Dilediğin gibi…

Üniversite sınavı diye bir ******lık uyguluyorsun. Üniversite sınavının
bugün Türkiye'nin en akıllı ve çalışkan adamları seçtiğini varsayalım.
– ben öyle kabul etmiyorum ama şimdilik öyle varsayalım – Bu sistemde
kafası çalışan adamlar Uluslararası İlişkiler'e, Kamu Yönetimi'ne falan
gitmek istiyor. Sisteme göre akıllı ve çalışkan olmayanlar ise
Konservatuar'a gitmek istiyor veya şiir yazıyor. Türkiye'nin kafası
çalışan adamlarının tümü formel mesleklerdedir. Belirli bir parıltısı
olmadığını varsaydığımız insanların tümü de eğlence sektöründe,
televizyonda, sinemada, bilmem nerede. Yani bu çocuklar zamanında
serbest bırakılsaydı, inan bugün formel mesleklerde olanların en az
yarısı öbür sektörlerde olacaktı. Tıpkı benim büyük bir şansla başıma
geldiği gibi. Bu sistemde herkes yanlış yere yönleniyor. Çok iyi bir
avukat olan adam belki çok iyi bir sinemacı olabilirdi. Çünkü çok iyi
avukatlık yapabilecek sayısız insan var; ama çok iyi sanatçı olabilecek
adam çok az. Hayattaki pozisyonu itibarıyla avukat olmaktan, daha
birçok mesleği icra etmekten mutlu olabilecek çok insan var. Çapraz bir
terslik var burada. Televizyonda, sinemada, edebiyatta, resimde, özetle
sanat ve eğlence sektöründe olması gereken adamlar orada değil. Tabii
ki her meslek kaliteli adam ister; ama sanatçı niteliğine haiz
adamların zorla başka bir yere gönderilmesi bu ülkenin kreatif tarafını
çok ze****yor. Yine gelişmiş ülkelere baktığımız zaman, bir adamın ne
olacağı ortaokuldan belli olur ve ona göre yetiştirilir, yönlendirilir.

Benim annem ve rahmetli babam eğitimcilerdir. Onlara, "Benokulu
bırakacağım, sanatla ilgileneceğim" dediğimde, "Hayır, sen diplomanı al
işini yap, onları hobi olarak yaparsın" dediler. Bunlar, binlerce insan
yetiştirmiş kafası çalışan insanlar. Ve ben ne oldum? Yine bak
buradayım. Nasıl? 8 sene gecikmeyle…

Yani vites küçültmekten bahsederken, bu şekilde yanlış tezgahlara
düşmüş adamları tek tek bulup asıl olması gereken yerlere yönlendirmek
olabilir.

'Cipimi alayım, sonra da yan gelip yatayım derdim yok'

Şu okul meselesini biraz açar mısın?

Okul deyince Müjdat Gezen Sanat Merkezi, Plato Film Okulu gibi bir şey
akıllara gelmesin. Bu gezici bir okul bile olabilir.Antik Yunan Okulu
gibi bir şey de olabilir. Bir kabile de olabilir. İlla bir plazaya,
şatafatlı binalara ihtiyacımız yok. Kendimi geçindirecek kadar para
bende olduğu sürece bedava menajerlik yaparım bu çocuklara. Çünkü çok
kaliteli okullar var, çok kaliteli televizyoncular var, çok kaliteli
sinemacılar yetişiyor. O sayıyı artırmak için bir çocuğu alıp bir adama
emanet etmek gibi mesela. Ama belki çok zengin olurum, o zaman fiziksel
bir silueti olan akademi de açabilirim. Yani ben kendimi kurtarayım da,
gerisi amaaan derdinde değilim. Cipimi, daireleri alayım, yan gelip
yatayım gibi bir amacım yok abi benim. Ben bugün bilmem ne davalarıyla
uğraşan bir adam olabilirdim. O yüzden o çocukların dramını biliyorum
ben. O adamlar öyle olmasın istiyorum.

Okan Bayülgen ile çalışmaya başladıktan sonra mı daha fazla ün sahibi olmaya başladın?

Öyle olmadı dersem büyük haksızlık etmiş olurum. Bunun sebebi de çok
basit. Benim büyük bir deha olmamdan değil bu. Bir kere televizyonda
çalışan, biraz olsun ekrana çıkan her insan bir nebze meşhurdur. Bu,
televizyonda çalıştığın insan Okan Bayülgen olunca bir miktar artar.
Biz, arasında belli bir hiyerarşi olan arkadaş grubu olmadığımız için
televizyonda daha rahat gözüküyoruz kimi zaman. Çok sayıda lise ve
üniversite öğrencisi var Türkiye'de. Bunun yanında facebook falan var.
Dolayısıyla yaptığımız iş çok fazla insana ulaşıyor. O adamların
içinden teveccüh gösterenlerin sayısı da oransal olarak fazla olduğu
için tanınırlığım tabii ki biraz daha fazla artıyor.

'Ekşi Sözlük'te insanlar ben de ünlü olabilirim umuduna girdi'

Bu senin hoşuna gidiyor mu?

Bu konuda yüzde yüz nasıl dürüst olayım bilmiyorum ama hakikaten bu
konuda oldukça yüksek bir oranda nötrum abi. Ne böyle beni çok
gıdıklıyor, ne de rahatsız ediyor. Ben bugün yaşadıklarımı zaten on yıl
önce kafamda yaşamıştım, biliyordum. On yıl sonrakileri de biliyorum.
Bu hayal olarak değil, rasyonel bir akıl yürütmeyle bulabilirsin bunu.
Bunların hiçbiri hayatımda olmasa, daha üzgün ve mutsuz olmam. Elbette
mutlu oluyorum insanlar fikrimi sordukları zaman, "Abi şunu nasıl
yaparız" dedikleri zaman. Çünkü benim yegane hayat planımla çok örtüşen
bir şey bu. Kimse benden bunu talep etmese de, gidip bunları anlatmak
istiyordum zaten. Bunlardan kastım sektörel şeyler. Sanat dünyasında,
eğlence dünyasında nasıl var olursun; neyi, nasıl yazarsın vesaire gibi
şeyler. Öyle çok uhrevi konular değil yani. O yüzden tanınırlık, falan
filan bunlar çok acayip, abuk sabuk şeyler abi. Çok zengin, çok ünlü
olmak isteseydim bu tanınırlık beni sarhoş ederdi. Müthiş bir
basamaktır bu çünkü. Bunun üstüne basıp biraz daha yükselmek istersin.
Kendini ekranlara atarsın, başka mecralar kovalarsın. Ben bu kadar
medyanın ortasındayım. Bir televizyon kanalında ya da bir matbuatta yer
almak için hiçbir şekilde bir girişimim olmadı. Bu en erdemli
davranıştır diye söylemiyorum ama ben olmadım. Dolayısıyla, bunun benim
hayatıma kattığı bir hoşluk var tabii ki ama çok büyük önem de arz
etmiyor yani. Mesela Ekşi Sözlük'te insanlar "Ben de ünlü olabilirim"
umuduna girdi. Ama, "Ben çok iyi yazabilirim, çok iyi çekebilirim, çok
iyi çizebilirim" demelerini isterdim. "Ben nasıl olurum" diyor adam;
"Ben nasıl yaparım" diyen yok. Ben kötü haberi vereyim hemen
kendilerine; gerçekten bir şey olmak için g.tünden kan akması lazım
abi. Çok fazla çalışmak lazım. Örneğin, benim her güç geçtiğim
sınavlardan, tabii olduğum testlerden geçecekler abi. Hiçbirinden
geçmedikleri için, ulaşmak istediklerihedef ile aralarındaki mesafeyi
kestiremiyorlar. Keşke o noktayı hiç düşünmeseler. Aradaki mesafenin
çok büyük meşakkat gerektirdiğini bilmiyorlar. Bu olmak ile yapmak
arasındaki mesele çok önemli. Herkes hemen çok büyük yazar olmak
istiyor.

'Sözlükteki karmamı, pozisyonumu uygun biriyle değiştirebilirim'


En son GeCe YaRıSı tarafından Ptsi Ara. 14, 2009 1:05 am tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
GeCe YaRıSı
Çaylak
Çaylak
GeCe YaRıSı


Kadın
Mesaj Sayısı : 1200
Yaş : 105
Kayıt tarihi : 29/07/09

Mülakat Konusu Empty
MesajKonu: Geri: Mülakat Konusu   Mülakat Konusu Icon_minitimePtsi Ara. 14, 2009 1:00 am

Herkes Aziz Kedi olmak istiyor mu sence?

Böyle bir şey olduğunu hemen kabul edemem. Neden Aziz Kedi olmak
istesinler? Sözlükten çıktığım için mi? Sözlükte olmasaydım da, böyle
bir yerde olmamın önünde herhangi bir engel olamazdı. Aziz Kedi olmak
yerine; bir yönetmen, bir yazar olabilirler. Arada yaşanan büyük
sınavları, testleri yaşamalılar. Binlerce saçma sapan şey yazıp, kötü
kısa filmler çekebilirler. Geriye dönüp yaptıkları şeyler için
ağlayabilirler. Sözlük bize bir sürat kazandırır sadece. Şimdi hangi
sözlükteydi hatırlamıyorum ama şey demiş biri benim için; "Biz de kötü
espriler yapalım, Okan Bayülgen'in editörü olalım. 10 sene sonra olacak
mı bakalım bu adam…"

Bak abi, adam benim üzerimden hayat projesi oluşturmuş. Bu olmamalı.
Oradaki soru aslında şu yani "Lan hakkaten bu kadarcık şeyi ben de
yapsam olur mu ehehe?" Evet abi, olur. Yola çıkarsın en azından. Yap
işte! Kolay değil vakıa. Yazıyoruz, sonra hoop hayat çok güzel diye bir
şey yok. Neler yaşıyoruz, ne sıkıntılar çekiyoruz bilmiyorlar. Bunları
bilmedikleri için sallamaları çok kolay. Ben, senin aracılığınla bir
şeyi ilan etmek istiyorum: Her an sözlükteki pozisyonumu, karmamı,
yerimi uygun biriyle değiştirebilirim. Hiçbir şeyi tutmuyorum, hiçbir
şeye sarılmış değilim. "Ben, sen olmak istiyorum" diyen adama hemen,
her şeyimi veriyorum.

Ekşi Sözlük'ün insanlara birçok iyiliğinin yanı sıra şöyle bir kötülüğü
de oldu –sözlüğün aslında kendisinden kaynaklanan bir şey değil- adam
etrafındakilere, bir yere gelmiş insanlara bakıyor ve "Ben, senin
yerinde olmalıyım abi. Ben neden Okan Bayülgen'in, Mirkelam'ın yerinde
olmayayım ki?! Senden daha iyiyim" diyor. "Benim arkadaşım senden daha
iyi, kusura bakma" diyor. Senin arkadaşını, anneni, babanı tutan yok
abi. Buyur yap. Bunu yapmadığın için, hep eli çenesinde "Ben, senden
daha iyiyim" diyen adamsın sen. Ya da diyor ki, "Sandığın kadar iyi
değilsin…" Abi bir şey sandığım yok benim. Sen hiç kendinle ilgili
değilsin, benimle ilgilisin. Boşver beni. Ben yarın olmayabilirim
burada. Çantamı alıp gitmiş olabilirim.

Sözlükten çıkıp ünlü olmak durumu gerçekten üstüne kitap yazılası bir konu.

Aziz Kedi'den 'bir şey' olmak isteyenlere altın öğütler!

Tavsiyen nedir?

O kadar basit ve ilkel bir tavsiyem var ki, ne olmak istiyorsan onu
olmak için yapman gereken şeyin üzerinde yoğunlaşmalısın. Edebiyatçı mı
olacaksın? Oturup bir sürü şey yazmış olmalısın. Film mi çekeceksin?
Çektiğin onlarca kısa filmin, uzun metrajlı filmin olacak kenarda.
Hayatı tırmalama, ıskalama derken bir şey yapma demiyorum ben. Sana
şöyle bir şey söyleyeyim; benim iş arkadaşlarımın hepsi birer sektör
insanı olarak benden fersah fersah ilerideler. Ben olmasam bu programa,
bu ekibe hiçbir şey olmaz. Ama öyle kilit adamlar var ki, onlar olmasa
bu iş durur. İnsanların kendilerini, benim kendimi yargılamam gibi
yargılamaları lazım. Ama bakıyorum, adam her şeyin iyisinin, güzelinin
kendinde olduğunu sanıyor. Bu, şöyle bir şey; koşu yapıyorsun,
yarıştasın ve adamın biri bir süre sonra duruyor ve sen bitirmeye
yaklaşmışsın, kendi kendine şey diyor durduğu yerden: "Ben, senden
iyiyim. Şimdi başlasam seni geçerim…" Durma, koş abi işte. Ve kendi
kulvarında git, bakma başkasına. O yüzden biri olmak istemenin bir
manası yok. Yapacaksın, yapacaksın, yapacaksın… Benim ortaya çıkardığım
birkaç iş varsa, çöpe attığım binlerce iş var. Sanat da, zanaat de,
formel meslekler de kendinle antrenman işidir, egzersiz işidir. Sürekli
yapacaksın, atacaksın; beğenmeyecekler, mideleri bulanacak. Böyle olur
bu iş… En büyük sanatsal dehalarda da bu geçerlidir. Eğer, "Aslında
senin yerinde benim olmam gerekiyor" diyorsan iki katı yapacaksın.
Herkes olmak istiyor abi. Ama olmanın ne demek olduğu konusunda hiçbir
fikirleri yok. Eğer o adamın muhatabı ben isem, ona çok açık bir
şekilde söylüyorum: Ben yapabileceğine inanıyorum. Benimki küçümseyici
bir meydan okuma değil. Hakikaten yapabilirsin ya da yapabilecek
olanlarınız var. O zaman yapın abi.

Birazdan diyeceklerim bu sektöre girmek isteyenler için faydalı
olabilir. İki şey keşfettim bir anda binlerce ünlüyle çalışabilir hale
geldiğim zaman. Bir; hiçbiri senin uzaktan, televizyondan gördüğün gibi
iğrendiğin, kötü insanlar değiller. İki; "Tapıyorum" dediğin insanların
birçoğu da o kadar inanılmaz değiller. Bu insanlar – her ikisi için –
ne büyük övgüleri, ne de acımasız yergileri hak ediyorlar. Hepsi de
normale yakın insanlar. Bir iki nüans var onları onlar yapan, olumlu ya
da olumsuz yönde. Bunu şunun için söylüyorum; birinin yerinde olmayı
falan boşver. O yerler zaten seni bekliyor. Korkunç dehalardan ya da
yaratıklardan bahsetmiyorum. Senin, benim gibi adamlardan bahsediyorum.
Sadece biraz çaba, biraz iyi niyet. İyi niyet, çabadan daha önemli
bence. Biraz kendinle mücadele...

Bir sanat eserini, televizyon işini, yani genel itibarıyla kreatif bir
neticeyi obsesif bir şekilde, sürekli eleştiren birini görürsen, orada
eleştirip durduğu şeye içten içe çok öykünen birini bulursun abi. Canı
yürekten dertlenen adam izlediği bir şey hakkındaki eleştirisini yapar,
dalgasını geçer ve bir süre sonra unutur onu. Ama sen ayda bir düzenli
olarak o şeyi saldırıyorsan, kendini ele veriyorsun. Bu zehirli bir
hırs işte.

Benim tavsiyem nedir? Yapacaklar abi, sürekli yapacaklar. İyi veya kötü
ama yapacaklar. Karşılarında benim gibi iyi niyetli adamlar da
bulacaklar. Yeter ki yapsınlar.

Televizyon sektöründe çok mu iyi niyetli insanlar var peki?

Kapitalist sistemde çok bulamayız bunlardan. Bu sistem amatörlüğü
sevmez, profesyonelliği gerektirir. Nasıl daha kesin olursun, hızlı
olursun, acımasız olursun, onu öğrenirsin. Ama ne mutlu ki sanatı
sanatçılarla yaparsın ve sanatçılar iyi insanlardır.

Daha ne kadar devam eder televizyon maceran?

Hiç tahmin edemiyorum abi.

1 yıl sonra ne yapabileceğini düşünebiliyor musun?

Hiç düşünemiyorum. Çok gün****k planlarım var. Mesela, bu yaz okulu
bitireceğim diyorum. Bu plansa eğer, bu kadar kısa dönemlik şeylerden
oluşuyor planlarım. Şahan şöyle demiş geçenlerde; "Okulda okurken, şu
kadar sene sonra mezun olacağım, sonra az ünlü olacağım, bir süre sonra
daha ünlü olacağım ve sonra kopup gideceğim…" ve bu planına sadık
kalmış. Bu korkunç bir şey. Tabii, bu 'bence' korkunç bir şey. Ben
böyle yaşayamam işte. Benim için bu iyi bir hayat değil.

O planlar kötü bir hırs mı getirir insana?

Şahan özelinde söylemiyorum.

Hayır hayır…

Hiç kötü bir hırs getirmeyebilir. Ama kötü hırsları olan adamlar
genellikle böyle planlarla yaşarlar. Siyaseten doğru olmaya
çalışmıyorum. Hakikaten böyledir. Çünkü öyle olup da çok iyi niyetli,
sade insanlar da vardır mutlaka.

Hayranlık beslediğin insanlar oldu mu hayatında?

Hmm. Eğer mesleki anlamda soruyorsan zaten hayranlık beslediğim
insanlarla çalışıyorum. Ama insan olarak da çok sayıda vardır. Çünkü
ben genelde tanıştığım herkese hayranlık besliyorum.

Gülben ve Ergenleri = Aziz ve Kedileri

Neden?

Çünkü bu da, kendini bulunduğun yerin en önemsiz insanı olarak
düşünmenin bir sonucudur. Eğer en iyisinin kendin olduğunu düşünürsen
kimseyi beğenmezsin. Gülben Ergen'i seviyorum mesela, bana çok müzikli
bir şekilde "Aziiizz" der Erdil Yaşaroğlu'nu da severim aynı zamanda.
Ferhat Güzel'le örneğin, çok seviyeli bir arkadaşlığım var. Sevgi için
hayran olmak gerekmiyor. Gülben Ergen'in şarkıcı olarak hayranı değilim.

Benim hayatımın en güzel iki saatlerinden biri neydi biliyor musun?

3 metrekarede 3 + 1 sayko****k muhabbet

Nedir?

Yanlış hatırlamıyorsam bir Televizyon Makinası yayınından sonra, saat
05. Üç metrekare minicik bir oda, içerisi sigara dumanından görünmüyor;
ben, Okan Bayülgen, Erol Günaydın, Metin Akpınar… Ortada da bir şişe
viski. İki saat kapsül gibi odanın içinde o kadar güzel bir sohbet
döndü ki… Bir adamın, bir ömür boyunca yaşayacağı en güzel sohbetlerin
yoğunlaşmış bir halini yaşadım. Bir şişe viski azalıyor giderek, bir
yanda Metin Akpınar, bir yanda Erol Günaydın, bir yanda Okan Bayülgen…
Çok güzel üç tane ses, çok acayip şeyler anlatıyorlar. Metin Akpınar
gençliğindeki bir hikayeyi anlatıyor, Erol Günaydın ve Okan Bayülgen
başka bir anısını. Müthiş bir an yaşıyorsun. Ben, şimdi böyle insanlara
nasıl hayranlık beslemem? Kendini çok fazla ciddiye almadığın her ortam
senin için çok eğlenceli.

Şu an tam olarak ne yapıyorsun Disko Kralı'nda?

Ben, Disko Kralı'nın yazılı metinlerinden sorumlu ismiyim. Daha genel
anlamıyla Makina Medya Yapım Evi'nin. Bu bir televizyon kanalına
gidecek program formatının yazıya dökülmesinden tut, ünlü bir şahsiyete
Okan Bayülgen'in yazacağı bir mektubun kağıda dökülmesine kadar,
programların sorularının yazılmasından daha bilmem nereye kadar giden
birçok yazılı şey son kertede benim sorumluluğumda. Herkes birlikte
üretir, ben final halini veririm. Bazılarını sadece ben üretirim, yine
ben final halini veririm. Benim esas işim bu; ama söylediğim gibi
kimsenin tek bir işi yok. Örneğin toplantılara bazen ben giderim, bazı
işleri Özgür kovalar, o olmazsa ben takip ederim, bir başkası eder.
Böyle imece usulü bir şey var bizde. Bir sürü şey yapıyoruz yani
hepimiz.

Hangi takımı tutuyorsun abi?

Abi, liseye gelene kadar mahallede çok fazla futbol oynayan, futbolla
çok alakalı bir adamdım. Beşiktaşlıydım ve hala da Beşiktaşlıyım; ama
liseden sonra bıçak gibi kesildi, hiçbir şey bilmiyorum şimdi Beşiktaş
ile ilgili. Ama soran olursa Beşiktaşlıyım diyorum.

Müzikle ilgin nedir şu an?

Müzikle ilgili çok yaralıyım, bedbahtım abi ben. 10 – 12 yıl davul
çaldım Ankara'da farklı gruplarda. Şimdi onu yapamıyorum ve adeta
müzikten tiksindim. Bir şey dinlediğim zaman ağlayasım geliyor 'Keşke
bir grubum olsaydı, çalsaydık' diye…

Aziz Kedi'nin özel hayatı

Bu yoğunlukta gazeteleri takip edebiliyor musun?

Kız arkadaşım Hürriyet Kelebek'te köşe yazarı, Melike Karakartal. O
mesela dergici olduğu için gazeteye geçmeden önce de düzenli gazete
okuyordu. Düzenli gazete alıp okuma alışkanlığım yokken onun sayesinde
ben de yancılığa başladım. Fakat mutlaka okuduğum belli isimler var ki
onları da internetten her gün takip ediyorum.

Kimler bunlar?

Yıldırım Türker,Engin Ardıç, ne bileyim Nişanyan'ı da düzenli olarak
okuyorum, Oray'ı da, Abdurrahman Dilipak'ı da... Ayrıca medya
sektöründeki herkesin dikkatle izlediği birçok yazarı ben de
kaçırmıyorum; Hıncal Uluç, Yılmaz Özdil, Ertuğrul Özkök, Yüksel Aytuğ,
Ayşe Özyılmazel vs vs. Ne dediklerini merak etmek şart değil,
profesyonel bir zaruret de söz konusu. Yani akla bir çırpıda
gelebilecek herkesi okuyorum. Medyatava gibi medya sitelerini çok sık
takip ederim bunun yanında.

Takip ettiğin herhangi bir dergi var mı?

Dergileri hayatımın hiçbir döneminde takip etmedim. Düzenli olarak Uykusuz Ve Penguen alıyorum. Tempo takip ediyorum.

Tempo'da nasıl yazmaya başladın?

Abi işte Çınar'da anlatmış sana, ben de kısaca geçeyim şöyle. Bir gün
işte telefon edildi 'Hadi bir oturalım bakalım, n'olacak' gibi. Aylık
dergiye dönüyorlardı, henüz başlamamışlardı. Kafalarındaki projeyi
anlattılar şöyle şöyle diye. Ben de "Tabii, deneyelim" dedim. Orada
yaptığım iş tam anlamıyla mizah da sayılamaz, tam anlamıyla ciddi bir
iş de sayılamaz. İkisinin arasında bir şey. Hiçbir yerde
kullanamadığım, televizyonda anlatılamayacak işleri orada kullanıyorum.
Oradaki insanlar da gerçekten çok iyi, tatlı insanlar. Çınar, Ayşegül
Hanım, Neval Hanım vs.

Çınar abi de epey seviyor seni…

Ben de onu çok seviyorum. Çok tatlı bir adam. Çok genç bir adam. O
adam, tıpkı babası gibi 80 yaşında da çok genç olacak bir adam.
Dolayısıyla çok mutluyum yani.

Ekşi Sözlük'te hangi yazarları takip ediyor?

Ekşi Sözlük'te takip ettiğin yazarlar kimler abi?

Benim sözlükle olan ilişkim en başından beri hayli tuhaftır. Benim
takip ettiğim yazar diye bir şey yok. İspiyon, gammazlık gibi işlere de
hiç girmemişimdir. Kötü oy, iyi oy falan. Hala çok ilkel ve acemiyim o
konuda. O işin içine bir türlü giremedim. Beğenmediğimi okumuyorum,
geçiyorum. Beğendiğime çok gülüyorum. Gülmekten kastım ahı ahı diye
kahkaha atmak değil her zaman tabii. İyi yazı insanın içini güldürür ya
hani, öyle yani. Benim sözlükte en beğendiğim yazar, Immanuel
Tolstoyevski. En güldüğüm adam, Gerrain.Bunun sebebi; şahane
yazmasından öte, yazdığı şeyleri nasıl yaşadığına şahit olmamdır. O an
gözümün önüne geliyor ve iki kat daha fazla gülüyorum. Otisabi'yi çok
severim, büyük bir yazardır.

Hararetli tartışmalarda hiç adını sanını duymadığım biri tek satırlık
müthiş bir yorum yapıyor, aralıksız 10 dakika gülüyorum onlara. Ama
tabii iyi bir yazar olduğunu düşündüğüm çok fazla adam var. Şimdi
birinin ismini verip öbürünü ayırt etmem olmaz. Çok iyi yazarlar var.

Sen yazmaya pek fırsat bulamıyorsun artık değil mi?

Ben sözlüğe zaten yoğun olarak 2001'den 2003'e kadar yazdım. O günden
sonra zaten hiçbir zaman yoğun yazmadım. Hele profesyonel olarak
yazarlıktan para kazanmaya başlayınca bütün malzemeni işine vermek
zorunda oluyorsun. O yüzden, sözlükte yazarak eğlenecek enerjim
kalmıyor zaten. Ama her gün düzenli olarak açıktır her sözlük yazarı
gibi.

Programda asık suratlı bir kediyi oynuyor!

Program esnasında yavşayan kızlar oluyor mu?

Oluyor. Bana has bir şey değil bu. Televizyonda popüler bir programda
çalışan herkese olur bu, sana da oluyordur. Ama ben o konuda kimi
prensipleri olan bir adamım. Oraya çok küçük adamlar geliyor abi bir
kere. 19 – 20 yaşlarındalar bunlar. Ve seyirciye karşı bire bir
ilişkiye girmediğim sürece çok asık suratlı görünüyorum, öyle olmasını
tercih ediyorum. Gelip benle o anlamda iletişim kurmaları ahlaklı bir
şey değil. Orası bir iş yeri. Orası Makina personeliyle genç kızların
kaynaşma alanı değil. Çok ciddi, hata kaldırmayan bir iş yapılıyor
orada.

Gerçek mizahçılar kimler?

Hep komiklik içeren işler yapmaktan muzdarip misin?

Nasıl oldu bilmiyorum ama profesyonel olduğumdan beri sürekli komiklik
ve mizah yazmak zorunda kaldım. Aslında çok ciddi şeyler anlatmak
istiyorum. Galaksinin sırlarından falan bahsetmiyorum. Babalık ve
oğullukla ilgili konuşmak istiyorum, kadın ve erkekle ilgili konuşmak
istiyorum, ihanet ve arkadaşlıkla ilgili konuşmak istiyorum falan.
Fakat tam tersi oldu ve giderek Vedat Özdemiroğlu ile aynı kategoriye
gelmeye başladım.Gerçek mizahçı O'dur işte. Gerçek mizahçı Tuncay
Akgün'dür, Behiç Pek'tir, Uğur Gürsoy ve Yiğit Özgür'dür,Ahmet
Yılmaz'dır, Atilla Atalay'dır. Gerçek mizahçı dediğin bunlardır. Ben
hasbelkader öyle bir noktadayım. Gelecekle ilgili planım; süratle o
noktadan kaçmak, işi gerçekten mizahçılara bırakmak ve oturup Balzac
gibi ciddi ciddi kitap yazmak hayatımın sonuna kadar.

'10 sene sonra çok iyi bir yazarım'

Kafaya koydun…

Yazacağım, başka yolum yok. 10 sene sonra kendini nasıl görüyorsun
diyorsun ya, ben sana söyleyeyim; 10 sene sonra çok iyi bir yazarım
ben… Çünkü çok iyi bir yazar olmayı falan hiç istemiyorum. Sadece
yazmak için sabırsızlanıyorum. Yüzlerce sayfa notum var, onlar üstünde
jimnastik yapıyorum. Çok istiyorum yazmak ve çok istediğim için de iyi
yazacağım. O yüzden iyi bir yazar olacağım. "Ulan 10 sene sonra Orhan
Pamuk gibi karizmatik bir yazar olsam" demiyorum. Beni okuyan adamlar
beni iyi bir yazar yapacak. Kolu yamalı kadife bir ceket giymek iyi bir
yazar yapmıyor kimseyi! Yazacağım, iyi bir yazar olacağım ve umarım
Türkiye'nin ekonomik şartları biraz daha düzelir. Belki orta vadede
veya uzak bir gelecekte bir şirket kurmayı düşünüyorum. Çünkü,
yetenekli adamları daha hızlı toplamak için iyi bir yoldur bu. Milyon
dolarlar kazanmayı hedefleyen bir şirket değil bu.

'Recep İvedik gişesi yapmayacağız; çünkü…'

Okan Bayülgen'in başrolde yer alacağı, Alper Mestçi'nin elinden çıkacak
olan bir komedi filmi var. Alper abi yine ilk olarak kendisiyle
yaptığım bir röportajda duyurdu bunu. Neler biliyorsun film hakkında?

Çok güzel bir iş o. Sevdiğim kaç tane televizyoncu var ki? İkisiyle
halihazırda çalışıyorum. Müthiş bir şans bu. Okan Bayülgen ve Alper
Mestçi… Alper abi çok gıpta ettiğim, yaratıcılığını imrenerek izlediğim
bir adamdır. Sen de biliyorsun, bir o kadar da kibar ve dünya tatlısı
biridir. Bu senaryo da onun projesi. Okan abi de başrol oynamayı kabul
etti. Türkiye'de dönen küstahlıkla çok güzel alay eden bir komedi filmi
olacak. Televizyonla ilgili, onu da söyleyeyim. Alper abinin elinden
kötü bir iş çıkmaz. Okan abiyi oynatıyorsa hiç mi hiç kötü olmaz. Onun
için Recep İvedik gişesi falan yapacağını hiç sanmıyorum; çünkü öyle
bir iş değil. Ama aklı çalışan, azıcık hassasiyet taşıyan herkesin çok
seveceği bir film olacak.



Sen bu işin neresindesin?

Ben, senaryonun yazımında Enes ile birlikte Alper abiye yardım
ediyorum. Örneğin bir konu başlığı var, altının doldurulması gerekiyor;
onları beyin fırtınası şeklinde çok eğlenerek gerçekleştiriyoruz. Yoksa
ben oturup da tıkır tıkır bir senaryo yazımında yokum.

Tatilde olmak güzel…

Yeni televizyon projeleriniz var mı?

Çok var ama televizyon projeleri pat diye olmuyor. Tezgahımızda bir
sürü projemiz var. Proje sadece masa başında üretilen bir şey değil.
Bunun sunucusu bulunacak, prodüksiyonu yapılacak, pilot bölümü
çekilecek, kanalla anlaşılacak vs. Bu sene şimdilik 'Tatilde olmak
güzel' diye bir program yapmayı planlıyoruz. Daha önceden Özgür ve
Rüya'yla 'Evde olmak güzel' adı altında yapmıştık. Öyle bir niyetimiz
var.

Şu çizgi roman işine gelelim mi?

Çok iyi bir çizer olan Kerem Beyit ile böyle bir projemiz var. Kendisi
dünyanın en iyi ilk on grafik artisti içinde bana sorarsan. Kendisinin
bile haberi yok ama, gelecek ay Tempo'ya haber yapacağım onu bu arada.
Neyse, epik bir hikaye yazdık, uzun oldukça. Onu hayata geçirebilmemiz
için biraz finansman lazım. Onu hallettiğimiz vakit yapacağız. Her şeyi
bırakıp onunla yoğunlaşmayı çok isterdim mesela.

Tuvalette kitap fantezisi

Kitap okumaya zaman ayırıyorsun herhalde.

Tabii. Kitap okumaya başladığımdan bu yana hiç tek kitap okumadım. Hep
birkaç kitap birden okudum. Mesela şu anda tuvalet kitabım, yatak
kitabım, koltuk kitabım gibi çeşitli yer kitaplarım var. Bu sistem çok
iyi abi. Çünkü her gün tuvalete gidiyorsun, yatıyorsun ve oturuyorsun.

Tek mi yaşıyorsun evde?

Aslında kız arkadaşımla birlikte yaşıyorum ama onun kendi evi de var,
oraya da gidebiliyor. Ama çoğunlukla, haftanın altı günü kız
arkadaşımla birlikteyim.

Spora da başlamışsın…

Evet. İki üç aydır spor salonuna gidiyorum. Yeme içme alışkanlıklarımı falan da değiştirdim. 30 sene bizon gibi yaşadım çünkü…

Evlilik düşünüyor musun ileride?

Vallahi ben bu yaşımda "Şunu düşünüyorum" gibi şeylerin çok tehlikeli
olduğunu öğrendim. Her şeye açığım abi hayatta. **üme de açığım,
evliliğe de açığım, çocuk yapmaya da açığım, mahvolmaya da açığım.
Hepsi hay hay yani… Çok plan program, inanılmaz taktikler falan
geliştirmeye gerek yok. Ben bugüne kadar hayatın önüme koyduklarıyla
çok mutluyum ve bundan sonra da öyle olacaktır.

(Starahmet_1905)

Mülakat Örneği

Sinan KARADUMAN - Mesleği: Avukat – Yaş 35 – 8 yıldır çalışıyor. – Trabzonlu

1-Matematik öğrenmenin gerekliliğine inanıyor musunuz?
Evet; insan zekâsını geliştirme ve pratik hayatımızda çok kullandığımız
için önemlidir. Bütün pozitif bilimlerin anası olduğu için kimyada,
fizikte, biyolojide çok yönlü olarak kullanılmaktadır.
2-İşinizle matematiğin ilişkisi var mı?
Muhakeme yeterliliği için matematiğin ağırlığı gerekir. Çünkü hukuk
alanında muhakeme matematikte ki problem çözücülüğü olduğu için büyük
önem arz etmektedir. Bunun gibi icraların alacaklarında
hesaplanmaktadır. Bizim avukatlık ücretimizin hesaplanmasında da
yüz****k dilimleri kullanırız.
3-Günlük yaşantınızda matematiği nasıl kullanıyorsunuz?
Bankaya yatırdığım paranın faiz getirisinde ay sonunu nasıl
getireceğime, alış verişlerimde yani hayatımın devam ettirebilmek için
gereklidir.
4-Toplumda Matematik neden ön planda tutuluyor?
Hayatın gereği ve ihtiyacı olduğu için ön plandadır. Sanayileşmemiş
toplum olduğumuz için genelde pozitif bilimleri kullanıyoruz. Önceden
avukatlığa sosyal bilimlerden öğrenci alınırken şuan da eşit ağırlık
bölümünden öğrenci alınmaktadır çünkü bunun nedeni matematiğin hukuk
alanında yani problem çözme aşaması yoğun olduğu içim matematik eğitimi
almış sosyal insanları ön planda tutulmaya başlandı.

4.2. Mülakatların Analizi

Din kültürü öğretmeni: Matematiğe genel olarak felsefi açıdan bakıyor;
‘Olaylara ve sorunlara farklı bakmayı mantıklı düşünme alışkanlığı
kazandırıyor.Vaatlerle dolu bir dünyada vaatlerin gerçekliğini
sorgulayıcı bir zihin yapısına sahip kılıyor insanı.Sonuna kadar
matematikçiyiz.’ Matematiğin her şekilde yaşanılan dünyanın her
alanında en çokta insanlığın içinde gelişip insanı etkilediği
görüşünde. Matematiğin sorgulayıcı yönüne dikkat çekerek, ön planda
tutulmasının nedeni olarak hayatımızı yönlendiren sınavların etken
olduğuna inanıyor.

Avukat: Muhakeme gücünü geliştirmek için hukuk alanında genelde
matematik problemleri çözüldüğüne dikkat çekiyor. ‘Hukuk alanında
muhakeme matematikte ki problem çözücülüğü olduğu için büyük önem arz
etmektedir.’ . genel olarak ünlük hayatta banka ve alış veriş konusunda
kullanıldığını belirtip matematiğin ön planda tutulmasının en önemli
sebeplerinden biri olarak sınav sisteminin neden olduğunu savunuyor.
Türkçe Öğretmeni: Hayatta en gerçek yol göstericinin bilim olduğunu,
matematiğin de bir bilim olduğundan gerekliliğini ortaya koyuyor.
Matematiğin düşünmeyi, olaylar arasında ilişki kurmayı geliştirmesi
yönünden kendi mesleği ile ilişkili olduğunu söylüyor. Paragraf
çalışmalarında, tıpkı matematik problemlerindeki gibi bilinenlerden
yararlanılarak bilinmeyenlere ulaşıldığını ortaya koyuyor. Matematik;
düşünmeyi, olaylar arasında ilişki kurmayı gerektirdiğinden, günlük
hayatta matematiği sorunlarını çözmek için kullandığını belirtiyor.
Toplumun her kesiminde matematiğin kullanıldığını ortaya koyuyor.
Örneğin; alış-veriş yaparken kullanıldığından toplumun matematiği
kullandığı, ön planda tuttuğunu söylüyor.
Sınıf Öğretmeni: İşinde, ders öğretimi haricinde ölçme ve değerlendirme
yaparken kullandığını söylüyor. Günlük yaşantısında ise normal hayatını
devam ettirmek için kullanıyor. Toplumda matematiğin ön planda
tutulmadığını belirtiyor. Çünkü; insanların daha çok hazırcı
olduklarını ve tüketime yönelik yaşadıklarını belirtiyor. Bilim
alanında geride kalmamızın nedenini buna bağlıyor. İnsanların farkında
olmadan matematiği kullandığını söylüyor.
Polis: Günlük yaşantısında matematiği kullandığını söylüyor. İnsanların
zekasını geliştirdiği için ve pratikleştirdiği için matematik
öğrenmenin gerekliliğine inanıyor. Ama temel olarak iyi bir eğitim
almadığını belirtip işinde matematiği bir takım hesaplamalarda
kullandığını söylüyor. Maddi sıkıntılardan dolayı matematiğe gereken
önemin verilmediğini, devlet tarafından eğitime gereken desteğin
verilmediğini ifade ediyor.
Ev Hanımı: Ev işlerinden daha çok para hesaplarında kullanıyor.
Matematik eğitiminin gerekliliğine inanıyor. Kimseye muhtaç olmadan
hayatını devam ettirmesini sağladığını ifade ediyor. Yapılan her işte
bir matematik yanının olduğunu ve ailesinin eğitimine önem vermediğini
söylüyor.
Laborant: Gelişen teknoloji ile beraber matematiği kendi işinde direkt
olarak kullanmadığını ama bu işleri bilgisayarın yaptığını söylüyor.
Günlük işlerinde matematiği kullanıyor, gün****k işleri haricinde
matematiği aktif bir şekilde kullanmadığını ifade ediyor. İyi bir
matematik eğitimi almış olsaydı, kariyerinin daha iyi olacağını
belirtiyor. Matematiğin hayata yön veren bir pencere olduğunu ve bunun
içinde matematiğin önemli olduğunu söylüyor.
Eczacı: Matematiği işinde aktif bir şekilde kullanıyor. İlaçların girdi
ve çıktılarının düzenlenmesinde ayrıca günlük hayatın bir çok alanında
matematiği kullandığını söylüyor.En basitinden öğün sayısı hesabında
bile. Matematik ile uğraşmanın insanı pratikleştirdiğini düşünüyor.
Toplumun matematiği aktif bir şekilde kullandığını ama farkında
olmadığını söylüyor. Teknolojinin temelinin matematiğe dayandığı için
matematiğin önemli olduğunu vurguluyor. Örnek : Bilgisayar sistemi.
Ev Sahibi: Matematik eğitiminin önemli olduğunu söylüyor. Herkesin her
alanda işinin gereği olarak kullandığını ifade ediyor. Bir balıkçının,
manavın, bakkalın vb. Eşinin dahi yediklerini hesapladığını belirtiyor.
Çocuklarının ticarette başarısız olmalarını ise hesaplamaları iyi
yapamamalarından kaynaklandığını belirtiyor. Başarılı olmanın yolunun
matematikten geçtiğini belirtiyor. İleri derecede bir matematik
bilgisinin insanları önemli konumlara getireceğini söylüyor.
İnşaat Mühendisi: İnsanların hayatlarını sürdürebilmesi, kendilerini
daha iyi ifade edebilmesi için matematiği öğrenmek zorunda olduklarını
söylüyor. İnşaat mühendisliğinin temelinin matematik üzerine
kurulduğunu belirtiyor. Örneğin; şantiyede viyadüklerin kolonlarına
kullanılacak olan beton miktarlarını belirlemek için silindirin
hacminden yaralandıklarını, yolun eğiminden kaynaklanan duvar
yüksekliklerinin değişimini hesaplamak için yamuğun alanından
yararlandıklarını belirtiyor. Günlük yaşantıda, yaşadığımız olayların
nedenlerinden sonuçlarına gitmede, hayatı kolaylaştırma ve düzene
sokmada matematikten yaralanıldığını söylüyor. Sınavlarda matematik
dersinin öneme sahip olduğunu, matematiğin; en önemli bilim olduğunu,
bu yüzden toplumda ön planda tutulduğunu söylüyor.
Bankacı: Doğru düşünmek, doğru yorum yapmak ve doğru karar vermek için
matematiğin gerekliliğine inandığını söylüyor.Bankada para sayarken,
para üstü verirken, kasa hesabı yaparken matematiksel işlemlerden
yararlandığını söylüyor. Günlük hayatta matematiğin her an karşımıza
çıktığını; genelde matematiği, gişe işlemlerinde alacak verecek
hesabında kullandığını belirtiyor. Toplumda küçük-büyük, genç-yaşlı,
bilgili-cahil ayrımı yapmadan herkesin matematiği kullandığını söylüyor.
Doktor: Matematik öğrenmenin gerekliliğine inanıyor ve bugünkü konumunu
matematik sayesinde elde ettiğini söylüyor. ‘Matematik hayatımızın
altın anahtarlarından biridir.’ diyerek insanlar için olan önemine
değinmekte. Ayrıca matematiğin öneminin ileride daha da artacağına
inanmaktadır. Belki de en çok sağlık alanı ile matematiğin ilişkili
olduğunu ifade etmekte ve insan vücudunun matematik dengeler üzerine
inşa edildiğini söylemektedir.Günlük yaşamında alışverişte, bütçe
ayarlamasında ve yaş hesabı gibi işlemlerde de matematikten
yararlanmakta olduğunu söylüyor.
Öğrenci: Matematik eğitimin gerekliliğine inanmayıp alanlara göre
ağırlık verilmesi gerektiğini belirtiyor. Günlük hayat için ‘Günlük
yaşamda para sayarken falan kullanıyoruz zaten onu da yapmak için
üniversite mezunu olmak gerekmiyor bildiğim yetiyor bana.’ diyerek
dersleri dışında çok bir matematik eğitimin gerekmediğini düşünmekte.
Defterdarlıkta Muhasebe yardımcısı:Gelecek için matematiğin öneminden
bahsediyor, ‘Hayatımızdaki sorunların matematik problemleriyle bir
farkı yok ki.’ Matematiğin tüm varlığıyla hayata yerleştiğinin
mesleğinin verdiği tecrübeyle farkında olup işiyle ilgili kurumlar
arası ödemelerde matematiği bol miktarda kullandığını belirtiyor.
Matematiğin günlük hayatta kullanımının okullarda öğretilenden farklı
olduğunu vurgulayıp ‘Normal hayatımızda sadece dört işlem bilmek değil
matematik profesörü olmak gerekir.’ görüşünü savunarak matematikten
hiçbir zaman vazgeçilemeyeceğini çünkü hayatın gerekli ve zorunlu bir
parçası olduğunu düşünmektedir.

----------------------------------------------------

1. başka bir firma için daha ideal olduğunuzu düşünmüyor musunuz?

oldukça klasik bir soru; mülakatçının hedefi, sahip olduğunuza
inandığınız profesyonel niteliklerin farkında olup olmadığınız ve bu
niteliklerin başvurduğunuz firmanın, firma kültürüne uyup uymadığının
tespitidir. vereceğiniz cevap, profesyonel niteliklerinizi ne kadar
tanıdığınızın ve başvuru yaptığınız firma ve pozisyon ile ilgili
sağlıklı bilgi toplayıp toplamadığınızın ölçülmesini sağlayacaktır.

2. bu görüşmenin olumsuz veya olumlu olup olmadığını belirtiniz?

özellikle mülakatın sonunda sorulan bir soru tipidir. daha çok
mülakatların olumsuz olarak yönlendiği ve mülakatçının başvurduğunuz
pozisyona ideal olmadığınızı düşündüğü anlarda sorduğu bir soru
tipidir. şayet başvurduğunuz pozisyonu gerçekten diliyorsanız, kötü
giden iş mülakatını kendi lehinize çevirmeniz için en önemli an
karşınızdadır. bu aşamada, mülakatçının sizden almayı arzuladığı tüm
bilgileri alıp almadığını tespit etmeye çalışın. daha fazla bilgi
arzuluyorsa ve sizle ilgili tatmin olmadığı hususlar varsa bunları
muhakkak belirtmesini isteyin. verilen yanıtlarda bir yanlış anlaşılma
söz konusu ise soruyu tekrar cevaplayın ve hiçbir noktanın karanlıkta
kalmadığına emin olun. böyle bir soruya verilecek en kötü cevap ise,
mülakat her iki taraf açısından olumsuz gidiyor olsa bile, sizin
açınızdan olabildiğince pozitif olduğunu belirtmek olacaktır. mülakatçı
objektif bir değerlendirme yapamadığınız kanaatine varacaktır.

3. ne kadar süredir iş arıyorsunuz, neden bulamadınız?

hazırlıklı değilseniz, üzerinizde stres yaratacak bir soru tipidir.
şayet işten ayrıldığınız ve işsiz kaldığınız müddet olabildiğince
uzunsa, birtakım gerçekçi açıklamalar getirmek zorundasınız.
vereceğiniz klasik yanıtların mülakatçının hususu daha da
derinleştirmesine neden olacağını ve üzerinizde fazladan stres
yaratacağını unutmayın. en ideal cevap örnekleri:
en ideal işi bulmak için iş arama süremi uzattım.
iş teklifleri almama karşın tam anlamı ile niteliklerime ideal bir pozisyon bulamadım.
birtakım kişisel sorunlarım yüzünden iş arama sürecini etkin olarak değerlendiremedim.
lisansüstü öğrenimime devam etmeye karar verdim.
iş arama sürecinde bazı firmalara danışmanlık yaptığım ve danışmanlık
müddeti tahminimden fazla uzadığı için iyi bir iş bulamadım.
kariyerimde tamamen bir değişiklik yapmak istiyordum ve deneyimsiz olduğum bir konuda iş aradım.
iş aramıyordum, siz beni aradınız(personel danışmanlığı firmalarına verilecek bir cevap örneği).
doğal olarak bu stil cevap örnekleri kolaylıkla çoğaltılabilir. ama en
uygunu, yanıtın mantıklı olması ve sizi ilerde zor duruma düşürecek
türden olmaması gerekliliğidir.

4. firmamıza gerçek anlamda bir katkı sağlamanız ne kadar müddet alacak?

oldukça uzun bir vakit dilimi belirtirseniz, mülakatçının kafasında
soru sinyali oluşacaktır. buna rağmen verilecek, bir kaç gün veya bir
kaç hafta yanıtı doğal olarak ciddiyetten uzak olacaktır. kendi
niteliklerinizin bilincinde olarak mantıklı bir vakit dilimi
oluşturabilirsiniz. herhalde, yeni işinizde sağlayacağınız katkının
altı aydan uzun bir vakit dilimini kapsamamasını belirtmeniz yeterli
olacaktır.

5. firmamızın başarısına nasıl katkı sağlayacaksınız?

yukarıda belirtilen soruyu derhal takip edebilecek bir soru tipidir.
vereceğiniz cevap daha önce belirtiğiniz vakit dahilinde nasıl bir
performans prosedürü izleyeceğiniz konusunda karşı tarafa bilgi
aktaracaktır. hayalcilikten uzak durun; gerçekçi ve ikna edici yanıtlar
verin. "firmanızın cirosunu iki katına çıkaracağım" gibi gerçekçilikten
uzak yanıtlar hakkınızda işe bakış açınız ve ciddiyetiniz hakkında
olarak mülakatçı yönünden soru işaretleri oluşmasına sebep olur.

6. firmamızda ne kadar çalışmayı düşünüyorsunuz?

belki de en çok stres yaratacak soru örneği. dikkat edilmesi gereken
nokta bu soruya gelişi güzel bir doğru veya yanlış yanıtın
verilemeyeceğidir. siz mülakatı yapan kişinin yerinde olsaydınız ne
duymak isterdiniz? şayet, etkin, yenilikçi ve rekabete olabildiğince
açık bir firmaya başvuruyorsanız ve cevabınız; " emekli olana kadar
firmanıza hizmet vermek istiyorum" türü bir yaklaşım size puan
kaybettirecektir. bu stil bir ortam için verilecek en hoş cevap; "çok
sık iş değiştiren bir kişi değilim, ama çalıştığım firmada ilerleme
olanakları kısıtlıysa ve önüm gerçekten kapalı ise hemen yeni iş
olanakları araştırırım". daha statik ve kamu gibi çalışan büyük
organizasyonlara başvuruyorsanız vereceğiniz cevap; " şayet firmam
performansımdan memnun olursa; emekli olana kadar kalmayı düşünürüm"
yanıtı olabildiğince ideal olacaktır.

7. şayet şu anda bu mülakatı siz yapıyor olsaydınız ne sorardınız?

cevap verirken yaratıcı olmaya itina gösterin. en ideal cevap
profesyonel kariyere yönelik sorular soracağınızı söylemek olurdu.
örneğin, "yarın itibariyle şirketimizin bir elemanı olsaydınız, ne tip
bir vakit diliminde bir üst pozisyona geçmeyi hedeflerdiniz?" bu stil
soruları tahmin etmeye çalışmanız sizde gerçekten stres yaratabilir.
baş etmenin yolu olabildiğince sık rastlanan bu tür bir soruya
hazırlıklı olmaktır.

8. firmamız ile ilgili ne biliyorsunuz?

şayet mülakat öncesi gelişi güzel bir hazırlığınız yoksa ve
başvurduğunuz firma ile ilgili yeterli bilgi toplamadıysanız, bu soruya
cevap verebilmek sizin için olabildiğince stresli olacaktır. en doğru
hareket firma ile ilgili önceden ayrıntılı bilgi toplamaktır.

9. bu yaşta daha fazla para kazanmanız gerektiğini düşünmüyor musunuz?

eğer elinize geçen ücret, piyasa değerlerinin gerçekten altında
seyrediyorsa, bu stil bir stres sorusu ile karşılaşmanız kesindir.
tıpkı sektörde faaliyet belirten meslektaşlarınızdan daha düşük ücret
almanız, mülakatçı için mutlaka araştırılması gereken bir olgu olarak
betimlenir. düşük ücret almanızın nedeni performansınızın yetersiz
olmasından kaynaklanabilir. mülakatçı bu soruyu derinlemesine
irdeleyecek ve maaş yapınızdaki düşüklüğün sizden mi yoksa firmanın
maaş skalalarından mı kaynaklandığını belirlemek isteyecektir. vermeniz
gereken mümkün cevap: "kariyerime başlarken ücretten ziyade diğer
etkenlerin daha önemli olduğunu düşünüyordum, ama burada bulunmamın
asıl nedeni esasında hak ettiğim seviyede ücret almamın da önemli bir
faktör olarak karşıma çıkmasıdır".

10. bu pozisyon için niteliklerinizin fazla / az olduğunu düşünüyorum.

bu tip bir stres sorusu ile mülakatın sonunda karşılaşabilirsiniz.
mülakatçı sizin hakkınızda vereceği karar konusunda size son bir şans
vermek istemektedir. yani bu pozisyon için nitelikleriniz fazla veya az
olduğunu düşünerek, kendinizi daha iyi tanıtmanızı ve başvurduğunuz
pozisyona ideal olduğunuz konusunda kendisini ikna etmenizi
beklemektedir.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Mülakat Konusu
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
www.forumyok.forumm.biz :: ÖĞRENCİ ÖZEL :: Dil ve Anlatım :: Ders Notları - Konu Testleri-
Buraya geçin: