www.forumyok.forumm.biz
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.



 
AnasayfaAnasayfa  Latest imagesLatest images  Kayıt OlKayıt Ol  Giriş yapGiriş yap  

 

 11.Sınıf Ders Konuları

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
GeCe YaRıSı
Çaylak
Çaylak
GeCe YaRıSı


Kadın
Mesaj Sayısı : 1200
Yaş : 105
Kayıt tarihi : 29/07/09

11.Sınıf Ders Konuları Empty
MesajKonu: 11.Sınıf Ders Konuları   11.Sınıf Ders Konuları Icon_minitimePaz Ara. 13, 2009 10:43 pm

ÖĞRETİCİ METİNLER


MEKTUP

Uzakta bulunan herhangi dosta, arkadaşa gönderilen ya da kamu
kuruluşları arasında haberleşmeyi sağlayan bir yazı türüdür.
Mektuplarda dilek ve arzu bildiren duygu ve düşüncelere yer verilir.

Mektupta kullanılacak anlatım, bunu okuyacak kişinin kültür düzeyine
göre ayarlanır. Arkadaşa yazılacak bir mektupta kullanılacak dil,
büyüğe yazılacak mektuptaki dilden elbette farklı olmalıdır. (E.
KANTEMİR, Yazılı ve Sözlü Anlatım, s. 255)

Edebiyatımızda mektup türü, Tanzimat Edebiyatı döneminde gelişmeye
başlar. Özellikle Abdülhak Hamit TARHAN ile Namık Kemal'in birbirlerine
yazdıkları mektuplar, bu gelişmenin önemli ve tipik örnekleridir.
Bilim, edebiyat ve siyaset adamlarının mektupları, ayrıca çağının
özelliklerini yansıttığı için, birer "belge" niteliği de taşırlar. (H.
F. GÖZLER, Örnekleriyle Türkçe ve Edebiyat Bilgileri, s. 513)

Mektuplar, dört grupta sınıflanmaktadır:

(1) Özel Mektuplar

(2) Edebî Mektuplar

(3) Resmî ve İş Mektupları

(4) Açık Mektuplar


1) Özel Mektuplar

Akraba ve dost gibi yakın çevredeki insanlara yazılan mektup çeşididir.
Bu tür mektuplarda doğal ve samimi anlatım ön plândadır. Sanatçı ve
edebiyatçıların, daha çok genel konular üzerinde yazdıkları özel
mektuplara "edebî mektup" da denmektedir.

Özel mektupları yazarken dikkat edilecek özellikler şunlardır:

(a) Mektup yazılacak kâğıt, şekil yönünden düzenli ve temiz olmalıdır.

(b) Mektup, mürekkepli ya da tükenmez siyah renkli kalemle yazılmalıdır.

(c) Mektubun sağ üst köşesine "tarih", yanına da yazıldığı "yerin adı" konmalıdır.

(d) Mektubu göndereceğimiz kişinin genel özelliklerine göre (yaşı,
kültür düzeyi, yakınlık derecesi vb.) "hitap cümlesi" bulunmalıdır.

(e) Mektubun sağ alt köşesine "ad-soyad" yazılmalı ve "imza" atılmalıdır.

(f) Mektubun sol alt köşesine "adres" yazılmalıdır.

2) Edebî Mektuplar:

Edebî mektuplar; yazarları, içerikleri ve ifade şekilleri ile özel
mektuplar içinde ayrı yer tutar ve ayrı şekilde ele alınırlar. Edebî
mektuplarda, mektubun yazıldığı dönemin edebiyat ve düşünce olayları
yer alır. Yazar, karşısındakine öğüt verir, yol gösterir. Eski
dönemlerde, bu tür kişisel edebî mektuplar, "Mektûbât = Mektuplar" adı
altında toplanır ve geniş kitlelerin de okuyabilmesi için yayımlanırdı.


Düşünce ve edebiyat alanındaki görüşleri sergilemeleri bakımından
mektupları yayımlanan yazar ve şairlerimizden bazıları şunlardır:

Ali Şir Nevaî (XV. yy.)
Kınalızade Ali (XVI. Yy.)
Veysî (XVII. yy.)
Ragıp Paşa (XVIII. yy.)
Namık Kemal (XIX.yy.)
Ahmet Hamdi Tanpınar (XX. yy.)

Ayrıca mektup tarzında eleştiri, seyahatname, roman, hikâye, şiir gibi
yazılı kompozisyon türlerinin (edebî türler) de yazıldığı görülmektedir.

3) Resmî ve İş Mektupları:

a) Resmî Mektuplar:


Resmî dairelerin ve tüzel kişilik taşıyan kuruluşların birbirlerine
yazdıkları resmî yazılarla; bunların, vatandaşların başvurularına
verdikleri yazılı cevaplara denir. İş mektuplarına benzerler.

Bu mektupların hitap başlığı, yazılan dairenin ya da tüzel kişilik
sahibi kuruluşun kanun ve tüzüklerdeki tam adıdır. Bu mektuplarda tarih
ile birlikte mektubun sıra numarası ve konusu belirtilir. Mektup, cevap
mahiyetinde ise "ilgi" hanesine cevabı olduğu mektubun sayı ve tarihi,
"konu" hanesine de kısaca amaç yazılır. Bu yapıldıktan sonra iki ya da
üç satır aralığı bırakılarak mektup yazılır.

Resmî mektuplarda açık, kesin, anlaşılır bir dil kullanılır. Mektubun
sonu, alt makama yazılıyorsa "... rica ederim.", üst makama yazılıyorsa
"... arz ederim." şeklinde biter. Mektup metninin sağ altında ise
mektubu yazanın makamı, adı ve soyadı ile imzası bulunur.

b) İş Mektupları:

Özel kişilerle iş kurumları ve iş kurumlarının kendi arasında, işle
ilgili olarak yazılan mektuplara denir. Bu mektuplarda konusu ne olursa
olsun bir iş ya da hizmet söz konusudur. Bu bir sipariş, satış,
şikâyet, borç alıp verme isteği, tavsiye ya da bilgi isteme olabilir.

İş mektuplarını, konularına göre altı başlık altında inceleyebiliriz:

-Sipariş mektupları
-Satış mektupları
-Şikâyet mektupları
-Alacak mektupları
-Tavsiye mektupları
-Başvuru mektupları vb.

İş mektuplarına, kendisine mektup yazılan kişi ya da kurumun ad ve
adresi ile başlanır. Kâğıdın sağ tarafına tarih yazılır. Adres ve
tarihten sonra uygun bir aralık bırakılır, paragraf yapılarak doğrudan
istek yazılır. Son bölüme saygı ifade eden bir söz eklenerek mektup
bitirilir. Mektup metninin sağ altında mektubu yazanın adı ve soyadı
ile imzası yer alır.

İş mektuplarında şekil birliğini sağlamak için, son zamanlarda satır
başı yapılmamakta, satır başları, satır aralıkları daha da açılarak
gösterilmektedir. Böylece yazı, sol ve sağ yanlardan bir blok hâlinde
ve aynı ölçüler içinde kalmaktadır.

Resmî ve iş mektuplarında dikkat edilecek özellikler şunlardır:

ı) Mektup yazılacak kâğıt şekil yönünden düzenli ve temiz olmalıdır.

ıı) Bu tür mektuplar, mümkünse daktilo ya da bilgisayarla yazılmalıdır.
Mümkün değilse, özel mektuplarda olduğu gibi siyah mürekkep ya da
tükenmez kalemle yazılmalıdır.

ııı) Resmî mektuplarda yazının çıktığı kurumun adı, kâğıdın üstüne ortalanarak büyük harflerle yazılmalıdır.

ıv) Kâğıdın sağ üst köşesine tarih yazılmalıdır.

v) Mektubun gideceği makamın adı ve yeri ise kağıdın orta üst yerine ortalanarak yazılmalıdır.

vı) Yazı metnine başlamadan hangi tarih ve sayılı yazının cevabı olduğu yazılmalıdır.

vıı) Mektubun giriş paragrafında sorun ya da konu kısaca
belirtilmelidir. Gelişme paragraflarında ise konu ve sorun açılmalıdır.
Sonuçta ise, arz / rica ifadelerine yer verilmelidir.

4) Açık Mektup:

Her hangi bir düşünceyi, görüşü açıklamak, bir tezi savunmak için bir
devlet yetkilisine ya da halka hitaben, bir kişi ya da kurum tarafından
yazılan, gazete, dergi aracılığı ile yayımlanan mektuplardır.

Açık mektuplarda sadece yazanı değil, geniş kitleleri ilgilendiren önemli konular ele alınır.

Açık mektubun türü; makale, fıkra, inceleme yazılarından birine uygun
olabilir. Açık mektup örneklerine zaman zaman gazete ve sanat
dergilerinde rastlanmaktadır.

b. DİLEKÇE

Dilekçeler bir iş mektubu olarak da kabul edilebilir. Bir dileği,
isteği, ihbar ve şikâyeti bildirmek üzere ya da her hangi bir konuda
soru sormak için resmî, özel kurum ve kuruluşlara, gerçek ya da tüzel
kişilere yazılan imzalı ve adresli bir çeşit iş mektubudur.

Dilekçeler genellikle çizgisiz ve beyaz dosya kâğıdına dolma kalemle ya
da daktilo / bilgisayarla yazılır. Kâğıdın üstünde üç, solunda üç,
sağında bir santimetre boşluk bırakılır. (S. SARICA - M. GÜNDÜZ, Güzel
Konuşma Yazma, s. 140)

Dilekçeler, ana hatlarıyla dört kısımdan ibarettir:

Hitap: Dilekçeye gönderilen makamın adı ve yeri yazılarak başlanır.
Hitaptaki kelimelerin tamamı ya da ilk harfleri büyük yazılır.

Dilekçe Metni: İş mektuplarında olduğu gibi dilekçelerde de anlatılmak
istenen ifadenin açık, anlaşılır, kesin, net ve öz olması gerekir.
Yanlış anlaşılmalara meydan verilmemelidir. İfadeler bitirildikten
sonra dilekçe, "... arz ederim" cümlesi ile bitirilmelidir.

Tarih ve İmza: İmzasız dilekçeler dikkate alınmadığı için dilekçe
metninin biraz altında kâğıdın sağ alt tarafında tarih ve imzanın
mutlaka bulunması gerekir. Tarih kısmı, kâğıdın sağ üst köşesinde de
bulunabilir.

Gönderenin Adresi: Adres; tarih ve imza kısmından biraz aşağıda kâğıdın
sol alt kısmına yazılmalıdır. Adresin ilk satırında ad ve soyad, ikinci
satırında cadde, sokak ve apartman numarası yer alır. Üçüncü satırda
ise ilçe ve ilin adı bulunur. Dilekçeye eklenmiş belge var ise adres
kısmının altına EK ya da EKLER başlığı açılır ve belgelerin adları
yazılır.


En son GeCe YaRıSı tarafından Paz Ara. 13, 2009 10:48 pm tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
GeCe YaRıSı
Çaylak
Çaylak
GeCe YaRıSı


Kadın
Mesaj Sayısı : 1200
Yaş : 105
Kayıt tarihi : 29/07/09

11.Sınıf Ders Konuları Empty
MesajKonu: Geri: 11.Sınıf Ders Konuları   11.Sınıf Ders Konuları Icon_minitimePaz Ara. 13, 2009 10:44 pm

Günlük

Günlük türünün ne olduğu üzerine kafa yormak, aslında biraz da
edebiyatın ne olduğunu düşünmektir. Düzenli olarak tutulmuş, tarih
atılmış notlardan mı ibarettir günlükler yoksa bundan fazla bir şey mi?

Bu konuda en genelleyici tanımı usta günlükçü, romancı André Gide
yapmıştı: “Günlüğün anıdan tek farkı, günü gününe tutulmuş olmasıdır.”
Edebiyatın toplardamarlarından biri olarak her günlük bir portre, bir
öykü, bir anı, bir tarih yazısıdır. Yayımlanmak için yazılsın
yazılmasın, her günlüğün bir kurgusu vardır. Paris’teki Bir Yabancının
Günlüğü yazarı Malaparte’nin dediği gibi, “Günlüklerin, tüm öyküler
gibi, bir başı, bir entrikası ve bir sonu vardır.”

Günlük türünün kökeni üzerine

Öteki edebiyat türlerinin kökeniyle karşılaştırıldığında, günlüklerin
çıkış noktası, yanıtı daha belirsiz bir soru olarak karşımıza çıkıyor.
Türün geçmişini irdelemek, günlük yazmanın doğası üzerine düşünmek
anl***** da geliyor. Batı’da günlüğün, Doğu’ya göre daha gelişmiş bir
edebiyat türü olduğuna kuşku yok. Ama örneğin Japon edebiyatında da 10.
yüzyılda yazılmış günlükler bulmak mümkün. Dolayısıyla günlük türünün
hem Doğu hem Batı kültürlerinde, kendine özgü şartlar altında
biçimlendiği söylenebilir. Peki, nedir günlük yazmak? Başlı başına, bir
ömür adamayı gerektiren bir yazı uğraşı mı? Öyküden, şiirden kesilince
başvurulan bir teselli mi? Yoksa yazın kuramlarını, yaşanan dönemin
olaylarını taslak halinde sunan birer belge mi? Sağlıklı saptamalar
yapabilmek için günlükleri farklı başlıklar altında değerlendirmek en
doğrusu.

Edebiyat günlükleri

Bir edebiyat günlüğü, yalnızca bir edebiyatçının elinden çıkmış günlük
değil, edebiyat olaylarına, kişilerine ve sorunlarına yönelmiş
günlüktür. Özellikle Batı’da, 20. yüzyılda yaygınlaşan bu tür
günlükler, “özel günlük” olma niteliğini de taşır. Aynı zamanda başka
türlerde yapıtlar veren André Gide, Julien Green, Max Frisch, Stefan
Zweig gibi yazarlar, geride edebiyat günlüklerinin seçkin örneklerini
bıraktılar. Örneğin Gide, Kalpazanlar adlı romanını yazdığı süreçte bir
günlük tutmuş ve yapıtının aşamalarını, kuramını apaçık ortaya
koymuştu. Öte tarafta, Gide’in bu ‘edebiyat’ günlükleri, en özel
günlüklerden de sayılır, onu, yazarın kendi iç dünyasına vurduğu bir
neştermiş gibi ürpertiyle okuruz. Edebiyat günlüklerinin iki unutulmaz
örneği de, Katherine Mansfield ve Virginia Woolf’un günlükleridir.
Mansfield, henüz 16 yaşındayken yazmaya başladığı Bir Hüzün
Güncesi’nde, yazarlık tutkularını, hırslarını, kıskançlıklarını,
kırgınlıklarını içtenlikle ortaya serer. Bu hüzünlü günlük,
Mansfield’ın erken ölümünden sonra yayımlanmıştır. Virginia Woolf da,
Bir Yazarın Günlüğü’nde, adından da anlaşılabileceği gibi, yapıtını ve
yazarlığını merkeze alır. Bir Yazarın Günlüğü türünden metinler, bugün
edebiyat tarihçileri ve meraklı okurlar için hazine değeri taşıyor.

Günlüğün intihar yüzü


Edebiyat günlükleri, geçen yüzyılda yaygınlaşırken bir özellik daha
kazanmıştı: Yazarı hayattayken yayımlanmak. Bu durum, günlüklerin ne
kadar içten olduğunu sorusunu getirse de Cocteau, Maugham, Maurois,
Gide, Green gibi birçok yazar günlüklerini sağlıklarında yayımladılar.
Belki biraz da bu yüzden, günlüğünü hayattayken yayımlamayanların
yazdıkları daha ‘içten’ bulundu. Hele bir de yazarının müntehir olması,
günlüklere ayrı bir çekicilik ve sahihlik katıyordu. İntihar eden iki
yazarın, Cesare Pavese ve Sylvia Plath’ın günlükleri, bunun en iyi iki
örneğidir. Cevat Çapan’ın dilimize Yaşama Uğraşı adıyla kazandırdığı
Pavese’nin günlüğü, edebiyat tarihinin en sarsıcı metinlerinden biri
belki de. Çok iyi bir edebiyat günlüğü sayılabilecek Yaşama Uğraşı,
adım adım intihara giden bunalımlı bir yazarın iç dünyasını, hiçbir
‘özel’ günlüğün yapamayacağı kertede ustalıkla yansıtır. Pavese, bir
otel odasında canına kıydıktan sonra kitaplaşan ve uzun yılları
kapsayan bu günlük, neredeyse yazarının öteki yapıtlarını gölgede
bırakmıştır. Sylvia Plath’ın günlükleri de intiharından sonra kocası
Ted Hughes’un ‘müdahale’siyle yayımlanmıştı. Başyapıtı Sırça Fanus
kadar olmasa bile, Plath’ın günlüğü yıllardır ona yakın bir ilgiyle
okundu, okunuyor.

Okuma günlükleri, eleştiri günlükleri, sanatçı günlükleri…

Zaman içinde edebiyat günlüklerinin de alt kolları oluştu. Eleştiri
günlükleri, okuma günlükleri yazılmaya başlandı. Bunun Türkçede
yayımlanan son örneği, Alberto Manguel’in Okuma Günlüğü adlı yapıtıydı.
Öte yandan, günlük, modern romanda da bir imkân olarak belirdi, bir
anlatım tekniğine dönüştü. Örneğin, çağdaş edebiyatın büyük yapıtları
Sartre’ın Bulantı’sı, Rilke’nin Malte Laudris Bridge’nin Notları ya da
Martin Walser’in Jocob Von Gunten’ı, günlük biçimiyle yazılmıştır.
Fernando Pessoa’nın başyapıtı Huzursuzluğun Kitabı, niçin okurun
karşısına hep farklı kimliklerle çıkan şairin günlüğü olarak okunmasın?
Yalnızca yazın türleri değil, öteki sanatlar da geride günlük edebiyatı
için hatırı sayılır metinler kalmasını sağlamıştır. Kierkegaard’ın
günlüğü, felsefe tarihinin en önemli yapıtlarından biri olarak önümüzde
duruyor. Marcel’in günlüğü ve Camus’nun Defterler’i de hem günlük
edebiyatı hem de felsefe tarihi için önemli metinler. Rousseau’nun
İtiraflar’ı ise olsa olsa günlük türüyle akraba sayılabilir. Ressamlar
bu konuda felsefecilerden daha üretken: Dali’nin, Delacroix’nın,
Klee’nin günlükleri iyi birer sanatçı günlüğü olduğu kadar resim sanatı
üzerine ilginç düşüncelerin gelişmesinde etken olmuşlardır.
Sinemacılardansa Cocteau’nun, Zavattini’nin, Tarkovski’nin günlükleri
unutulmamalı. Özellikle, Türkçeye Zaman Zaman İçinde adıyla çevrilen
Andrei Tarkovski’nin günlüğü, sadece sinema tarihi için değil, edebiyat
tarihi için de eşsiz bir eser olarak nitelendirilmeyi hak ediyor.

Batı edebiyatının, günlük türünün kökleşmesini iyi şair ve yazarlara
borçlu olduğunu söylemek, herhalde yanlış olmaz. Victor Hugo’dan
Charles Baudelaire’e, Goethe’den W.B. Yeats’e, Dostoyevski’den
Whitman’a kadar birçok soy şairin, yazarın yolu günlüğe uğramış.
Kafka’nın günlüğünü okuduğunuzda, bunu ancak Kafka’nın yazabileceğini
sezersiniz. Marcel Proust, Stendhal, Gombrowicz, Romain Rolland,
Batı’dan ilk akla gelen öbür günlükçüler. Bir de, bizim edebiyatımızda
hiç olmayan, bütün ömrünü günlük yazma işine vermiş Thoreau, Léataud,
Anais Nin, Amiel (tam 174 defter doldurmuştur!) gibi isimler var ki,
onlara yalnızca saygı duyulur!

Türk edebiyatında günlük…

Evliya Çelebi Seyahatnamesi, Yirmisekiz Çelebi Sefâretnamesi ya da
Silahdâr Tarihigibi kimi eserlerde bazı olayların günlük biçiminde
anlatılmasını saymazsak, edebiyatımıza Batı’daki anlamıyla günlük
Tanzimat’tan sonra girmiştir. Ancak neredeyse romanla yaşıt olan bu
türün edebiyatımızda yeterince geliştiğini söylemek zor. Türkçede
yayımlanmış ilk günlük, Ali Bey’in Seyahat Jurnali’dir. Ali Bey’in,
eserinin adında jurnal (Fransızca ‘journal’) sözcüğünü tercih etmesi,
günlüğün bize pek çok başka tür gibi Batı kanalıyla geldiğini
gösteriyor. Jurnal sözcüğü, Cemil Meriç gibi birkaç istisna dışında,
fazla tutunamamış, yerini ‘günce’ ve ‘günlük’ sözcüklerine bırakmıştır.
Ataç’ın savunduğu ‘günce’nin de bugün ‘günlük’ kadar yaygın olmadığı
söylenebilir. Zaten günce’yi savunan Ataç’ın, Fournier’den yaptığı
Adsız Köşk çevirisinde günce yerine ‘ruzname’ ve ‘hatıra defteri’
sözcüklerini kullandığını da unutmamak gerekiyor.

Ali Bey’in Seyahat Jurnali’nden sonra Batılı anlamıyla aslında ilk
edebiyat günlüğü sayılabilecek Şair Nigar Hanım’ın günlüğü geliyor. Bu
eserin bir kısmı, şairin ölümünden 40 yıl sonra Hayatımın Hikâyesi
adıyla yayımlanmıştı. Ahmet Refik’in Kafkas Yollarında adlı seyahat
günlüğünden başka, Sultan Reşad ve Vahdettin dönemlerinde sarayda
başmabeyncilik yapan Lütfi Simavi’nin notları da günlük olarak
nitelenebilir. Yine günlük sayabileceğimiz İbnülemin Mahmut Kemal
İnal’ın defterleri ise yayımlanmadı. ******’ün Anafartalar Savaşı
sırasında tuttuğu günlükler, ölümünden sekiz yıl sonra Türk Tarih
Kurumu’nca basılmıştır. Cumhuriyet öncesinin önemli yazarlarından Ömer
Seyfettin’in Ruznameler’i de kitap olarak yayımlanmamış günlükler
arasında yer alıyor.

İki öncü: Salâh Birsel ve Ataç
Ruşen Eşref Ünaydın, Falih Rıfkı gibi Cumhuriyet dönemi yazarlarının
günlüklerinden bazı parçalar kimi kitaplarında yer alsa da,
edebiyatımızda hâlâ dolaşımda olan günlükler denince iki isim akla
geliyor: Ataç ve Salâh Birsel. Ataç, Günce’siyle hem bir edebiyat
günlüğü ortaya koymuş hem de devrinin edebî eğilimlerine yön vermişti.
Salâh Birsel ise Kuşları Örtünmek, Nezleli Karga, Bay Sessizlik,
Aynalar Günlüğü, Yaşlılık Günlüğü gibi kitaplarıyla çağdaş
edebiyatımızın öncü günlükçüsü oldu. Onun kuşakdaşları sayılabilecek
Nuri Pakdil ve Orhan Burian’ın günlükleri de bu iki edebiyat adamını
tanımak için eşsiz metinler. Burian’ın günlüğü geçen yıl YKY tarafından
yeniden yayımlanmıştı.

Şair günlükleri

Cumhuriyet’ten bugüne doğru günlük yazarlarının beklendiğince
çoğalmadığı görülüyor. Şairlerin değil de daha çok düzyazıyla
uğraşanların Türk edebiyatında günlük tutmuş olduğunu saptamak mümkün.
Bir öykücünün, Tomris Uyar’ın Gündökümleri adıyla yayımlanan
günlükleri, hem niteliği hem niceliği düşünülünce, Türkçenin sayılı
günlüklerinden biri olarak adlandırılmayı hak ediyor. Cemil Meriç’in
iki cilt halinde yayımlanan Jurnal’i ise sadece Türkçede değil, dünya
edebiyatında benzerine zor rastlanacak bir yapıt. Romancılardan ilk
akla gelen, Oğuz Atay’ın Günlük’ü. Atay’ın hastalığı sürecinde kaleme
getirdiği bu günlük daha çok kendi yapıtları üzerinden şekilleniyor.
Şairlerden ise akla gelen, elbette, Cemal Süreya’nın Günler’i; tıpkı
şiirleri gibi, dönüp dönüp okunacak bir kitap. Cahit Zarifoğlu’nun
Yaşamak adlı, “Ne çok acı var.” kült cümlesiyle başlayan günlüğü de
Türkçenin benzersiz yapıtlarından biri olarak kalacak. İlhan Berk’in
günlüğü El Yazılarına Vuruyor Güneş ise şairin unutulmaz düzyazı
kitapları arasında yer alıyor. Hilmi Yavuz’un Geçmiş Yaz Defterleri,
felsefe-edebiyat arasında, parçalı yazı’lardan oluşan ve edebiyatımızda
türünün tek örneği olan bir günlük sayılabilir. Yavuz’un 30 defteri
bulan öteki günlüklerinin yayımlanıp yayımlanmayacağını ise zaman
gösterecek. Hulki Aktunç da defter dolusu günlük tutan gizli günlükçü
şairlerden. Bunları yayımlamayacağını söylese de, bir ara, Kitaplık
dergisinde yayımladığı Kediler Günlüğü’nden bir parça ile okurlarını
umutlandırmıştı. Bir başka şair Turgut Uyar’ın günlükleri ise ne yazık
ki kitap olarak yayımlanmadı. Sezai Karakoç’un gerçekten Kırmızı Horoz
- Doğulu Bir Werther adlı bir günlüğü var mı? Güven Turan vakti gelince
günlüklerini yayımlayacak mı? Zaman gösterecek....

Adalet Ağaoğlu’nun ‘dert dökme defterleri’
Usta romancımız Adalet Ağaoğlu’nun geçtiğimiz haftalarda iki kitap
halinde yayımlanan günlükleri, hem yayın dünyasındaki en ‘taze’
günlükler olması hem de yakın entelektüel tarihimize ışık tutması
bakımından önem taşıyor. Damla Damla Günler başlığıyla yayımlanan eser,
1969 yılından, Adalet Ağaoğlu’nu TRT’den istifaya doğru götürecek
‘karar zamanı’ndan başlıyor; 22 Temmuz 1996 tarihinde yazarın uğradığı
‘trafik saldırısı’yla sona eriyor. Günlüğün ilk cildinde yazarın **üme
Yatmak adlı romanını nasıl zihninde kurguladığını, ‘karnında
taşıdığını’ okurken, bir yandan da entelektüel çevrelerde kimlerin
cunta yanlısı olduğunu, hangi yazarların özgürlükçü bir tutum
sergilediğini öğreniyoruz. Damla Damla Günler, Sevgi Soysal’dan Muhsin
Ertuğrul’a, Orhan Kemal’den Behçet Necatigil’e kadar isimlerin yer
aldığı bir yakın edebiyat tarihi resmigeçidi. Adalet Ağaoğlu’nun, kendi
deyişiyle, bu ‘dert dökme defterleri’, tıpkı romanları gibi
edebiyatımızın seçkin bir burcunda hep var olmayı sürdürecek.

Oktay Akbal, Anılarda Görmek, Geçmişin Kuşları ve Yeryüzü Korkusu adlı
üç günlüğünde öykülerindeki sıcak dünyayı yansıttığı kadar edebiyat
dünyasına dair birçok anekdot da aktarıyordu. Muzaffer Buyrukçu’nun
uzun günlükleri içinse ‘anekdot günlükçülüğü’ demek daha yerinde olur.
Fethi Naci’nin eleştiri günlükleri, Türkçede başka örneği olmayan
yapıtlardır. Naci’nin günlüklerini okurken kuram bilgisinin yanında
edebiyat lezzeti ve yaşanmışlığın sıcaklığını da buluyor insan. Memet
Fuat’ın son yıllarını anlattığı günlüklerinin hayatı boyunca tutulmuş
olması, kuşkusuz, edebiyatımız için büyük kazanç olurdu.

Günlük, yayımlanmak için mi yazılır? Yazanın kendini temize çıkarma
çabası mıdır yoksa bir iç döküş mü? Kişi, günlük yazarken ne kertede
içten olabilir? Bu soruların, yazılmış günlükler kadar çok cevabı var.
Ne olursa olsun, günlük bir edebiyat türüdür. Sabır işidir.
Yaşanmışlığın tadı kadar gün****ğin ayrıntılarıyla da güzelleşir
günlükler. Kimisi, içtiği çayı yazar günlüğüne, bu bile güzeldir. Çünkü
bir yazardır o çayı içen… Günlüğün olduğu yerde herkes sustuğundan,
yazan devleşir. Bazen de bütün çaresizliğiyle okurunun karşısındadır.
Salâh Birsel, günlüklerinden birinde, “**meden bu günlük güzelleşmiş
olamaz.” yazmıştı. Günlük tutmak, işte bu duygudadır. Günlük, gelecekte
bir gün en çok okunan tür olabilir mi? Bir şey söylemek zor. Ancak
günlüklerin, edebiyat var oldukça yaşayacağı kuşku götürmez. Çünkü
edebiyat, ayrıntı demektir.

“Her gün not tutun; açık, okunaklı. Tarih atmayı da unutmayın.
Hayatımın günlüğünü günü gününe tutmuş olsaydım, şimdilerde bir
Larousse sözlüğü olurdu elimde. Duyulmuş, derlenmiş bir kelime, yeniden
karşılaşılan bir dünyadır. Ah, neler yitiriyoruz! Bütün o yitirdiğimiz
incileri düşünün! Hayatınızın günlüğünü yazın!”Max Jacob, Genç Bir
Şaire Öğütler, çev. Salâh Birsel
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
GeCe YaRıSı
Çaylak
Çaylak
GeCe YaRıSı


Kadın
Mesaj Sayısı : 1200
Yaş : 105
Kayıt tarihi : 29/07/09

11.Sınıf Ders Konuları Empty
MesajKonu: Geri: 11.Sınıf Ders Konuları   11.Sınıf Ders Konuları Icon_minitimePaz Ara. 13, 2009 10:44 pm

ANI (HATIRAT)

Bir kimsenin kendi hayatını, yaşadığı devrede şahidi olduğu ya da
duyduğu olayları edebî değer taşıyan bir dille anlattığı yazılara anı
(hatırat) denir. Bir başka deyişle, özümüzde bir iz bıraktığı için
unutulmayan ve anılmaya değer bulduğumuz olayları anlatan yazı türüdür.
(S. SARICA - M. GÜN-DÜZ, Güzel Konuşma Yazma, s. 374)

Edebiyat sahasının en yaygın türlerinden biridir. Bu türde verilen
eserlerin çok değişik sahalarda oluşu, ona belli bir sınır çizme
imkânını zorlaştırır. Anıların önde gelen özelliği, yazarının hayatının
belli bir kesitini alması ve çok sonra yazıya dökülmesidir.

İçlerinde anı türünün özelliği bulunabilecek seyahatname,
sefaretname, muhtıra, tezkire, menkabe, günlük, otobiyografi ve tarih
türleri ile anı türünü karıştırmamak gerekir. Bu türlerin her birinin
yazılış gayeleri ayrıdır. Ortak özellikleri ise yaşanmış olaylar
üzerine kurulmuş olmalarıdır. Ancak bu özellik, onları birbirinin
yerine koyma sebebi olamaz.

Anıların, tarihî gerçeklerin açıklanması sırasında, önemli
yardımları dokunur. Anı; tarih değilse de, tarihe yardımcıdır.
Devirlerin özelliklerini anlatan anılar, o devrin tarihini yazacaklar
için önemli birer belge niteliğindedir. Bundan ötürü, anı yazarı,
anılarını yansıtırken tarihî gerçeklerin bozulmamasına çok dikkat
etmelidir. (H. F. GÖZLER, Örnekleriyle Türkçe ve Edebiyat Bilgileri, s.
528)

Anı (Hatırat) ile günlük, en çok karıştırılan iki türdür. Bu iki
türün en önemli ayrılığı günlüklerin yaşanırken, anıların ise hayatta
ya da ömrün sonunda kaleme alınmalarıdır.

Her ne sebeple kaleme alınırsa alınsın anı türünde dürüstlük,
samimiyet ve sorumluluk duygusu ön plânda tutulmalıdır. Anı yazarken
önce konu tespit edilmeli; sonra ya günü gününe tutulan notlar ya da
hafızada saklanan olaylar zinciri, plâna göre düzenlenmelidir. Anı
yazılırken süslü sanatlı bir anlatımdan kaçınmalı; açık, sade ve akıcı
bir üslûp kullanılmalıdır. Duygu ve düşünceler, içtenlikle gerçeği
yansıtmalıdır.

Anılar, ya günü gününe tutulan notlar hâlinde ya da sonradan
hatırlanmak suretiyle yazılır. Batı edebiyatında en ünlü anı yazarları;
Sain-Simon (1675-1755) ve Rousseau (1712-1778)' dir. (H. F. GÖZLER,
Örnekleriyle Türkçe ve Edebiyat Bilgileri, s. 528)

Batı edebiyatındaki ünlü anı yazarları ve eserleri şunlardır:
Sain-Simon - "Hatıralar"
Rousseau - "İtiraflar"

Türk edebiyatındaki anı eserlerine örnekler ise şunlardır:
Ziya Paşa - "Defter-i A'mâl"
Muallim Naci - "Ömer'in Çocukluğu"
Ahmet Rasim - "Falaka" ve "Muharrir, Şair, Edip"
Halit Ziya UŞAKLIGİL - "Kırk Yıl" ve "Saray ve Ötesi"
Hüseyin Cahit YALÇIN -"Edebî Hatıralar"
Falih Rıfkı ATAY - "Çankaya" ve "Zeytindağı"

Anılar, genellikle aşağıdaki nedenlerden dolayı yazılır:
(1) Geçmişi bir kez daha yaşamak ve yazma alışkanlığı kazanmak.
(2) Anıları unutulmaktan kurtarmak.
(3) Yok olup gitmesini göze alamadığımız bir gerçeğe kalıcılık kazandırmak.
(4) Anıyı oluşturan olayı, durumu, yerleri, kişileri söz konusu edip, başkalarının bilgisine, yararına sunmak.
(5) Kamuoyu önünde aklanmaya çalışmak, pişmanlığı dile getirip içini boşaltmak, günah çıkarmak.
(6) Gelecek kuşaklara geçmişten sonuçlar çıkarıp sunmak.
(7) Gerektiği zaman bir eleştiride bulunmak.
(8) İnsanoğlunun; yaşantılarını, deneyimlerini başkalarıyla paylaşmak gereğini duymak.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
GeCe YaRıSı
Çaylak
Çaylak
GeCe YaRıSı


Kadın
Mesaj Sayısı : 1200
Yaş : 105
Kayıt tarihi : 29/07/09

11.Sınıf Ders Konuları Empty
MesajKonu: Geri: 11.Sınıf Ders Konuları   11.Sınıf Ders Konuları Icon_minitimePaz Ara. 13, 2009 10:44 pm

BİYOGRAFİ

Edebiyat, sanat, siyaset, ticaret vb. alanlarda haklı bir üne kavuşmuş,
tanınmış insanların hayatlarını, eserlerini, başarılarını okuyucuya
duyurmak amacıyla yalın bir dille, tarafsız bir görüşle yazılan
inceleme yazılarına hayat hikâyesi (biyografi) denir.


ÖZELLİKLERİ

1-Yaşamı yazılan kişinin kendisi tarafından değil, onunla ilgili
araştırma yapan, bilgi ve belgelere ulaşan veya onun yaş***** yakından
tanıklık etmiş kişiler tarafından kaleme alınır.
2- Tarafsız ve gerçekçi olunmalıdır.
3-Bilgi. Belge, tanık ve kanıtlara dayandırılmalıdır.
4- Kronolojik sıra izlenebilir.
5- Kişiyi tüm yönleriyle tanıtır. Kişinin önemi, değeri, benzerlerinden farkı belirlenmelidir.
6- Öznel bir tutum izlenmemeli, kişinin yaşamı aşırı yerme ve övmelerden uzak tutulmalıdır
7- Açık, sade bir dil kullanılır.
8-Divan edebiyatında şairleri anlatan bu eserlere, "Tezkire" denirdi.
9-Türün ünlüleri; Mithat Cemal Kuntay, Şevket Süreyya Aydemir.

*Ünlü bir kişinin hayat hikâyesini yazacak kimse, geniş bir araştırma
yapar. Şayet kişi sağ ise ona hayatıyla, çalışmalarıyla, eserleriyle
ilgili sorular sorar ve aldığı cevapları not eder (veya kaydeder.);
bunlardan yazısında yararlanır. Kişi hayatta değilse, onun hayatını
(varsa belgeleriyle birlikte) etraflıca araştırır. Nasıl ünlü olduğunu,
nasıl başarılı olduğunu; (varsa) eserlerini dikkatlice inceler. Bütün
bu veriler ışığında kronolojik olarak veya kendine özgü bir üslûpla
hayat hikâyesini yazar.

*Çoğu zaman bunlarda, sanatçı kendisiyle beraber aile büyüklerinden, çevreden, aile içi durumlardan da söz eder.

Ünlü kişilerin hayatlarını konu alan, bunları roman tarzında işleyen edebî yazılara biyografik roman denir.

Bir kişinin hayatını ayrıntılı olarak veren kişisel biyografi kitapları
olduğu gibi, birden çok kişinin hayat hikâyelerini bir araya getiren
genel biyografi eserleri de vardır. Örneğin antolojilerde,
ansiklopedilerde, yıllıklarda birden çok kişinin biyografileri çok kısa
olarak ana hatlarıyla verilir. Bu eserlerde ya da yazarın kitabının
arka kapağında veya iç sayfasında yer alan biyografiler genellikle
kısadır. Ayrıntıları atılmış daha çok doğum ölüm tarihleri, doğum
yerleri, bitirdikleri okullar, çalıştıkları işler, yazdıkları eserler
ve önemli başarıları anılmakla yetinilir. Her döneme, her mesleğe ve
her millete ait kişilerin biyografilerini veren eserlere evrensel
biyografi, bir millete ait kişilerin biyografilerini verenlere ulusal
biyografi, bir bölgeye mensup kişilerin biyografilerinin toplandığı
eserlere bölgesel biyografi, belli bir mesleğe mensup kişilerin yer
aldığı eserlere meslekî biyografi, belli bir dönemde yaşayanların hayat
hikâyelerinin verildiği eserlere de dönem biyografisi denir. Dönem
biyografisine çağdaş insanların yer aldığı Who's Who? (Kim Kimdir?)
adlı eseri gösterebiliriz.


Biyografiler yazım tekniğine göre de farklılıklar arz etmektedir. Bunları kısaca şöyle sınıflandırabiliriz:

a. Bilimsel biyografi: Biyografik bilgileri kronolojik bir sıra
içerisinde, alt başlıklar halinde, onun dönemi içindeki konumunu,
getirdiği yenilikleri, gösterdiği başarıları, eserlerini, eserlerinin
değişik özelliklerini eleştirel bir tutumla, belgelere, araştırma ve
incelemelere dayalı olarak veren çalışmalara bilimsel biyografi ya da
biyografik monografi denir. Bu tür eserlerde kişinin doğumu, yetişmesi,
öğrenimi, çalışma hayatı, türlerine göre eserleri, eserlerinin önemi,
şekil ve muhteva özellikleri, başarıları, ödülleri ve başka özellikleri
bölümler halinde verilir. Bilimsel biyografi türüne şu örnekler
verilebilir: Mehmet Kaplan, Tevfik Fikret Devir-Şahsiyet-Eser (1971);
İsmail Parlatır,

b. Biyografik roman: Ünlü kişilerin hayatlarını konu alan, bunları roman tarzında işleyen edebî yazılara biyografik roman denir.

Roman, hikâye gibi tahkiye kurgusu içerisinde, olay anlatımı üslûbuyla
kişiyi bir roman kahramanı gibi olayların içindeki konumlarıyla sunan
eserlere de edebî biyografi ya da biyografik roman denir. Biyografik
romanlarda kişinin ruhsal ve fiziksel özellikleri, davranışları,
duyguları, düşünceleri, tepkileri, tavır alışları, giyinişi gibi pek
çok değişik özellikleri ayrıntılı olarak verilip bir anlamda onun
portresi çizilir. Hayatı içerisinde canlı, yaşayan bir kişilik olarak
sergilenir. Buna örnek olarak M. Emin Erişirgil'in Mehmet Akif /İslâmcı
Bir Şairin Romanı (1956); Tahir Alangu'nun “Ömer Seyfettin “(1968) adlı
eserleri verilebilir. Ayrıca Oğuz Atay'ın “Bir Bilim Adamının Romanı”
(1975) adlı romanı da bu türün en iyi örneklerindendir. Yazar bu
romanında hocası Mustafa İnan'ı merkez alarak bir dönemin idealist
neslinin hayatını yansıtmıştır.

c. Nekroloji: **en ünlü bir kişinin hemen ölümünden sonraki günlerde
genellikle gazete ve dergilerde yakın çevresinde yer alan kişiler
tarafından onun üstün niteliklerinin, erdemlerinin, çalışmalarının ve
diğer özelliklerinin anı üslûbuyla anlatıldığı yazılara denir. Bu
yazılar bir anlamda öleni çok seven birinin ağıtları, duygusal, öznel
açıklamalarıdır.
Bu tür yazılara örnek olarak Yahya Kemal'in ölümü dolayısıyla kaleme
alınmış şu yazıları verebiliriz: Vehbi Cem Aşkun, "İstanbul Aşığını
Kaybetti" (Dün-ya, 5 Kasım 1958); Nimet Behsuz, "Büyük Şairin
Arkasından" (Yeni Gün, 3 Kasım 1958); Cenap Gedikoğlu, "Bir Dev Şair
Göçtü" (Yeni Gün, 5 Kasım 1958).

TARİHİ GELİŞİMİ:

Türk edebiyatında ilk biyografik eser, Malik Bahşi'nin Feridüddin-i Attar'dan çevirmiş olduğu “Tezkiretü'l-Evliya”dır.

Daha çok mesleklerine göre düzenlenmiş ve birden fazla kişinin
biyografisinin yeraldığı tezkire, menakıb, vefeyat, devha, sefine,
tuhfe, hadika, fihrist, silsilename, şairname, gazavatname, sicil gibi
adlar altında birçok eser kaleme alınmıştır. Menakıpname ya da
velâyetname denilen eserlerde tarikat büyüklerinin, evliyaların, pir ve
şeyhlerin olağanüstü halleri, kerametleri ve diğer kişisel özellikleri
anlatılır.

Yayımlanmış bazı menakıpnamelere şu örnekler gösterilebilir:
Hacımsultan Velâyetnamesi (Rudolp Tschudi); Hacı Bektaş Velâyetnamesi
(Erich Gross).Vakayinamelerde de birçok devlet adamının biyografilerine
ait malzemeler bulmak mümkündür.

Şuara Tezkireleri:
Şairlerin biyografilerine, eserlerine yer veren, şiirleri hakkında değerlendirmelerin bulunduğu eserlere şuara tezkiresi denir.



OTOBİYOGRAFİ

Kişinin kendi hayatını anlattığı yazıya otobiyografi denir.
Otobiyografide doğumdan itibaren otobiyografinin yazıldığı ana kadar
yaşananlardan anlatmaya değer olanlar yazılır. Edebiyat, sanat,
siyaset, spor vb. alanlarda ünlü bir kişi; diğer insanlarca bilinmeyen
yönlerini, başarısını nelere borçlu olduğunu ve nasıl kazandığını
anlatmak amacıyla otobiyografisini yazar. Otobiyografi her ne kadar
öznel bir anlayışla kaleme alınsa da gerçekler göz ardı edilmemelidir.



MONOGRAFİ:


Ünlü bir kimsenin hayatını, kişiliğini, eserlerini, başarılarını
ayrıntılarıyla ele alan veya bilimsel bir alanda özel bir konu ya da
sorun üzerine yazılan inceleme yazısına monografi (tek yazı) denir.
Monografide herhangi bir yer, bir eser, bir yazar, tarihî bir olay,
bilimsel bir alana ait bir sorun özel bir görüşle veya bakış açısıyla
değerlendirilebileceği gibi bir konu üzerinde derinlemesine bir
inceleme de yapılabilir.

PORTRE

Bir kimseyi karakteristik özellikleriyle okuyucuya tanıtmak amacıyla
yazılan edebî yazılara portre denir. Kişinin sadece dış görünüşünün
(boyunun, yüzünün, giyinişinin, hareketlerinin...) anlatıldığı portreye
fizikî portre; iç dünyasının, alışkanlıklarının, duygularının,
fikirlerinin, zayıf taraflarının... Anlatıldığı portreye ruhî portre
(tinsel, moral portre) denir. Çoğu zaman fizikî portre ile ruhî portre
iç içe verilir.
Fizikî portre; kişiyi diğer insanlardan ayıran dış özellikleri iyi bir
gözlemle belirlendikten sonra, uygun sıfatlar kullanılarak özgün bir
şekilde yazılır.
İç dünyanın anlatıldığı ruhî portrede ise; kişinin ahlâkı,
alışkanlıkları, düşünceleri ilginç bir üslûpla yazılır. Portreye konu
kolan kişiye ait, düşünceleri ve anlayışları daha etkili olarak ortaya
koymak için onun sözlerine de yer verilebilir.
Romanda olay kahramanları değişik bölümlerde (yeri geldikçe) gerek dış
görünüşleriyle gerekse karakter özellikleriyle okuyucuya tanıtılır.
Okuyucunun roman kahramanlarını hayalinde canlandırması sağlanır. Bu
yönüyle portre bölümlerine, romanlarda daha çok rastlanabileceği gibi
bağımsız bir edebî tür olarak yazılmış portreler de vardır.

Portre örneği

ATATÜRK

****** her şart içinde kendisini empoze edenlerdendi. Bakışında,
jestlerinde, ellerinin hareketinde, kımıldanışlarında ve yüzünün
çizgilerinde bütün bir dinamizm vardı. Bu dinamizm etrafını bir çeşit
sessiz sarsıntı ile dolduruyordu. Öyle ki birkaç dakikalık bir
konuşmadan sonra bu mütevazı ve rahat adamın, bu öğreticinin anında bir
uçtan öbür uca geçebileceğini, meselâ en rahat ve kahkahalı bir sohbeti
keserek en çetin bir kararı verebileceğini ve daha gücü bu kararı
verdikten sonra yine aynı noktaya döneceğini düşünebilirsiniz. En iyisi
istim üzerinde bir harp gemisi gibi çevik, harekete hazır bir dinamizm
diyelim.

Ahmet Hamdi Tanpınar, Beş Şehir’

Otobiyografi
Otobiyografi Bir düşünürün, bir sanatçının kendi yaşam öyküsünü
anlattığı eserdir. Kaynak olarak kişi kendini ve aile büyüklerinden
aldığı bilgileri kullanır. Otobiyografi yazmak çok güçtür, çünkü
insanın kendinden sözederken objektif olması zordur. Otobiyografiler
sayesinde o kişinin sanatı, düşünceleri, yaptığı işler hakkında
bilgileniriz. Biyografiler aynı zamanda iyi bir belgeseldirler. Bu
alanda çalışacaklara ve yazarın yaşadığı dönemin özelliklerine
kaynaklık eder. Otobiyografileri okumak, kendi deneyimlerimize bir
yaşam deneyimini, yaşayanın ağzından katmak demektir. Onların;
başarılarının nedenlerini çözeriz.

Otobiyografinin belirleyici özellikleri:

• Otobiyografi düşünsel plânla yazılır.

• Otobiyografi, belgelere dayanılarak yazılır. Rivayetlere ve tartışmalara yol açacak bilgilere yer verilmez.

• Derlenen bilgiler bilimsel araştırma yöntemiyle bir araya getirilmelidir.

• Biyografi yazarı objektif olmak zorundadır.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
GeCe YaRıSı
Çaylak
Çaylak
GeCe YaRıSı


Kadın
Mesaj Sayısı : 1200
Yaş : 105
Kayıt tarihi : 29/07/09

11.Sınıf Ders Konuları Empty
MesajKonu: Geri: 11.Sınıf Ders Konuları   11.Sınıf Ders Konuları Icon_minitimePaz Ara. 13, 2009 10:44 pm

Gezi (Seyahat)

Eskiden gezi yazılarına seyahatname, seyahat yazıları denirdi. Gezip
gören insana da seyyah denirdi. Bugün gezen gören kimseye gezgin,
onların gezip gördükleri yerleri anlattıkları yazılara da gezi yazıları
denmektedir.

Gezi yazılarında verilen bilgiler doğru ve gerçek olmalıdır. Bu
bakımdan gezi yazıları tarih, coğrafya, edebiyat, toplum bilimi vb.
bakımından yararlı kaynaklardır.

En eski ve uzun bir geçmişi olan yazı türünün önemli ve tanınmış iki
ismi Venedikli Gezgin Marco Polo ile Arap gezgin İbni Batuta' dır.

Bizim edebiyatımızda ilk gezi kitabı ünlü denizcilerimizden Seydi
Ali Reis' in Miratül-Memalik (Ülkelerin Aynası) adlı eseridir.

Edebiyatımızın gezi türünde en önemli eseri ünlü gezginimiz Evliyâ
Çelebi 'nin Seyahatnâme ( Tarih-i seyyah) adını taşıyan on ciltlik
eseridir. Bu eser dünyada, bu türde yazılmış bütün eserlerle boy
ölçüşebilecek mükemmelliğe sahiptir.

Gezi yazılarının yazılışlarına göre çeşitleri bu türün mektup, anı
ve röportajla benzerliklerini de ortaya koyar. Gezi yazıları ister
mektup, ister anı şeklinde yazılsın isterse gezilen yerlerdeki
insanlarla röportaj yapılsın mutlaka, bütün gezi yazılarında edebi bir
özellik, ilginç bir yaklaşım, farklı bir gözlem gücü bulunmalıdır. Gezi
yazılarında her zaman, her yerlerde görülen şeylerden değil de farklı,
özgün şeylerden bahsetmeli, karşılaştırmalardan faydalanmalı, örnekler
vermelidir.

Gezi yazıları belli bir plan dâhilinde yazılır. Genellikle yazıya
gezinin başlandığı günden başlanır ve dönüş gününe kadarki zamanı içine
alan olaylar anlatılır. Ancak tersi bir sıralama yapmakta mümkündür
veya gezide görülen en önemli özellikler belirlenip önemsizden önemliye
doğru bir sıralamaya gidilir.

Gezi yazısında görülenler genellikle birinci kişinin ağzından yani
gezenin ağzından anlatılır. Gezi yazılarının dili sade ve yalın
olmalıdır.

“Gezi Yazısı” Türünün Özellikleri
(Tarihi Gelişimi ve Temsilcileri)

Bir yazarın yurt içinde ve yurt dışında gezip gördüğü yerlerin ilgi
çekici özelliklerini anlattığı yazı türüdür. Gezi yazıları gezip
görmenin, iyi bir gözlemin ürünüdürler. Gezi yazılarının tarihi çok
eskidir. İnsanlar hep uzak ülkeleri, uzak ülkelerin doğasını,
insanlarını, bu insanların yaşayış biçimlerini ve yarattıkları kültür
eserlerini merak etmişlerdir. Bir nedenle başka ülkelere giden
kişilerle karşılaştığımızda, onları soru yağmuruna tutmamız bundandır.
Günümüzde televizyon görüntüleri dünyanın birçok kültürünü yanıbaşımıza
getirdiği halde, hâlâ gezi anılarını dinlemenin ya da okumanın tadı
başkadır.

Gezi yazılarının çok yönlü anlatım olanakları vardır. Uzunluğu çoğu
zaman kitap olacak kadardır. Gazetenin iç sayfalarından birinde dizi
halinde günlerce yayınlandığı da olur. Okuyucunun sıkılmadan, merakla
okuduğu bir yazı türüdür.

Gezi yazısı yazarken ilgiyi uyanık tutmak, okuyucuda okuduğu yerleri
görme isteği uyandırmak çok önemlidir. Gezi yazarlığı ayrı bir ustalığı
gerektirir. Yazar gezdiği yerlerin ilginç özelliklerini hemen fark
edecek kıvrak bir zekâya ve kültür birikimine sahip olmalıdır.

Gezi yazısı ile röportaj arasındaki ayrılıklar nelerdir?
Gezi yazılarıyla röportaj birbirine karıştırılmamalıdır. Gezi
yazısında ilgi çekici yerler anlatılır. Röportajda olduğu gibi,
sorunları deşmek, arkasındaki sorunları duyurmak, kamuoyu oluşturmak
amacı güdülmez. Gezi yazıları bir bakıma anıya ve günlüğe de benzer,
fakat onlardan ayrı bir yazı türüdür.

Gezi yazısının belirleyici özellikleri nelerdir?
• Gezi yazılarında çoğu kez kronolojik zamanlı plân uygulanır. Gezi
için yapılan hazırlıklar; yolculuk, yolculuk sırasında görülen ilgi
çekici olaylar; varış, varıştaki ilk izlenimler…

• Gezi yazılarında da kendinden önceki söylenmişlerden,
yazılmışlardan ayrı olmak önemlidir. Aynı yerler daha önce de başkaları
tarafından görülmüş, yazılmış olabilir. İkinci gidişte görülenlerle,
ilk gidişte görülenler arasındaki farklara bile değinmek gerekir. Bu da
gezi yazılarının zamanla tarihsel belge olduğunu ortaya koymaktadır.

• Yazar anlattıklarının doğruluğunu; konuşma ile, bilgi toplama ve
fotoğraflarla desteklemeli, anlattıklarını bir mantık çerçevesine
oturtabilmelidir. Her anlattığı, önceki anlattıklarıyla çelişmemelidir.

• Gezi yazılarında yazar; açıklayıcı anlatım, öyküleyici anlatım,
betimleyici anlatım ve tartışmalı anlatım gibi bütün anlatım
yollarından yararlanır. Ayrıca okuyucuya değişikliği gösterebilmek için
örnekleme, karşılaştırma, tanık gösterme gibi nesnel verilerden de
yararlanabilir.

• Resim kullanılmalıdır.
Eskiden gezi notlarının kaleme alındığı eserlere “seyahatname”
deniyordu. Modern zamanlarda ise Türkçe bir sözcük olan “gezi” terimi
tercih edildi.

Gezi yazısı, bir kişinin ya da grubun yurdun değişik bölgelerine ya
da başka ülkelere değişik amaçlarla yaptıkları gezilerde gözleyip
izlediklerini, tespitlerini, ele geçirdikleri bilgi ve bulguları,
oralarla ilgili duygu ve düşüncelerini anlattıkları yayınlara denir.

Gezi yazarı gezip gördüğü yerlerin hem kendisi hem de okuyucular
için tarihî ve coğrafî açıdan ilgi çeken yönlerini, özelliklerini,
kültürel, jeolojik güzelliklerini, halkının gelenek, görenek, töre ve
âdetlerini akıcı, ilgi çekici ve etkili bir üslûpla kaleme döker.

Gezi yazıları genellikle mensur ise de manzum olanlar da vardır.
Gezi yazarları, gözlem ve izlenimlerini daha çok tasvîrî bir üslûpla
kaleme alırlar. Bazı yazarlar, olay ve olguları olduğu gibi aktarırken,
bazıları günlük, mektup , röportaj gibi türlere ait tekniklerle yazma
yöntemini tercih ederler.

Dünya edebiyatının en önemli seyahatnameleri arasında 13. yüzyılda
yayımlanmış Marko Polo’nun Uzak Doğu izlenimlerini içeren Seyahatnamesi
ve 14. yüzyılda yaşamış Arap gezgin İbni Batuta’nın İslâm dünyası
gezilerini konu edinen Seyahatnamesi yer alır.

Türk edebiyatının ilk seyahatname eserleri arasında Farsça yazılan
Hoca Gıyaseddin Nakkaş’ın Acâibü’lLetâif adlı eseriyle Ali Ekber
Hatâî’nin 1515'te yazdığı Hıtâînâme adlı eseri sayılabilir.

Seydî Ali Reis (ö.1562) Mir’atü’lMemâlik (1557) adlı
seyahatnamesinde Belücistan, Hindistan, Afganistan, Buhara,
Maveraünnehir’le ilgili gözlemlerini ve yaşadığı olayları anlatmıştır.
III. Sultan Murat (15751575) döneminde Tokatlı İbrahim oğlu Ahmet,
Acâibnamei Hindistan adlı eserinde Kabil, Hindistan, Basra, Yemen,
Hicaz izlenimlerini aktarır.

Trabzonlu Mehmet Aşık’ın (1555?) Menâzıru’lAvâlim adındaki eseri de gezi edebiyatının önemli eserlerindendir.
Türk edebiyatının en önemli seyahatname eserlerinden biri Evliya
Çelebi’nin (16111682) 10 ciltlik seyahatnamesidir. Evliya Çelebi , 40
yıllık gezilerinden elde ettiği coğrafî, etnografik, tarihî, kültürel
pek çok bilgiyi akıcı ve mübalâğalı bir üslûpla kaleme almıştır.

Türk edebiyatında “seyahatname” adıyla birçok eser yazıldığı gibi,
adı “seyahatname” olmadığı hâlde bu türe özgü özellikler gösteren başka
eserler de vardır. Pirî Reis’in Bahriye adlı eseri buna bir örnektir.

İlk seyahatnameler, genellikle başka ülkelerde elçi olarak
gönderilen devlet memurlarının gittikleri ülkenin yaşama biçimi,
kültürel özellikleri, sosyal ilişkileri, giyim kuşamları, sokakları,
şehircilikleri, bürokrasileri ve başka özellikleri hakkında Türk
okuyucusu için aktardıkları ilgi çekici bilgilerden oluşmaktadır.

Kimi yazarlar, gittikleri ülkelerden gönderdikleri mektuplarda bulundukları ülke ile ilgili bazı bilgiler de vermişlerdir.
Sultanların sefer sırasında konaklar arası mesafeleri gösteren
menâzil kitapları, her gün yapılan işleri anlatan rûznâmeler de gezi
türüne ilişkin bilgiler içermektedirler. Haydar Çelebi Rûznâmesi buna
örnek olarak gösterilebilir.

Keçecizade İzzet Molla (17851829) sürgüne gönderildiği Keşan ve
İstanbul’a dönüş izlenimlerini MihnetKeşan (1269) adlı eserinde anlatır.

Ömer Lütfi, Ümit Burnu Seyahatnamesi’nde dört yıl din bilgisi hocası
olarak kaldığı Ümit Burnu ve havalisini değişik yönleriyle tanıtır.

Türk edebiyatında modern zamanlarda da yurt içine, İslâm dünyasına,
Batıya ve başka ülkelere yapılmış pek çok gezinin notları
yayımlanmıştır.

Gezi Türünün Gelişimi

Gezi türünün uzun bir geçmişi vardır. Bu günkü tanımına ve
niteliğine tam uymasa da çok eski çağlarda gezi türünden sayılabilecek
örneklerin bulunduğu bilinmektedir. Eski Yunanistan’dan başlayarak
günümüze kadar çeşitli ülkelerden birçok gezgin, elçi, şair ve yazar
gezip gördükleri yerleri anlatan eserler meydana getirmişlerdir.

Başka ülkelere yapılan yolculuklarla ilgili ilk gezi yazılarına
örnek olmak üzere M.S. 448'de Hun hükümdarı Atilla’ya gönderilen
elçilik heyetinde görevli tarihçi Priskosun eseri ile M.S. 568 de
Kilikyalı Zemarkhos’un Göktürkler ülkesinde Bizans İmparatorluğu elçisi
iken tuttuğu notları gösterebiliriz.

İranlı şair ve din adamı Nasır Hüsrev ‘in hac maksadıyla yaptığı
Mekke gezisini ve bu arada Mısır ve Anadolu’nun doğusunda gördüklerini
anlatan ’sefername’ adlı eserini de ilk gezi kitapları arasında
sayabiliriz.

Gezi türünün ilk önemli eselerini verenlerin başında şüphesiz
Venedikli ünlü gezgin Marco Polo ile yine ünlü Arap gezgini İbn-i
Batuta’yı anmamız gerekir.

Marco Polo, Yakın Doğu ve Orta Asya ülkelerini kapsayan uzun bir
yolculuğa çıkmış ve bu yolculuğunda gezip gördüğü yerleri anlatan bir
eser yazmıştır. Birçok dile çevrilen bu eser gezi edebiyatının ilk
klasik örneklerinden biri sayılır. Arap gezgini İbn Batuta da Anadolu,
Harezm, Maveraünnehir ve Horasan’ı dolaşarak oralarda yaşayan Türklerin
teknik ve toplumsal özelliklerini anlatan bir kitap yazmıştır.

Önceleri daha çok tarihçilerin ilgi gösterdikleri bu eserler,
sonradan edebiyatçıların da dikkatini çekmiştir. Ele alınan konular,
kullanılan dil, yazarların gözlem ve anlatım özellikleri bakımından
gezi yazı ve kitapları artık edebiyatın bir kolu, bir başka deyişle bir
yazı türü özelliği kazanmıştır.

Gezi Yazılarının Çeşitleri

Gezi yazılarını, yolculuk yapılan yer bakımından ikiye ayırmak mümkündür: yurtiçi gezi yazıları ve yurt dışı gezi yazıları’
Yurtiçi gezi yazıları, bir yazarın herhangi bir amaçla kendi
ülkesinde yaptığı bir yolculuk sırasında gezip gördüğü yerleri ve
edindiği izlenimleri anlattığı yazılardır. Bu tür gezi yazılarına,
Reşat Nuri Güntekin’in Anadolu Notlarını gösterebiliriz.

Yurtdışı gezi yazıları ise bir yazarın kendi ülkesi dışında yaptığı
gezi ve incelemelerinin bir ürünüdür. Bu tür gezi yazısına da Falih
Rıfkı Atay’ın Deniz Aşırı adlı eseri örnek olarak gösterebiliriz.

Gezi yazılarını, gezi türünde eser veren kimselerin durumları
bakımından da ikiye ayırabiliriz: uğraşları yazarlık olan kimselerin
kalemlerinden çıkan gezi yazıları, uğraşları yazarlık olmayan
kimselerin ortaya koyduğu gezi yazıları.

Yazarlığı bir meslek olarak benimsemiş kimselerin eserlerinde
gezilen görülen yerler, değinilen konular, insanlarla ilgili gözlemler
yazı sanatının birçok özelliğini yansıtan renkli bir dille anlatılır.

İkinci kategoriye giren yazılar, genellikle yazarlıkla ilgili
olmayan, fakat yurt içinde veya dışında bazı yerleri görmek üzere
geziye çıkanların veya geçici görevlerle yabancı bir ülkede oturanların
kaleme aldıkları yazılardır. Bu gibi kimselerin eserlerinde anlatım
kuru ve renksiz olabilir. Ancak bu tür eserlerde bazen çok ilginç
gözlemlere, sağlam bilgilere ve mantıklı yorumlara rastlayabiliriz.
Örneğin ünlü Türk denizcisi Piri Reis’in Bahriye adlı kitabı bu
bakımdan ilginçtir. Bu kitap Akdeniz’i çevreleyen karalar, ormanlar,
dağlar, kentler üzerinde verdiği bilgilerle hem bir deniz atlası, hem
de bir gezi kitabı niteliği taşır.

Gezi yazılarını amaç ve yazılış bakımından da üçe ayırmak mümkündür:
günü gününe alınmış notlara dayalı gezi yazıları, mektup biçiminde
yazılan gezi yazıları ve bir ülkeyi daha nesnel ve derinlemesine
tanıtmayı amaçlayan gezi yazıları.

Kimi yazarlar, gezip gördükleri yerleri günü gününe veya aralıklı
olarak tuttukları notlarla anlatırlar. Bu gibi gezi yazıları çoğu kez
anı türünün de özelliklerini taşır. Bu çeşit gezi yazılarına Burhan
Arpad’ın Gezi Günlüğü adlı eseri örnek olabilir.

Kimi yazarlar da gezi izlenimlerini belli aralıklarla arkadaşlarına
yazdıkları mektuplarda anlatırlar. Bu gibi gezi yazılarında mektup
türünün hemen hemen her özelliğini görebiliriz. Bu çeşit gezi
yazılarına Celaleddin Ezine’nin Amerika Mektupları örnek olarak
gösterebiliriz.

Üçüncü tür gezi yazıları, yazarın kişisel gözlemleri yanında daha
başka bilgi ve belgelere dayalı tasvir ve yorumları içerir. Örneğin
Falih Rıfkı Atay’ın gezi kitapları genellikle bu biçimde yazılmış
eserlerdir.

Türk Edebiyatında Gezi Yazıları

Bugünkü bilgilerimize göre Türkçe yazılan ilk gezi kitabı, tanınmış
denizcilerimizden Seydi Ali Reis’in Miratül-Memalik adlı eseridir. Eser
Portekizlilere karşı savaşırken Hint denizinde fırtınaya yakalanıp
Gücerat’ta karaya çıkan Seydi Ali Reis’in Hindistan, Afganistan, Buhara
ve Maveraünnehir yoluyla Edirne’ye dönüşü sırasında başından geçen
serüvenleri kapsar.

Ünlü bilginlerimizden Kâtip Çelebi’nin Cihannüma adlı eseri de gezi
yazılarında rastlanan birtakım özellikleri içermektedir. Kâtip Çelebi,
Osmanlı ülkesinin birçok yerini dolaşmış ve eserinde gördüğü bu
yerlerle ilgili ayrıntılı bilgiler vermiştir.

Edebiyatımızda gezi türünde ilk büyük ve önemli eserin yazarı Evliya
Çelebi’dir. Tarih-i Seyyah adını taşıyan on ciltlik eserinde Evliya
Çelebi, Osmanlı İmparatorluğu sınırları içinde ve dışında gezip gördüğü
yerleri anlatır. Bu yerler arasında Bursa, İzmir, Trabzon gibi
şehirlerimiz yanında Avusturya, Hicaz, Mısır, Habeşistan ve Dağıstan
gibi yabancı ülkeler de bulunmaktadır. Evliya Çelebi’nin gezi
kitabından XVII. Yy. toplumumuzun zengin kültür özelliklerini öğrenmek
mümkündür. Anlatımdaki sa****k, içtenlik ve söyleşi havası da eser için
ayrı bir üstünlük sayılır.

XVII. yy’da Hac yolculuklarını anlatan bir takım gezi kitapları ile
birlikte Avrupa ve Yakın Doğu ülkelerine gönderilen elçilerimizi
yazdıkları ’sefaretname’leri de birer gezi eseri sayabiliriz. Bu
eserler arasında gezi türünün özelliklerini en belirgin biçimde
taşıyanı Yirmisekiz Çelebi Mehmet Efendi’nin Fransa Sefaretnamesi’dir.
Yazar bu eserinde Lale Devri’nde Fransa’da elçilik yaparken
gördüklerini tatlı bir dille anlatmıştır.

Edebiyatımızda gezi türünden yazılara ilginin arttığını daha çok
XIX. yy’da görüyoruz. Bir takım denizcilerimizin, ülke dışındaki
Müslümanların eğitilmesi için görevlendirilmiş din adamlarımızın ve
gezginlerimizin görevle ve ya kendi istekleri ile gezip gördükleri
yerleri anlatan eserlerini burada anmak gerekir. Bu eserlerde Orta
Asya, Uzak Doğu, Afrika, Güney Amerika üzerinde ilginç gözlem ve
izlenimlere dayalı bilgiler sergilenmiş bulunmaktadır.

Tanzimat’tan Sonraki Gelişmeler

XIX. yy’nin sonlarında yayımlanan ve gerçek bir gezi yazısı niteliği
taşıyan eser Ahmet Mithat Efendi’nin Avrupa’da Bir Cevelan adlı kitabı
olmuştur. Yazar bu eserinde İstanbul’dan Stockholm’e kadar yaptığı tren
yolculuğuna ve dönüşünde uğradığı birçok Avrupa kentlerine ilişkin
gözlem ve izlenimlerini anlatır. Ali bey’in Seyahat Jurnali adlı kitabı
da bu yüzyılın önemli gezi eserleri arasında sayılır.

1908'den sonra gezi türünden eserlerin sayısında önemli bir gelişme
görülmektedir. Bunda okur sayısının artışı yanında yabancı gezi
kitaplarının Türkçeye çevrilmesinin etkisi büyük olmuştur. Bu dönemin
tanınmış şair ve yazarlarından Cenap Şehabettin’in Hicaz yolculuğunu
anlatan Hac Yolunda Suriye ve Irak’tan söz eden Afak-ı Irak ve bir
Avrupa gezisinde gördüklerini yansıtan Avrupa Mektupları adlı
eserlerini Türkçe gezi türünün başarılı örnekleri arasında
gösterebiliriz.

Cumhuriyet Döneminde ve Günümüzde Gezi Yazıları

Cumhuriyet döneminde edebiyatımızda gezi türünde nicelik ve nitelik
yönünden büyük bir ilerleme sağlanmıştır. Bu dönemin tanınmış gezi
yazarları arasında önce Falih Rıfkı Atay’ı anmamız gerekir. Atay’ın
Denizaşırı, Taymıs Kıyıları, Bizim Akdeniz, Tuna Kıyıları, Hind, Yolcu
Defteri, Gezerek Gördüklerim ele alınan konular ile gerek gözlem
gerekse anlatım ustalığı bakımından ilginç ve değerli eserlerdir.

Cumhuriyet döneminde gezi türünde eser veren diğer yazarlar arasında
İstanbul’dan Londra’ya Şileple Yolculuk ve Akdenizde Bir Yaz Gezintisi
adlı kitaplarıyla Saik Sabri Duran’ı, Finlandiya adlı kitabıyla Şükufe
Nihal’i, Bir Vagon Penceresinden ve Ankara-Bükreş adlı kitaplarıyla
Sadri Ertem’i, Tuna’dan Batıya ve Anadolu Notları adlı iki ciltlik
kitabıyla Reşat Nuri Güntekin’i, Anadolu Manzaraları adlı kitabıyla
Hikmet Birand’ı, Gezi Günlüğü ve Avusturya Günlüğü adlı kitaplarıyla
Burhan Arpad’ı sayabiliriz.

Son yıllarda gezi edebiyatımız yeni eserlerde daha da
zenginleşmiştir. Yabancı ülkelerle kültürel ilişkilerin artması ve
bireysel gezi imkanlarının çoğalması sonucu olarak bu türde eser
yazanları sayısında da bir artış görülmektedir.

Günümüz yazarları arasında gezi yazı ve kitaparıyla ün yapmış
olanlar arasında Mavi Yolculuk ve Mavi Anadolu isimli eserleriyle Azra
Erhat’ı, Düşsem Yollara Yollara adlı eseriyle Haldun Taner’i, Sovyet
Rusya, Azerbaycan, Özbekistan, Bulgaristan, Macaristan adlı eseriyle
Melih Cevdet Anday’ı, Sam Amcanın Evinde ve Bir Garip Ada adlı
eserleriyle Badii Faik Akın’ı, Canım Anadolu adlı eseriyle Bedri Rahmi
Eyüboğlu’nu, Şu Bizim Rumeli adlı eseriyle Yılmaz Çetiner’i ve Almanya
Beyleri İle Portekiz’in Bahçeleri adlı eseriyle Nevzat Üstün’ü
sayabiliriz.

Örnek:
Kırıkkale’ye Giderken
Ankara kalesi, telsiz direkleri ve bir tünel… Yarım dakika karanlık.
Ankara geride kaldı. Bu yol, bütün bozkırı geçer, Karadeniz’e dek
ulaşır.

İsmet Paşa yıllardır fikir döktü, ray döşedi. şimdi ben, bu ray
üstünden fikir taşıyan kültür savaşının zırhlı trenine yetişmek için
kilometrelerin sekişini sayıyorum. Tren yolunda… Gezici eğitim sergisi
Kırıkkale istasyonunda…

Tren yolunda dediğim zaman dudaklarımızda yabansı bir kıvrıntı seziyor gibiyim. Sezmeye de gerek yok gerçekten:
“Tren yolunda da laf mı a canım.” diyebilirsiniz.
Eğer siz, bir zamanlar Yahşıhan’a dek böyle gidip gelen eski tren bozuntusunu anımsarsınız hiç de böyle düşünmezsiniz.
Hele benim gibi Yahşıhan yolunda tuhaflıklara tanık olmuşsanız…
Size, istasyonların kimi bodurumsu, kimi kavaklar gibi birbirlerinin
sırtından sırıtan uzun dallı ağaçlarından, çeşmelerinden, bayrak
direklerinden, makaslarından, telgraf direklerine tünemiş
güvercinlerinden, yol kenarında doygun doygun treni seyreden
öküzlerden, özgür ve neşeli sıpalardan söz edeceğimize bizim orta
Anadolu’ya kültür ve yeninin aşkını taşıyan trene rast gelinceye dek
bugünkü güzel trenin yerindeki o eski tren ve ray bozuntusundan söz
edeyim, her halde canınız sıkılmaz.


Yıl 1921, İnönü ile Sakarya savaşının araları… Ankara’dan Kayseri’ye doğru bir akın var.
Kağnı, kağnı, kağnı Yollardan, dağlardan, taşlardan gıcırtıdan geçilmiyor.
Mumyalanmış bir eşeğe benzeyen cılız, sanki tenekeden yapılma bir
lokomotif, ince, uzun hörgücünü kaldırmış, bitkin develeri anımsatan
vagonlar da bunların arasında Kayseri yolunu tutuyor.

Her nedense o zaman burada işleyen dekovilde, sudan geçmeyen
hayvanın inadına benzer bir inat vardı. Zaman zaman tutarağı tutardı.
Bakarsınız, tıpış t ıpış giderken birdenbire zınk yerinde sayar. Bir
ses duyulur:

“Lokomotifin suyu tükendi. Allah’ını seven su getirsin!…”
Kovalarla, ibriklerle, testilerle bir sürü halk su aramaya çıkar, su
bulunmayan bir yerde ise herkes mataralarındaki, testilerindeki, teneke
ya da toprak ibriklerindeki suları lokomotife boşaltırlar. Mübarek,
yürümeye başlar. Ama yürüyüş de ne yürüyüş!…

Trenin üstünde pinekleyen ihtiyarlar, kimi zaman şöyle konuşurlardı:
“Tren giderken indim, aptes bozdum, elimi yudum, trene bindim.”
“Abdest tazeledim, yine geldim, yetiştim.”
Yokuş bir yere gelindi mi bir ses yükselirdi:
“Allah’ını seven vagonları ardından itsin!”
Yüzlerce adam trenden iner, trenin durduğunu gören köylüler de
gelir. Helesa yelesa ile treni yürütürlerdi. Trenin kömürü tükenip
yöreden çalı çırpı topladığımızı da ben bilirim.

Bunları söylerken sadece bir anıyı anlatıyorum. Dün süngüsünü
tüfeğine çaputla bağlayıp düşmana saldıran bir ulusun o günü böyle
geçerdi.

Şimdi İsmet Paşa’nın döşediği raylar üstünde fikir gibi hızlı, düzenli ve rahat trenle Kırıkkale’ye yaklaşıyoruz.
Makinenin, tekniğin dokunduğu yer, çölün ortasında bile olsa yepyeni
bir uygarlığı f ışkırtıveriyor. Kırıkkale işte böyle bozkırın ortasında
baca, fabrika, asfalt, geometri, boyalı ev, sağlam tavan, iş gömleği
giyen alın terli insan demektir. Kırıkkale bana, kopmuş bir film
parçasının sarı bakkal kâğıdına yapıştırılması etkisini yaptı.
Kırıkkale, başlı başına minnacık bir fabrika yuvasıdır. Sağı solu, önü
arkası bozkırdır.

İstasyon kalabalık… Siyahlar giyinmiş öğretmenler, iş gömlekli
işçiler, ustalar, mühendisler, bereli kadınlar, irili ufaklı çocuklar
vagonların çevresinde toplanıyorlar…
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
GeCe YaRıSı
Çaylak
Çaylak
GeCe YaRıSı


Kadın
Mesaj Sayısı : 1200
Yaş : 105
Kayıt tarihi : 29/07/09

11.Sınıf Ders Konuları Empty
MesajKonu: Geri: 11.Sınıf Ders Konuları   11.Sınıf Ders Konuları Icon_minitimePaz Ara. 13, 2009 10:45 pm

SÖYLEŞİ (Sohbet)

Söyleşi anlamındaki Arapça'dan dilimize geçmiş olan sohbet kelimesi, iki anlam içerir:

1. Arkadaşlık, yârenlik;

2. Konuşma, görüşme, birlikte oturup söyleşme.

Makalelerin bir konuşma havası içinde daha senli benli olarak yazılan
tarzına Söyleşi (Sohbet) denir. Gazete ve dergi yazılarındandır. Bu tür
yazılarda, samimiyet esastır. Yazar, düşüncelerini muhakkak kabul
ettirmek için okuyucularını zorlamaz. O, daha çok kendi kişisel
düşüncelerini ileri sürer. Söyleşilerde, küçük fıkralar ve anılar da
malzeme olarak kullanılır.

(H. F. GÖZLER, Örnekleriyle Türkçe ve Edebiyat Bilgileri, s. 522)

Söyleşi türünün genel özelliklerini şöyle sıralayabiliriz:

* Kompozisyon türü olarak söyleşi; makale plânıyla, fakat bir karşılıklı konuşma havası içinde yazılan yazılardır.

* Söyleşiler, genellikle günlük sanat olaylarını konu olarak ele alır.

* Gazete ve dergi yazılarındandır.

* Yazarın, okuyucu ile bir sohbet havası içinde senli benli konuştuğu yazı türüdür.

* Yazar, düşüncelerinin doğruluğunda ısrar edici olmaz.

* Söyleşide, daha çok yazarın kişisel düşünceleri ağırlık kazanır.

* Söyleşilerin en önemli özelliği, yazarın samimi, içten bir ifade tarzını ortaya koymasıdır.

* Ayrıca, bu tür yazılarda anılar, fıkralar ve çeşitli güncel olaylar verilerek yazarın duygu ve düşünceleri desteklenebilir.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
GeCe YaRıSı
Çaylak
Çaylak
GeCe YaRıSı


Kadın
Mesaj Sayısı : 1200
Yaş : 105
Kayıt tarihi : 29/07/09

11.Sınıf Ders Konuları Empty
MesajKonu: Geri: 11.Sınıf Ders Konuları   11.Sınıf Ders Konuları Icon_minitimePaz Ara. 13, 2009 10:45 pm

“Haber Yazısı” Türünün Özellikleri
Tarihi Gelişimi ve Temsilcileri


İnsanlar arası ilk ilişkilerden biri haberleşmedir. Bugün hayvanlar
dünyası gözlendiğinde yine aynı gerçekle karşı karşıya kalırız.
Leyleklerin göç katarlarının idaresi; arılardaki, karıncalardaki iş
bölümü; anaç tavuğun yavrularını büyütmesi başka nasıl açıklanır? İlk
insanlardan günümüze haberleşme dumandan, davuldan, kuştan, atlı
postalardan, motorlu postalardan; günlük gazetelere, sesli radyo
haberlerine, görüntülü televizyon haberlerine, bilgisayar ağlarına
uzanan bir gelişme göstermiştir.

Günlük gazetelerde, belli aralıklarla yayınlanan dergilerde, meslek
kuruluşlarının belli aralıklarla yayınladığı bültenlerde; radyo ve
televizyonlarda belli zaman aralıklarıyla sunulan bültenlerde halka
duyurulmak üzere yayımlanan yazılara haber denir. Yayın organlarının en
büyük desteği haberdir. Hiç bir yayın organı habersiz düşünülemez. Bir
haberin değeri okuyucu sayısıyla belirlenir. Bu nedenle her olay haber
olmayabilir. Belli bir okuyucu kitlesine ulaşabilecek olaylar haber
sayılır.

Yayın ile yayım arasındaki farkları tartışınız!
Halka günlük olayları haber verme geleneğinin şimdilik Atina’da
başladığı sanılmaktadır. Eski Atina’da, halk günün belirli saatinde,
bir meydanda toplanır, hatip kendilerine o günün haberlerini yüksek
sesle söylerdi. Eski Osmanlı’daki “tellâl çağırmak”, “tellâl çıkartmak”
işi de, halka duyurulması gerekli haberleri ulaştırmak için haberci
göndermekten başka bir şey değildi. Tellâl mahalle aralarına girer,
sokak sokak gezer, böylece haberi vatandaşın ayağına götürürdü.
Günümüzde aynı i şi belediyeler; acil durumlarda, haberin hemen
iletilmesi için resmi daireler en çok da pazarlamacılar uygarlığın
teknik olanaklarını da kullanarak hâlâ yapmaktadırlar.


Görülüyor ki, haber kaynağını yaşamdan alır. Genel olarak bu kaynaklar
üçe ayrılır: 1. Resmi Haberler, 2. Özel Haberler, 3. Ajans Haberleri.
Resmi haberler, resmi ve özel kuruluşlardaki yetkili kişilerden alınan
haberlerdir. Özel haberler, halk arasından toplanır. Ajans, haber
toplama ve yayma işleriyle uğraşan kuruluştur. Haberde; yurtiçindeki,
yurtdışındaki önemli ya da ilginç olaylar kısa ve özlü bir biçimde
halka sunulur, gerekirse resimle, fotoğrafla desteklenir. Haber
yazıları, anlattığı olayın türüne göre ad alır: Siyasal haberler,
ekonomik haberler, bilimsel haberler, teknoloji haberleri, sanat
haberleri, spor haberleri, sosyal haberler… vb. Skandal ve dedikodu
haberleri… gibi halk arasında heyecan yaratan haberler vardır, böyle
haberlere sansasyonel haber denir. Haberin anlatımı çoğunlukla resmi
olmak zorundadır. Haber toplayana, haber yazana muhabir denir.Anı
Mektup Biyografi Günlük Roman Tiyatro Fıkra Röportaj Makale Eleştiri
Haber Yazısı Deneme Gezi Yazısı Söyleşi

Gazeticilikte bir haberde aranan ilkeler nelerdir?
Gazete haberlerinde uyulması gereken ilkeler vardır. Bir haberde
bunların eksiksiz verilmesi gerekir:” Ne?/Kim?; Neyi?/Kimi?; Nasıl?;
Niçin?; Nerede? ;Ne zaman?” sorularının yanıtları haberde bulunmalıdır.

• Ne/Kim: Habere kaynak olan olayın kimin başından geçtiği ya da neyin
bir olay sonucunda etkilendiği bildirilmelidir. Örneğin: “Vezüv
yanardağı patladı”, “Tarihi Zeus Heykeli kaçırıldı.” “****** Bütün
Yurtta ve Dış Temsilciliklerimizde Anıldı. ”
• Neyi/Kimi: Habere kaynak olan olay kimi, neyi etkiledi. “Bakanlar
Kurulu, memur maaş katsayısını görüştü.”, “Milli Eğitim Bakanı, resim
çalışmalarıyla uluslararası başarı kazanan beş öğrenciyi kutladı.”…
• Nasıl: Habere kaynak olan olayın yapılış, meydana geliş sürecinin anlatıldığı bölümdür.
• Niçin: Her olayın bir nedeni vardır. En kötü olayları
gerçekleştirenler bile, bir nedenin arkasına sığınırlar. Doğada nedeni
çözülemeyen olaylarla bilim adamları hâlâ uğraşmaktadır; kanserin oluş
nedenleri, ozon tabakasının ****nmesinin nedenleri…
• Nerede: Yeryüzü bir yerdir. İnsan bir yerde doğar. Bütün olaylar bir
yerde geçer. Yer bilgisi haberlerde genelden, tikele doğru verilir;
ülke, il (varsa ilçe, köy), mahalle, semt, cadde, sokak, ev, mutfak…
• Ne zaman: Yine bütün olaylar bir zamanda meydana gelir. Zaman bilgisi
de haberlerde genelden, tikele doğru verilir; yıl, ay, gün, saat,
dakika…

Haber yazmak çok önemlidir. Muhabir, bu ilkeleri uygularken okuyucu ile bağını koparmamak zorundadır.

Haber yazısının belirleyici özellikleri nelerdir?
• Haber plânı tersine dönmüş pramit diye bilinir. Tersine dönmüş
pramitte, haberin giriş bölümünde olay birkaç cümle ile özetlenir.
Gelişme bölümünde sözü uzatmadan gerekli ayrıntılar verilir. Sonuç
bölümünde ise olayın etkisi, olaya el koyma anlatılır.
• Haber ilginç olmalıdır. Haberin başlığı da ilginç olmalı, başlığa gözü takılan okuyucu, gerisini okumak için can atmalıdır.
• Haber duyulmamış olmalıdır. Okuyucu duyduğu bir olayı ikinci kez okumaz.
• Haber önemli olmalıdır. Haberin ilgilendirdiği okuyucu kitlesi çok olmalıdır.
• Haber doğru olmalıdır. Muhabir haberi tarafsız yazmalı, habere yorum katmamalıdır. Yorum köşe yazarlarının işidir.
• Haber yazılarında, muhabir okuyucuyu haberle başbaşa bırakmalı, okuyucusuna kendi varlığını hissettirmemelidir.
• Bu kurallara bütün yazılı anlatımlarda uygulanacak genel kuralları ekleyiniz.

Önemli Temsilcileri: Namık Kemal, Ziya Paşa, Recaizade Mahmut Ekrem, Şinasi


Belli bir zamanda ve yerde olmuş olayları merakı giderecek düzeyde
ayrıntılı ve anlaşılır bir dille aktaran yazılara denir. Haber
yazılarında inandırıcılık, belgelere dayanma, olayı tüm boyutlarıyla
aktarma, yansız davranma, okuyucunun farklı yorumlamasına imkân
vermeyecek şekilde, açık ve anlaşılır bir dil ve üslûpla aktarılması
gibi unsurlara dikkat edilir.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
GeCe YaRıSı
Çaylak
Çaylak
GeCe YaRıSı


Kadın
Mesaj Sayısı : 1200
Yaş : 105
Kayıt tarihi : 29/07/09

11.Sınıf Ders Konuları Empty
MesajKonu: Geri: 11.Sınıf Ders Konuları   11.Sınıf Ders Konuları Icon_minitimePaz Ara. 13, 2009 10:45 pm

FIKRA

Fıkra : Belli bir amacı, savunulan bir düşünceyi ele alan ve bunu en
kısa yoldan anlatan, mizah ve hiciv unsurlarını da içinde barındıran
sözlü ya da yazılı hikâyelerdir.

Bu özlü hikâyeler tek başına olabildiği gibi, sözün gelişine uygun her
hangi bir yazı içinde de düşünceyi daha çekici hâlde ifade etmek
amacıyla kullanılır.

Bir yazarın günlük olaylara ya da ülke ve toplum sorunlarına ait her
hangi bir konu üzerinde kişisel görüş ve düşüncelerini, akıcı bir dille
anlatan düz yazılara Fıkra denir. (K.GARİPOĞLU, Kompozisyon Bilgileri,
s.239)

Fıkraların başlıca özellikleri; hareketli, ilgi çekici olması,
savunulan bir düşünceyi içine almasından başka bir devrin, bir insanın,
belli bir zamanın ya da sınıfın özelliklerini, siyasî, sosyal vb.
günlük her türlü olay ve sorunları canlandırmasıdır.

Türk edebiyatında fıkra, XIX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren ilk
gazetelerle (İlk özel gazete 1860 yılında yayın hayatına giren
"Tercüman-ı Ahvâl" dir.) birlikte görüldü. Başlangıçta sadece siyasî ve
sosyal konular etrafında yazılan fıkralar, zaman içinde sınırlarını
genişletmiş, bugün sanattan spora, ekonomiden siyasete kadar toplumun
günlük bütün sorunlarını kuşatmıştır.

Fıkralar:

(1) Gazete fıkraları,

(2) Küçük hikâye niteliğindeki nükteli ve güldürü fıkraları, olmak üzere iki türlüdür.


(1) Gazete fıkraları:

Genellikle, günlük gazetelerin belirli köşelerinde yayımlanan bu tür
fıkralarda ortaya konan sorunlar kısa, yalın ve akıcı bir üslûpla
anlatılır. Okuyucunun ilgisini sürekli olarak canlı tutabilmek için,
fıkra yazarlarının konularında tekrarlara düşmemesi, kapsamlı bir
kavrayış gücüne, derin bir kültür zenginliğine ve geçmişle günlük
olayları kaynaştırabilme ustalığına sahip olması gerekir.

Basit, bazen sözü edilmeyen bir mekân, anlamlı bir düşünce, karakteri
canlandıracak kısa ve hareketli bir konuşma, dikkati çeken bir olay,
fıkralar için yeterli malzemedir. Bugün için artık, gazete fıkra
yazarlarının, istatistikî bilgilere de yer vererek, bilimsel bir
yöntemle çalıştıklarını görüyoruz.


Fıkra yazarken şu özelliklere dikkat etmek gerekir:

(1) Konu; okuyucunun duygu, düşünce ve zekâsını okşayan günlük olaylardan (= aktüaliteden) seçilmelidir.

(2) Yazının plânı hazırlanmalıdır.

(3) Gerekiyorsa, başkalarına ait deyişler saptanmalıdır.

(4) Anlatımın açık, fakat ustalıklı olmasına dikkat edilmelidir.

(5) Yazı, gereksiz yere uzatılmamalı; elden geldiğince kısa tutulmalıdır.

(K. GARİPOĞLU, Kompozisyon Bilgileri, s. 240)

(H.F. GÖZLER, Örnekleriyle Türkçe ve Edebiyat Bilgileri, s. 499)

(E. KANTEMİR, Yazılı ve Sözlü Anlatım, s. 546-549)


Makale ile gazete fıkra yazıları arasındaki en önemli fark:

Makale; daha uzun yazılır, kesin bir yargı ve kanıtlamaya gider. Buna
karşılık, fıkra; kısa, etkili ve dokunaklı bir sonuca varmak amacını
güder.

Gazete ve dergilerin fıkra yazarları; günlük olayları, özel bir görüşle
inceleyip eleştirerek ya ciddî ya da güldürücü bir dille, sohbet
biçiminde okuyucularına düşüncelerini aktarırlar.

Gazete ve dergi fıkralarında plân:

Fıkrada da tıpkı makaledeki gibi,

(a) Giriş : Davayı ortaya koyma,

(b) Gelişme: Konuyu açma ve çeşitli örneklerle açıklama,

(c) Sonuç : Olumlu ya da olumsuz bir sonuca bağlama bölümleri yer alır.
Fıkra; kısa ve öz yazıldığından yargılamaya, ispatlamaya ve ayrıntılara
girilmez.

Kısa, özlü, içinde derin anlamlar taşıyan bir fıkra yazabilmek ve bunu
zevkle okutabilmek için yazarın, konuyu iyi kavrayıp ilginç noktaları
gösterebilmesi, gereksiz sözlere yer vermemesi, duygu ve düşüncelerini
inandırıcı, etkileyici ve akıcı bir dille anlatabilmesi gerekmektedir.


(2) Küçük hikâye niteliğindeki nükteli ve güldürü fıkralar:

Nasrettin Hoca, İncili Çavuş, Bekri Mustafa ve Bektaşî fıkraları bu
türdendir. Tanınmış kişileri ya da hayvanları ele alıp, bir hikâye
tarzında, kısa ve öz olarak, ince zekâ oyunları taşıyan nükteli bir
dille, sohbet biçiminde, bir sonuca bağlanarak yazılan yazılardır,
diyebiliriz.

Fıkraların konularını, o çevrenin dikkatini çeken, iz bırakan sorunlar,
olaylar, hareketler, sözler ve kişilik özellikleri oluşturur. Bu tür
fıkralar, önce ağızdan ağza dolaşır; sonra bazı yazarlar tarafından
çeşitli münasebetlerle yazıya geçirilir. Ayrıca bunlar, gerçeğe
dayandığı için, araştırmalarda kaynak olarak da kullanılır.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
GeCe YaRıSı
Çaylak
Çaylak
GeCe YaRıSı


Kadın
Mesaj Sayısı : 1200
Yaş : 105
Kayıt tarihi : 29/07/09

11.Sınıf Ders Konuları Empty
MesajKonu: Geri: 11.Sınıf Ders Konuları   11.Sınıf Ders Konuları Icon_minitimePaz Ara. 13, 2009 10:46 pm

Deneme


Bir insanın herhangi bir konuda içini dökmek, paylaşmak amaçlı kesin
hükümlere varmadan samimi bir üslupla yazdığı yazılara deneme denir .

Deneme tür ve üslup olarak pek çok türe yaklaşır. Bu yüzden de
yazılması en zor olan türlerdendir. Belki de adı bu yüzden denemedir.
Deneme yazarken paylaşımcı ve samimi bir üslup kul1anırken sohbete,
düşünmemizi ortaya koyarken fıkraya, duygularımızı ortaya koyarken
eleştiriye yaklaşma riski her zaman vardır.

Bu türün en büyük ustası Montaigne kitabının önsözünde özetle şöyle
demektedir: "Eğer mümkün olsaydı karşınıza anadan doğma çıkardım. Bu
kitapta size asla bir şey kanıtlama iddiam yoktur. Elimden geldiğince
size beni anlattım. Bana hak vermenizi ya da yargılamanızı istemiyorum"
buradan da anlaşıldığına göre denemeler iddialı olmayan, ispat kaygısı
taşımayan; temel anlamda insan doğallığına dayanan eserlerdir.

Deneme, Avrupa edebiyatında Fransız Montaigne ile başladı. Türk
edebiyatında ise Tanzimat sonrasında özellikle de Servet-i Fünûn
döneminde karşımıza çıkar. Ancak asıl gelişmesini Cumhuriyet döneminde
gerçekleştirir. Günümüzde deneme en sevilen türlerden biridir.

Eskiden denemeye verilen "muhasebe" ismi, onun konusu hakkında bir
ipucu vermektedir. Çünkü denemeler toplumsal konulardan daha çok
kişisel: konulara, soyut dünyalara ve iç hesaplaşmalara daha yakındır.
Bu yönüyle fıkra türünden ayrılır. Fıkralar toplumsal konulara kişisel
yaklaşımlar getirirken deneme iç dünyanın samimi itirafı gibidir.

Denemeye özgü bir konu türü yoktur. Özgürce seçilen bir konuda, yazarın
kendi kendiyle konuşma havası içinde yazdığı yazı türüdür. Yazının
konusu yazarın o anda aklına geliveren bir konu görünümündedir.
Öğretici ve düşünsel yanı da vardır.

Denemenin belirleyici özellikleri nelerdir?
• Makale gibi düşünsel plânla yazılır. Fakat makaleden kısa yazılardır.
• Yazar anlattıklarını kanıtlamak zorunda değildir. Bilimselden çok
kişisel görüşünü açıklar, okuyucusunu kendisi gibi düşündürme kaygısı
yoktur.
• Günübirlik yazılardır, en beğenileni bile birkaç gün sonra unutulur.

Serbest düşüncenin ifade alanı ve nesrin bir türü olarak deneme,
yazarın gözlemlediği ya da yaşadığı olay, olgu, durum ve izlediği
objelerle ya da herhangi bir kavramla ilgili izlenimlerinin herhangi
bir plâna bağlı kalmayarak, ****ller getirip kanıtlama yoluna gerek
duymadan ve kesin hükümler vermeden, tamamen kişisel görüşüyle
serbestçe yazıya döktüğü birkaç sayfayı geçmeyen kısa metinlere denir.

Deneme, derin düşünceden çok, kişinin kendi dışındaki nesnelerle
herhangi bir konuda gerçek ya da hayalî olarak girdiği diyaloğun
ürünüdür.

Deneme yazarı, olay, olgu, durum ve eşyalarda sıradan insanların
eskilerin ifadesiyle ülfet ve ünsiyet perdesiyle göremediği, farkına
varamadığı ayrıntıları, dikkat etmediği hususları, incelikleri,
güzellikleri, harikaları, olağanın altında yatan olağanüstülükleri
görebilen, hissedebilen, düşüncesiyle ve deneyimleriyle onları
okuyucular için ilginç görülebilecek şekilde yazıya dökebilen insandır.
Sıradan insanın “baktığı” şeyi deneme yazarı “görür”.

Deneme dilinde çeşitli bilim, felsefe ve sanat dallarına ait terimlere
yer vermekten ziyade, halk çoğunluğunun ortak günlük konuşma dilinin
düşünce diline dönüştürülmesi çabası hâkimdir. Denemede bilimsel
yazılardaki kuruluk ve şematiklik bulunmaz. Düşünce şiirsel, akıcı,
samimî bir üslûpla sunulur. Bu bakımdan deneme yazılarının geniş halk
yığınlarınca kolayca ve rahatlıkla okunabilme özelliği vardır. Deneme
yazarı yazısını yazarken, bir anlamda kendi kendisiyle diyalog
içindedir. Kendi zihinsel âleminde düşünce temrinleri yapar.

Felsefî metinlerde filozof, yazısında kendince sistemini kurduğu
felsefî bir anlayışa, sistematik felsefî bir dünya görüşüne bağlı
olarak düşüncelerini ortaya koyar. Ortaya koyduğu her metin, kendi
felsefî bakış açısının birer açılımı, ayrıntısı mahiyetindedir. Ancak
denemede böyle sistematik bir düşünceye bağımlılık zorunluluğu yoktur.
Denemecinin yazısında ileri sürdüğü düşünce, herhangi bir felsefe
ekolüyle ilintili olmayabilir. Ancak filozof yazısında kurduğu ekole
bağlı düşünce üretme çabası içindedir.

Klâsik Türk edebiyatındaki münşeât mecmualarındaki yazılar ve Kâtip
Çelebi (16091657) gibi yazarlar bir tarafa bırakılırsa, modern anlamda
deneme türü, Türk edebiyatında asıl olarak gazete ile birlikte ortaya
çıkmaya başlamıştır. İlk özel gazete Tercümanı Ahval (1860)’in yayın
hayatına başlamasından itibaren gazetelerde çıkan değişik yazılar,
zamanla ayrı bir tür olan deneme için dil, anlatım ve yaklaşım
bakımından zemin oluşturmuşlardır. Tanzimattan itibaren bir süre gazete
ve dergilerde “musâhabe” üst başlığı altında deneme benzeri yazılar
kaleme alınmıştır.

Türk edebiyatında deneme türünde pek çok ürün verilmiştir. Bu tür içine
koyabileceğimiz ürünler, genellikle değişik zamanlarda çeşitli gazete
ve dergilerde yayımlanmış yazıların bir araya getirilip kitaplaşmış
şekilleridir. Bu eserlerde yer alan yazıların bir kısmı, inceleme,
eleştiri yazısı olarak da görülebilir. Bunun yanında bir kitapta yer
alan yazıların bir kısmı edebiyat, bir kısmı tarih, bir kısmı felsefe,
bir kısmı başka konularda olabilmektedir. O bakımdan deneme türü için
çok kesin sınıflandırma ve sınırlandırmalar yapılamamaktadır.

Türk edebiyatında ilk deneme kitapları arasında Ahmet Haşim’in Bize
Göre (1928), Gurebahanei Laklakan (1928); Ahmet Rasim’in pek çok
yazısı; Mahmut Sadık’ın Takvimden Yapraklar (1912); Refik Halit
Karay’ın Bir Avuç Saçma (1939), Bir İçim Su (1931), İlk Adım (1941), Üç
Nesil Üç Hayat (1943), Makyajlı Kadın (1943), Tanrıya Şikâyet (1944);
Falih Rıfkı Atay’ın Eski Saat (1933), Niçin Kurtulmak (1953), Çile
(1955), İnanç (1965), Pazar Konuşmaları (1966), Kurtuluş (1966), Bayrak
(1970) gibi kitaplarını saymak mümkündür.

Türk edebiyatında deneme türü, genellikle şair, romancı ya da hikâyeci
kimliği öne çıkan sanatçılar tarafından ortaya konan ürünlerden
oluşmaktadır. Birinci derecedeki vasfı “denemeci” olan yazar sayısı
oldukça azdır. Nurullah Ataç (18981957), Sabahattin Eyüboğlu
(19081973), Suut Kemal Yetkin (19031980), Mehmet Kaplan (19151986),
Nurettin Topçu (19091975), Salah Birsel (1919 ), Vedat Günyol (1912 ),
Enis Batur (1952 ), Cemil Meriç (19171987), Mehmet Salihoğlu (1922 ),
Uğur Kökden (1934 ), Nermi Uygur (1925 ) bunlardan birkaçıdır.
Aşağıdaki örnek, çağdaş bir deneme yazarımız olan Vedat Günyol’un bir denemesidir.


Deneme Örneği: YALNIZLIK-Montaigne
Yalnız yaşamanın bir tek amacı vardır sanıyorum; o da daha başıboş,
daha rahat yaşamak. Fakat her zaman, buna hangi yoldan varacağımızı pek
bilmiyoruz. Çok kez insan dünya işlerini bıraktığını sanır; oysaki bu
işlerin yolunu değiştirmekten başka bir şey yapmamıştır. Bir aileyi
yönetmek bir devleti yönetmekten hiç de kolay değildir. Ruh nerde
bunalırsa bunalsın, hep aynı ruhtur; ev işlerinin az önemli olmaları,
daha az yorucu olmalarını gerektirmez. Bundan başka, saraydan ve
pazardan el çekmekle hayatımızın baş kaygılarından kurtulmuş olmuyoruz.


Ratio et prudentia curas,Non locus effusi late maris arbiter, aufert. (Horatlus)

Dertlerimizi avutan akıl ve hikmettir,O engin denizlerin ötesindeki yerler değil


Ülke değiştirmekle kıskançlık, cimrilik, kararsızlık, korku, tutku bizi bırakmaz.

Et post equitem sade atra cura. (Horatius) Ve keder, atımızın terkisine binip gelir.

Onlar manastırlarda, medreselerde bile peşimizi bırakmazlar. Bizi
onlardan ne çöller kurtarabilir, ne mağaralar, ne de bedenimize
ettiğimiz işkenceler ...

Haeret lateri letalis arundo. (Virgilius)
**dürücü yara bağrımızda kalır.

Sokrates'e birisi için, seyahat onu hiç değiştirmedi, demişler. O da: Çok doğal, çünkü kendisini de beraber götürmüştür, demiş.

Quid terras alio calentes
Sole mutamus? patria quis exul
Se quoque fugit? (Horatius)

Niçin başka güneş başka toprak ararsın?
Yurdundan kaçmakla kendinden kaçar mısın?

İnsan önce içindeki sıkıntıyı dağıtmazsa yer değiştirmek daha fazla
bunaltır onu: Nasıl ki yerine oturmuş yükler daha az engel olur geminin
gidişine. Bir hastaya iyilikten çok kötülük edersiniz yerini
değiştirmekle. Hastalığı azdırırsınız kımıldatmakla, nasıl ki kazıklar
daha derine gidip sağlamlaşır sarsıp sallamakla. Onun için kalabalıktan
kaçmak yetmez, bir yerden başka bir yere gitmekle iş bitmez: İçimizdeki
kalabalık hallerimizden kurtulmamız, kendimizi kendimizden koparmamız
gerek .


Rupi jam vincula dicas;
Nam luctata canis nodum arripit; attemen illi,
Cum fugit, a collo trahitur pars longa catenae. (Persius)


Kırdım diyorsun zincirlerini;
Evet, köpek de çeker koparır zincirini,
Kaçar o da, ama halkaları boynunda taşıyarak


Zincirlerimizi götürürüz kendimizle birlikte; tam bir özgürlük değildir
kavuştuğumuz; döner döner bakarız bırakıp gittiğimize; onunla dolu
kalır düşlerimiz.

Nisi purgatum est pectus, quae prelia nobis
Atque pericula tonc ingratis insinuandum?
Quantae conscindunt hominem cuppedinis acres
Sollicitum curae, quantique perinde timores?
Quidve superbia spurcita, ac petulantia, quantas
Efficiunt clades? Quid luxus desidiesque? (Lucretius)


İçi arınmamışsa, neler bekler insanı,
Kendi kendisiyle ne savaşlar eder boşuna!
Tutkuları içinde ne kemirici kaygılar.
Ne korkular içinde kıvranır insan!
Ne çöküntüler yapar bizde gurur, şehvet,
Öfke, gevşeklik ve tembellik!


Kötülüğümüz içimizde bizim; içimizse kurtulamıyor kendi kendisinden.

In culpa est animus qui se non efiugit unquam. (Horatius)
Ruhun derdi içinde ve kaçamaz kendi kendinden.

İnsanın, olanak varsa karısı, çocuğu, parası ve hele sağlığı olmalı,
ama mutluluğunu yalnız bunlara bağlamamalı. Kendimize dükkanın
arkasında, yalnız bizim için bağımsız bir köşe ayırıp orada gerçek
özgürlüğümüzü, kendi sultanlığımızı kurmalıyız. Orada, yabancı hiçbir
konuğa yer vermeksizin kendi kendimizle her gün başbaşa verip
dertleşmeliyiz; karımız, çocuğumuz, servetimiz, adamlarımız yokmuş gibi
konuşup gülmeliyiz. Öyle ki, hepsini yitirmek felaketine uğrayınca
onlarsız yaşamak bizim için yeni bir şey olmasın. Kendi içine
çevrilebilen bir ruhumuz var; kendi kendine yoldaş olabilir; kendi
kendisiyle, çekiş dövüş, alışveriş edebilir. Yalnız kalınca sıkılır, ne
yapacağımızı bilmez oluruz diye korkmamalıyız.


In solis sis tibi turba locis (Tibulhıs)
Issız yerlerde kendin için bir evren ol

Erdem, der Antishenes, kendi kendisiyle yetinir; ne kurallara baş vurur, ne laflara, ne gösterişlere.

Yapmaya alıştırıldığımız işlerden binde biri bile kendimizle doğrudan
doğruya ilgili değil. Bakarsınız bir adam canını dişine takmış, kurşun
yağmuru altında, yıkık bir kale duvarına tırmanıyor bütün hıncıyla; bir
başkası, karşı tarafta, kan revan içinde, aç susuz savunuyor o kaleyi
ölesiye: Kendileri için mi gösteriyorlar bu yararlığı? Uğrunda
ölecekleri ve hiç görmedikleri insan belki o sırada kılım kıpırdatmadan
keyif sürmektedir. Bakarsınız bir başkası, bitkin, perişan, saçı sakalı
birbirine karışmış kitaplıktan çıkıyor gece yansından sonra: Bunca
kitabı daha iyi, daha akıllı bir insan olmak için mi karıştırdı
sanırsınız? Yok canım sen de! Ya ölecek o kitaplıkta ya öğretecek
yarınki kuşaklara Platus'un dizelerini hangi düzenle kurduğunu ve falan
Latince sözcüğün nasıl yazılması gerektiğini. Kim seve seve feda
etmiyor sağlığını, canını şan şeref için? Oysa kalp bir paradan başka
nedir ki şan şeref? Kendi ölümümüzden korkmakla yetinemeyiz;
karılarımızın, çocuklarımızın, adamlarımızın ölümünden de korkmak
zorundayız. Kendi işlerimizden çektiğimiz sıkıntı yetmiyormuş gibi
komşularımızın, dostlarımızın işleriyle de dertlere sokar, bunaltırız
kendimizi.


Vah! quemquamne hominem in animum instituere, aut
Parare, quod sit charius quam ipse est sibi? (Terentius)

Vah, vah! Nasıl olur da insan bir şeyi
Kendinden daha çok sevmeye kalkar?
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
GeCe YaRıSı
Çaylak
Çaylak
GeCe YaRıSı


Kadın
Mesaj Sayısı : 1200
Yaş : 105
Kayıt tarihi : 29/07/09

11.Sınıf Ders Konuları Empty
MesajKonu: Geri: 11.Sınıf Ders Konuları   11.Sınıf Ders Konuları Icon_minitimePaz Ara. 13, 2009 10:46 pm

Makale Nedir ? Makale Nasıl Yazılır?


Makale, belirli bir konuda, bir görüşü, bir düşünceyi savunmak ve
kanıtlamak için yazılan yazı türüne denir. Gazete dergi ve internette
yayınlanır. Ayrıca herhangi gerçeği açıklığa kavuşturmak, bir konuda
görüş ve tezler ortaya koymak ve bir hipotezi savunmak, desteklemek
için yazılmış olan yazılara da makale denir.

Makale yazarken aşağaıdaki kriterler önemlidir:

-Anlatımda sade ve belirli bir formata uygun olursa daha iyi olur.
-Somut özellikler ön plandadır.
-Öne sürülen düşünce ve tez kanıtlamak icap eder.
-Makele yazarken belirli bir konu yoktur. Yazar her konuda yazabilir.
-Gazetee dergi ve internette yayımlanır.

Ayrıca bilimsel standartlarda makale yazmak çok önemlidir. Örneğin çok
önemli bir hipotezi ispatlasanız dahi eğer bu bilimsel makale formatına
uygun değilse hiç bir bilimsel yayında itibar görmez hatta yayınlanmaz.
Bu sebeple akademik kariyer sahibi insanlar makalelerini belirli bir
formata uygun kalarak yazmak zorundadır. Bu okuyanların işini
kolaylaştırır. Akademik bilgi düzeyi ve yazılan hipotezin doğruluğu ile
ilgili makale arasında bilimsel bilgi düzeyi açısından direk bir
bağlantı olmasa da, bilimsel makale yazma alışkanlığınız ve formata
uygunluğunuz karşı tarafın sizi değerlendirmesinde rol oynayabilir.
Akademik süreçde bilimsel dünyaya sunulan bir bilgi demetinin başarısı
,anlaşılır bir düzeydeki dille ve formatına uygun bir biçimde karşı
tarafın yargı gücüne sunulmuş olma özellikleri ile doğru orantılıdır.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
GeCe YaRıSı
Çaylak
Çaylak
GeCe YaRıSı


Kadın
Mesaj Sayısı : 1200
Yaş : 105
Kayıt tarihi : 29/07/09

11.Sınıf Ders Konuları Empty
MesajKonu: Geri: 11.Sınıf Ders Konuları   11.Sınıf Ders Konuları Icon_minitimePaz Ara. 13, 2009 10:46 pm

ELEŞTİRİ (TENKİT)


Bir sanat ya da düşünce eserini tanıtırken, zayıf ve güçlü yönlerini
belirtme, bir yazarın gerçek değerini yansıtma amacıyla yazılan
yazılara eleştiri (tenkit) denir. (E. KANTEMİR, Yazılı ve Sözlü
Anlatım, s. 237 - 241)

Eleştiri (tenkit): Bir şeye kıymet biçme, o şeyi kıymetlendirme
demektir. Aslı Yunanca "Kritikos" kelimesinden gelen "Critic"
(hükmetme) karşılığı olarak dilimizde kullandığımız "tenkit" kelimesi
"nakd" kökünden türemiştir. "Nakd", bir şeyi satın alırken verilen
akçe, kıymet ölçüsüdür ve tenkit, o şeyi kıymetlendirme anlamını taşır.
(F. A. TANSEL, İyi ve Doğru Yazma Usûlleri, Cilt: I-II, s. 192)

Bir eser ya da yazar hakkında inceleme yapan ve bir değer yargısına
varan kişiye eleştirmen (münekkit = tenkitçi) denir. Eleştirmen;
düşünce, sanat ve edebiyat alanında topluma yarar sağlayan; sanatın,
sanatçının ve toplumun yol göstericisi olan; eserlerdeki zenginlikleri
gözler önüne seren; okuyucuya kılavuzluk yapan kişidir.

Eleştiride amaç; iyi olanın değerini ortaya koymak, sanatı
unutul-maktan kurtarmak, iyi olmayana ve kötüye fırsat vermemektir.
Eleştiri yapmak için inceleme yapmasını bilmek gerekir. İnceleme
yoluyla, eleştirilecek olan şey tanıtılır, sonra eleştiriye geçilerek
olumlu ve olumsuz yanlar bulunur ve bir yargıya varılır. (S. SARICA -
M. GÜNDÜZ, Güzel Konuşma Yazma, s. 354) (E. KANTEMİR, Yazılı ve Sözlü
Anlatım, s. 242 - 243)

Eleştiri yazarken şu özelliklere dikkat etmek gerekir:


(1) Eserin (ya da yazının), gerçeği yansıtmadaki başarısı nedir?

(2) Eser (ya da yazı), okuyucu üzerinde nasıl bir etki bırakmıştır?

(3) Eserin (ya da yazının) olayı okuyucularına anlatmasında,
aktar-masında başarısı nasıldır? Eserdeki içtenlik, özgünlük ve hayal
gücü; başarıya nasıl katkıda bulunmuştur?

(4) Eserde (ya da yazıda) yansıtılan duygu ile sanatçı arasında nasıl bir ilgi vardır?

(5) Genel olarak eser (ya da yazı) başarılı mıdır? Başarılı olduğu yanlar, başarılı olmadığı yanlar var mıdır?

(E. KANTEMİR, Yazılı ve Sözlü Anlatım, s. 242/243)
(S. SARICA - M. GÜNDÜZ, Güzel Konuşma Yazma, s. 354/355)


Sanat eserini meydana getiren bazı şartlar, hatta yasalar vardır.
Bunları bulup açığa çıkarmak gerekir. Eleştiri, mahiyetine uygun olarak
meydana gelen dil varlığı ile bunu yapar. O, eser karşısında iki önemli
görevi yerine getirmeye çalışır: Çözümleme ve yorumlama.

Eleştiri, sadece övgü ya da yergi değildir. Eleştiriler, ele alınan
eserin ya da yazarın iyi anlaşılmasını sağlar. “Yergi”, ayrı bir tür
olup, özellikleri şöyledir:

YERGİ: Bu tür ürünlerde toplum, kişi ya da olayların kusurları, kötü ve
gülünç yönleri ele alınmaktadır. Divan şiirindeki karşılığı "hiciv"dir.
Halk şiirinde ise "taşlama" adı verilmektedir.

Bu tür yergiler, dikkatli ve iyi yapıldığında toplum sorunlarını dile
getirmesi bakımından oldukça önemlidir. Yapılan yergi, bayağı ve kaba
bir anlatımdan meydana gelirse insanları rahatsız etmektedir. Yergi,
aynı zamanda, gerçeklere uygunluk derecesinde değer kazanmaktadır. Türk
edebiyatında en büyük yergi ustası, 17. yüzyılda yaşayan Nef'î' dir.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
GeCe YaRıSı
Çaylak
Çaylak
GeCe YaRıSı


Kadın
Mesaj Sayısı : 1200
Yaş : 105
Kayıt tarihi : 29/07/09

11.Sınıf Ders Konuları Empty
MesajKonu: Geri: 11.Sınıf Ders Konuları   11.Sınıf Ders Konuları Icon_minitimePaz Ara. 13, 2009 10:46 pm

Eleştiri Türünün Özellikleri
Eleştiri Türünün Tarihi Gelişimi ve Temsilcileri


Eleştiri de temeli düşünce olan yazı türüdür. Konu sınırlaması yoktur.
Sanat, edebiyat ya da düşünce yazılarının içeriği ile bu içeriğin
işlenişini, değerli ve değersiz yönlerini ortaya koyan bir yazı
türüdür. Yazarın yazıyı kendine göre, yazıyı ilgilendiren topluma göre,
kendi alanındaki diğer çalışmalara göre değerlendirdiği yazılardır.

Bir eseri değerlendirme amacıyla yazılan yazılara eleştiri
denir.Eleştiride eserin ya da sanatçının gerçek değerinin belirtilmesi
amaçlanır.

Eleştirmeci,bir sanat eserinin gerçek değerini,özünü
yapılışını,değerli-değersiz yanlarını ortaya koyar.Eleştirmecinin
görevi güzellik yaratmak değil,yaratılmış güzelliği yargılamak,okurlara
tanıtmaktır. Eleştiriler; okura dönük eleştiri,topluma dönük
eleştiri,sanatçıya dönük eleştiri,yapıta dönük eleştiri… olmak üzere
türlere ayrılır.

Herhangi bir kişiyi, bir eseri, bir konuyu doğru ve yanlışlarını
göstererek anlatmak amacıyla yazılan kısa metinlerdir. Hedeflenen öğeyi
doğru ve yanlış yönleriyle tanıtmayı amaçlayabileceği gibi, bu öğenin
doğru tanıtılmasını sağlamayı ve bir değerlendirmeyi de hedef alabilir.
Edebiyat sorunlarını ve yapıtlarını konu alan inceleme, yorum ya da
değerlendirme olarak da tanımlanabilir.İster şahsi zevklerle ister
estetik prensiplere göre sistemli bir şekilde değerlendirmedir. Nazmın
kururlarını bildiren ilim olarak da bilinir. Yazar; objektif olmalı
eseri dikkatle inceleyebilmeli; analiz ve yorumlayabilmeli, geniş
açılarla geniş bir bilgiyle ve hassasiyetle eseri değerlendirme
kabibiliyetine sahip olmalıdır.

Eleştiri okulları üçe ayrılır: Yansıtma, yaratma, dil. Yansıtma, eserin
doğaya benzediğini savunur. Yaratma, eserin iç dünyasıdır, yani
sanatçı. Dil ise, Rus biçimcilerinin yöntemidir ve eseri dil sistemi
olarak görür.

Türkiye’de Eleştiri

Tanzimat dönemi Romantikleri Şinasi, Namık Kemal, Recaizade Ekrem,
Abdülhak Hamid; Realistleri Samipaşazade Sezai, Beşir Fuad, Nabizade
Nazım, Mizancı Murad’tır.

Serveti Fünun döneminde, Cenap Şahabettin intikad (sahte parayı
gerçeğinden ayırmak)anlayışıyla tenkit eder. Halit Ziya, Mehmet Rauf,
Nabizade Nazım, Hüseyin Cahit dönemin eleştiricileridir.

Cumhuriyetin ilk yıllarında eleştiri Yahya Kemal ve Ahmet Haşim’le
başlar. İsmail Habip Sevük ve Ahmet Hamdi Tanpınar eleştiriyi edebiyat
tarihi içinde ele alırlar. Nurullah Ataç, Suut Kemal Yetkin iki öznelci
eleştirmendir.

Sistematik eleştirmenler Asım Bezirci, Fethi Naci, Hüseyin Cöntürk bağımsız yöntemi geliştirdi.

Sabahattin Eyüboğlu ile Vedat Günyol hümanist eleştirmenlerdir.

Çağdaş eleştirmenler Mehmet Kaplan, Tahsin Yücel, Akşit Göktürk, Şara
Sayın, Ünsal Oskay, Murat Belge, Orhan Burian, Tahir Alangu, Memet
Fuat, Mehmet Doğan, Bedrettin Cömert, Enis Batur, Nihat Sami Banarlı,
Cemil Meriç, Kenan Akyüz, Melih Cevdet, Konur Ertop, Orhan Şaik Gökyay,
Alpay Kabacalı, Cevdet Kudret, Agah Sırrı, Berna Moran, Rauf Mutluay,
Yaşar Nabi, Ahmet Oktay, Atilla Özkırımlı, Nermi Uygur ve Fuat Köprülü.

Dünya edebiyatında Boielau, A. France, Türk edebiyatında ise Mehmet
Kaplan, Nurullah Ataç, Cemil Meriç ve Hüseyin Cahit yalçın eleştiri
türünün önemli temsilcileridir. Edebiyatımızdaki ilk eleştiri Namık
Kemal’in Tahrib-i Harabat’ıdır.

Eleştirinin belirleyici özellikleri nelerdir?
• Düşünsel plânla yazılır.
• Konu, yazının sonuna dek değerlendirilmesi yapılan esere bağlı
kalmalıdır. Eser ile ilgili, değerli ve değersiz diye gösterilen
yargılar, eserden alınacak örneklere dayandırılmalıdır.
• Yazar, yargılarında belirli ölçülere bağlı kalmalı, eleştirileri
nesnel olmalı, “beğendim, hoşuma gitti”… gibi öznel değerlendirmelerden
kaçınmalıdır. Bunun yanında eleştiri yazısını okutacak olan elbette
eleştiri yazarının kendine özgü konuyu ele alış biçimi, kendine özgü
yorumlayışı ve anlatımındaki üslûbudur.
• Eleştirisi yapılan çalışma, bütün boyutlarıyla ele alınmalı, kendi
türü içindeki bilimsel, sanatsal, toplumsal yere oturtulmalıdır.
Alanındaki diğer çalışmalarla karşılaştırılarak bu türe kattıklarıyla,
kendisinden beklendiği halde katamadıklarıyla ele alınmalıdır.

Bu da gösteriyor ki eleştiri yazarı, her konuda eleştiri yazısı
yazamaz, ancak uzmanı olduğu alanda yazabilir. Eleştiri yazarının alan
bilgisi, eleştirdiği çalışmayı yapanın alan bilgisi ile en azından aynı
düzeyde olmalıdır.

Yazınsal Yaratmada Bireyin İşlevini Nasıl Anlamalı?
Bir yapıtın açıklanmasında yazarın yaşamöyküsü, yapıtın anlaşılmasında
temel bir öğe değildir; yazarın düşünce ve niyetlerinin bilinmesi de bu
yapıtın anlaşılmasında temel bir öğe olamaz. Yapıt, önemli bir yapıt
olduğu ölçüde, kendi gücüyle yaşar ve anlaşılır ve çeşitli toplumsal
sınıfların düşüncelerinin çözümlenmesiyle de doğrudan doğruya
açıklanabilir. Bir yazın ya da felsefe yapıtında bireyin işlevini
yadsımak, yadsımak mı demektir? Kuşkusuz hayır. Ne var ki, bütün
gerçekler gibi bu işlev de eytişimseldir (diyalektiktir), dolayısıyla
onu neyse öyle anlayıp kavramaya çalışmak gerekir.

Yazın ya da felsefe ürünlerinin, yazarlarının yapıtları olduğunu
yadsımayı kimse düşünemez; ne ki bunların da kendi mantıkları vardır,
dolayısıyle keyfe bağlı yaratmalar değillerdir hiç de. Yazınsal bir
yapıtta hem kavramsal bir dizgenin iç bağlantısı, hem de bir canlı
varlıklar dizgesinin iç bağlantısı vardır; bu bağlantı, bunların
birtakım bütünler oluşturduğunu gösterir; bu bütünlerin parçaları,
birbirlerine göre, birbirlerinin yardımıyle, özellikle temel özleri
yardımıyle anlaşılıp kavrayabilirler. Böylece, bir yandan şu sonuç
çıkar ortaya: Yapıt ne denli büyük olursa o denli de kişisel olur;
çünkü, ancak çok zengin ve güçlü bireylik, henüz oluşmakta bulunan ve
topluluğun bilincinde pek az belirlenmiş olan bir evreni düşünüp
görebilir ve son ayrıntılarına dek bunu yaşayabilir. ama bir yandan da
şu sonuç çıkar ortaya: Bir yapıt ne denli büyük bir düşünür ya da
yazarın kaleminden çıkmışsa o denli de kendi gücüyle kendini
anlatabilir; dolayısıyle tarihçinin, yapıtı yaratanın yaşam öyküsü ya
da düşüncelerine baş vurmasına hiç gerek kalmaz. En güçlü kişilik,
düşünsel yaşamla en iyi özdeşleşen kişiliktir, toplumsal bilincin etken
ve yaratıcı bütün temel güçleriyle en çok özdeşleşen kişilik. Bir
yapıtın güçsüz ve tutarsız yanlarını anlamak söz konusu olduğunda
ancak, yazarın kişiliğine ve yaşamının dış koşullarına baş vurmak
zorunluluğu doğar çok kez.

Böylece, Goethe’nin pek yazınsal bir değer taşımayan bir sürü benzetme
oyunları, hatta Faust’un birtakım cılız, güçsüz yanları, yazarın Weimar
sarayında karşı karşıya bulunduğu zorunluklarla açıklanabilmektedir.
Ama Goethe artık kendine yaraşır düzeyde bulunmadığı andadır ki Weimar
bakanı yapıtta ön sıraya geçip varlığını duyurur.

Demek, toplumla bireyi, tinsel değerlerle toplumsal yaşamı birbirine
karşıt görmek şöyle dursun, gerçek, bunun tam tersidir. Toplumsal
yaşam, yaratma gücünün en son noktasına eriştiğinde, her ikisi de, en
yüce biçimleri içinde birbirleriyle kaynaşmış olurlar; yazın alanında
bu böyledir, felsefede, siyasal alanında da böyle. Racine ya da
Pascal’ı PortRoyal’dan nasıl ayırabilirsiniz. Munzer’i Köylüler
Savaşından, Luther’i din devriminden, Napoléon’u imparatorluktan ve
Fransız Devrimiyle eski rejim arasındaki sürekli kavgadan? Tersine,
topluluk ortaklığa dönüştüğünde, birey güçsüzleşip göze batar duruma
geldiğinde aradaki karşıtlık iyice derinleşir. Ama o zaman da, yazınsal
yaratma tarihinde, derin bilginleri çok ama yazınsal düşünce
tarihçisini pek az ilgilendirebilecek olan yazılarla karşı karşıya
bulunuruz artık..
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
GeCe YaRıSı
Çaylak
Çaylak
GeCe YaRıSı


Kadın
Mesaj Sayısı : 1200
Yaş : 105
Kayıt tarihi : 29/07/09

11.Sınıf Ders Konuları Empty
MesajKonu: Geri: 11.Sınıf Ders Konuları   11.Sınıf Ders Konuları Icon_minitimePaz Ara. 13, 2009 10:47 pm

SÖZLÜ ANLATIM


RÖPORTAJ

Yazarın okuyucularına bir konuyu inandırmak için kişi, eşya, eser ya da
bir yerle ilgili olarak yaptığı incelemeleri, fotoğraflarla süsleyerek,
kendi görüşlerini de katarak yazdığı gazete ve dergi yazılarına
Röportaj denir.

Röportaj yapacak kişide üstün bir görüş, anlayış ve gözlem yeteneği
olmalıdır. Röportaj, bir çeşit haberdir. Fakat, röportajda bilgiden
başka, yazarın izlenimleri, düşünceleri, görüşleri de yer alır.
Röportajı hazırlayan kişi, konuyu iyice öğrenmeli, yerinde ve gerekli
incelemeleri yapmalı, gerekli belgeleri toplamalıdır. (S. SARICA - M.
GÜNDÜZ, Güzel Konuşma Yazma, s. 283)

Röportaj türü, gazeteciliğin gelişmesiyle ortaya çıkmıştır. Bu nedenle,
röportaj, özellikle gazetecilerin uyguladığı bir türdür. Günümüzde
radyo ve televizyon da çok önemli bir röportaj aracı konumundadır. (H.
F. GÖZLER, Örnekleriyle Türkçe ve Edebiyat Bilgileri, s. 561)

Vikipedi Sözlüğe Göre:
Röportaj, bir gazete yazarının çeşitli kimseler, yerler ve olaylarla
ilgili inceleme ve araştırmalarına kendi görüşlerini de ekleyerek
oluşturduğu yazı türü. Röportaj kelimesinin kökeni, Latincede
'toplamak', 'getirmek' anlamlarında kullanılan reportare kelimesine
dayanır.

Röportaj, bir gazete yazısı olmasına karşın, gezi türüyle iç içe
olması, bazen sanatsal kaygılarla kaleme alınması, sıradan bir aktarma
değil de özel bir yorum değerlendirme değeri taşıması gibi
özellikleriyle, edebiyat türü olarak da kabul edilmektedir.

Röportaj, başlangıçta "sorular" ve "yanıtlar"dan oluşan "mülakat"tan
farklı değilken, gazeteciliğin gelişmesi ve ünlü edebiyatçıların
röportaj türünde de yapıtlar ortaya koymaya başlamasıyla, daha çok,
araştırmaya, incelemeye, soruşturmaya dayanan ve bazı gerçeklerin
ortaya çıkmasına yardımcı olan bir dal haline gelmiştir.

Konu başlıkları
1 Yapısı
2 Konuları
3 Röportaj yazarlığı
4 Türkiye'de röportaj



Yapısı

Yapısına daima öznellik hakimdir ve bu öznellik bütünüyle gerçeklere
odaklı basit haberin ve de hemen hemen aynı derecede yalın
biçimlendirilmiş karmaşık haberin aksine aranan bir özelliktir.

Röportaj, gerçekleri, öznel yaşantılarla harmanlar. Yalın biçimde
kaleme alınmış basit haberden, gerçekleri yansıtan karmaşık haberden
daha ayrıntılı, daha canlı bir anlatım biçemine sahiptir. Ama anlatımın
renkliliği, bir dizi niteleme sıfatının kullanımıyla değil, daha çok
içerikle sağlanmalıdır. Röportajlar genellikle birinci tekil şahsın
ağzından yazılır.

Eylemler ve yaşantılar, gerçek olaya ilişkin haberlerle bağlanır. Ama bu iş olduğunca canlı yapılmalıdır.

Bir röportajda insanların da söze katılmaları (olası ise doğrudan
anlatımla) önemlidir. Bu, anlatımı canlandırır ve aktarılan yaşantıya
doğrudan bağlantıyı sağlar.

Bir röportaj asla yazı işlerinin dört duvarı arasında kurulan
bağlantılarla araştırılamaz. Kaleme alınan olay bizzat yaşanmış
olmalıdır (olduğunca çok not alınmalı).

Bir röportaj, öykünün doğal anlatımına elverişli bir yapıya sahip
olmalıdır. Aralara olayın hızını yavaşlatan an’lar da (düşünceler,
yansımalar, yargılar) serpiştirilebilir. Kesinlikle bir okul
kompozisyonunun biçemi yeğlenmemelidir (genelden özele). Bunun tersini
uygulamak daha uygundur (özelden genele).

Salt tarihsel bir yapı, çok ender kullanılır. Ana düşünce kaybolmadığı
takdirde bir röportaj konusal açıdan da yapılandırılabilir ama olaydaki
iç bağlantı korunmalıdır. Röportaj –haber gibi- hiyerarşik düzen içinde
değil, bir oyun gibi kurgulanır (W. Schneidet).

Bir röportajın biçemi heyecan yaratmalıdır ve bu heyecanın ölçüsü
genelde şimdiki zaman kullanımıyla arttırılır. Yaşanmış olanlar
doğrudan olduğu gibi aktarılır. Sıyga değişikliklerinin yerinde
kullanımı metine ilginçlik kazandırır. Heyecan yaratılması gereken
durumlarda aşırılıklara yer yoktur. Heyecan için tempo gerekir. Tempo
da kısa cümlelerle sağlanır. Gereksiz sözcük ve tümce öğeleri
kullanmaktan sakınılmalıdır. Okurun kendiliğinden eklemeler
yapabileceği yerler anlatılmamalıdır. Kaynak belliyse (örneğin
alıntılar) usul gereği sürekli kaynağa yönelik gönderme yapmaya gerek
yoktur. Biçem renkli ve canlı olmalı, ama anlatımın renkliliği bir dizi
sıfat ve zarf kullanımıyla değil, içerikle sağlanmalıdır.

Betimlemek (atmosfer, duygular, görünümler) anlatmak (süreçler,
eylemler) alıntılamak (etkili ifadeler) ve yansıtmak (düşünmek,
sonuçlar çıkarmak): Bir röportajda bu dört öğe iyi dağıtılarak
kullanılmalıdır.

Konuları

Röportajlar, yurtiçi ya da yurtdışı siyasal, toplumsal, ekonomik,
kültürel, vb. bir konuda olabilir. İyi bir röportaj yazarının ele
aldığı konuyu enine boyuna araştırması, incelemesi, ilgililerle
görüşmesi, konuyla ilgili yerleri gezip görmesi, gerekli belgeleri
toplaması gerekir. Yani röportaj, yalnızca gözlemlerin, izlenimlerin ya
da konuşmaların aktarılması değil, bunların ötesinde bir yorum ve
değerlendirme yazısıdır.

Röportaj, gazete ve gazetecilikle birlikte gelişen bir türdür.
Dünyadaki aşağı yukarı bütün gazete ve dergilerde görülen röportajlar,
konuyla ilgili olarak çekilen fotoğraflarla bütünlenmekte, fotoğraf
röportaja belgesellik, gerçekçilik ve görünüm sağlamaktadır.


Röportaj yazarlığı

Dünyada pek çok ünlü edebiyatçı, aynı zamanda röportaj yazarlığı da
yapmıştır. Bunlar arasında Jack London, Hemingway, Ehrenburg, Şolohov,
Sartre vb. anılabilir. Malaparte ile Raymond Cartier de, gazetecilikten
yetişme röportaj yazarlarındandır.açıkça şu söylenmelidir ki..... bu
ünlüler ne kadar tanınmış bir insanlardır. çoğu kişi bilmez çünkü
bilinen bir şey gibi onlara gözükmez


Türkiye'de röportaj

Türk basınında röportaj türü, başlangıçta mülakat niteliğinde gelişmiş,
özellikle 1960'tan sonra, Türk toplumunun çeşitli sorunları kamuoyuna
duyurulurken, edebiyatçılarımızın röportaj türünden oldukça başarılı
bir biçimde yararlanmaları, aynı zamanda da röportaj tekniğinin
gelişmesini, röportajın gazetelerin vazgeçilmez bir birimi haline
gelmesini sağlamıştır.

Basınımızda röportaj türünde başlıca yapıtlar veren gazeteci ve edebiyatçıların başlıcaları arasında;

  • Ruşen Eşref Ünaydın
  • Hikmet Feridun Es
  • Mustafa Baydar
  • Gavsi Ozansoy
  • Falih Rıfkı Atay
  • Abdi İpekçi
  • Yılmaz Çetiner
  • Nurullah Berk
  • Fikret Otyam
  • Necmi Onur
  • Dursun Akçam
  • Yaşar Kemal
  • Hikmet Çetinkaya
  • Mete Akyol
  • Mustafa Ekmekçi
  • Halit Çapın, vb. sayılabilir.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
GeCe YaRıSı
Çaylak
Çaylak
GeCe YaRıSı


Kadın
Mesaj Sayısı : 1200
Yaş : 105
Kayıt tarihi : 29/07/09

11.Sınıf Ders Konuları Empty
MesajKonu: Geri: 11.Sınıf Ders Konuları   11.Sınıf Ders Konuları Icon_minitimePaz Ara. 13, 2009 10:47 pm

MÜLAKAT NEDİR?


İki kişi veya bir kişi ile bir grup arasında sözlü bilgi alışverişidir.
Belirli bir amaç doğrultusunda yapılan yüzyüze görüşmedir. Bu bilgi
alışverişi her zaman olmasa da genellikle planlanmıştır. İki tarafın da
konuşma ve dinlemesini içerir.

MÜLAKAT YÖNTEMLERİ VE TÜRLERİ


Herhangi bir iş görüşmesi farklı şekillerde uygulanabilir.
Görüşmeciler, farklı görüşme yöntemlerini uygulayarak söz konusu
pozisyon için en uygun adayı belirlemeye çalışırlar. Görüşmenin
çeşidine göre, görüşmenin yapısı, sorulacak sorular ve ölçülmek istenen
nitelikler ve yetkinlikler farklılık gösterebilir. Altı farklı görüşme
çeşidinden bahsedebiliriz:

1.Birebir Görüşmeler
2.Panel Görüşmeler
3.Çalışma Arkadaşları Grubu
4.Sıralı Görüşmeler
5.Değerlendirme Merkezi
6.Telefon Görüşmeler

BİREBİR GÖRÜŞMELER


Yapılandırılmamış mülakat da denir.

En çok kullanılan, esnek ama sonuçları çok tartışılan bir yöntemdir.
Aday ile tüm görüşmeler bire bir olarak, yalnız yapılır. Bu yöntemde
subjektif değerlendirmelerin görüşmeyi etkilemesi kaçınılmazdır;
uygulanması halinde görüşme sürecinin çok iyi planlanması ve etkin bir
ön hazırlık yapılması şarttır. Birebir görüşmeler genellikle işveren
firmanın bir temsilcisi tarafından yürütülür. Bu görüşmelerin yapısı
önceden belirlenebileceği gibi, sohbet havasında da geçebilir. Amaç,
söz konusu pozisyon için uygunluk derecesinin belirlenmesidir. Bazı
firmalar, birebir görüşmeleri çok rahat ve sohbet havasında yürütmeyi
tercih eder. Bunun aday üzerinde rahatlatıcı etki yaptığına ve bilgi
alış verişini kolaylaştırdığı savunulur. Buna karşılık bazı firmalar
"stres görüşmesi" denilen ve adayın doğal tepkilerini ortaya çıkardığı
savunulan yöntemleri kullanmayı tercih eder. Birebir görüşmelerin en
büyük dezavantajı değerlendirmenin tek bir kişi tarafından yapılması ve
daha subjektif kararların verilmesine neden olmasıdır.

Bu tür görüşmelerde katılımcıya görüşmeyi yönlendirme imkanı
verilmiştir. Açık uçlu soruar sorulur. “Son işinizde hakkında neler
söyleyebilirsiniz?” vb.

Amaç, tartışmalarda alınmayacak bilgi, duygu ve davranışalr hakkında
bilgi almaktır. Bu görüşmeyi katılımcılar kontrol ettiğinden,
yapılandırılmış sorular sorular sorulmadığından katılımcıları
birbirleri ile karşılaştırmak zordur. Bu yöntem daha çok üst düzey
yönetici seçiminde kullanılır.

PANEL GÖRÜŞMELER


Bu yöntem, ikiden fazla görüşmecinin veya yöneticinin, birlikte, tek
bir aday ile yaptıkları görüşmelerdir. Genellikle çok sayıda elemanın
farklı bölümlerde işe alınması planlandığında "toplu alımlar" tercih
edilir ve özellikle bankacılık sektöründe sıklıkla kullanılır. Adayı
zorlayıcı bir yöntemdir. Şirket açısından bakıldığında ise iyi bir
panel yöneticisi ve koordinasyon olduğu takdirde sağlıklı sonuçlar
ortaya çıkabilmektedir.

ÇALIŞMA ARKADAŞLARI GRUBU

Bu yöntem, son yıllarda gittikçe daha fazla önem kazanan ekip / takım
anlayışının eleman seçme sistemine yansımasıdır. Bu yöntemde seçimin
ağırlığı, seçilecek kişinin birlikte çalışacağı ekip üyelerindedir. Bir
anlamda panel yöntemine dönüştüğü söylenebilir. Ancak buradaki
görüşmenin asıl amacı gruba uyumun ölçülmesidir. Ekip çalışması ve
proje bazlı işlerde kullanımın olumlu sonuçlar verdiği gözlenmiştir. Bu
tür küçük gruplardan oluşan iş görüşmelerinin amacı daha çok
derinlemesine bir görüşme yapmak veya teknik bilgiyi ölçmektir. Bu
yöntem ayrıca son işe alım kararını vermeyecekleri halde, başka
çalışanların da işe alım sürecinde rol almalarını sağlar. En büyük
avantajı, uzun vadede birlikte çalışması söz konusu olan kişilerin
önceden birbirlerini tanımalarını sağlamasıdır. Ayrıca çalışanların işe
alım sürecine dahil edilmesi onları motive etmekte, karar
mekanizmasında önemli rol aldıklarını düşünmelerine olanak vermektedir.

SIRALI GÖRÜŞMELER

Sıralı görüşmelerde birebir ancak birbiri ardına yapılan birkaç görüşme
söz konusudur. Burada mülakat yapan her kişi, söz konusu pozisyonun tek
bir yönünü inceler - tecrübe, teknik bilgi, yönetim becerisi gibi.
Sıralı görüşmeler de birebir görüşmelerin bütün dezavantajlarına
sahiptir.

DEĞERLENDİRME MERKEZİ

Bu yöntemde panel görüşmelerin tersine, adayların sayısı üçten
fazladır. Adaylara, çalışmak istedikleri alan ile ilgili ve/veya genel
yöneticilik yeteneklerini ortaya koyabilecekleri örnek olay / olaylar
verilir. Belirlenen süre içerisinde eğitilmiş değerlendiriciler olayı
izlemekle yetinirler. Süre sonunda örnek olay tartışılır. Adayların bu
süre içerisindeki tüm tutum ve davranışları değerlendirmede dikkate
alınır. Adaylar, bunun yanı sıra bazı testlerden de geçirilebilir.

TELEFON GÖRÜŞMELERİ

Sonuçları sağlıklı ancak uygulanması zor bir yöntemdir.

Özellikle ülkemizde az kullanılan görüşme tekniklerinden biridir.
Kullanılıp kullanılmayacağı kararı yine pozisyona ve görüşmeleri
yürütecek olan kişilerin tercihine kalmıştır. Telefon görüşmeleri iki
şekilde kullanılabilir:

Bunlardan ilki gazete ilanında verilen telefonlara adayların başvurması
ve telefon eden adaylarla görevliler tarafından telefonda bir ön
görüşme yapılmasıdır

İkinci bir alternatif ise başvuran adayların özgeçmişleri üzerinden bir
ön eleme yapılmasının ardından yüzyüze görüşmelere geçilmeden önce bir
ikinci eleme unsuru olarak; veya özgeçmişte açık olmayan bazı konuları
aydınlatmak amacı ile telefon görüşmelerinin yürütülmesidir.

Telefon görüşmelerinin en büyük avantajı diğer yöntemlere göre daha
hızlı olmasıdır. En acil olarak ihtiyacınız olan bilgileri telefonda
öğrenebilirsiniz. Ses tonu, dil hakimiyeti, telaffuz gibi konularda
önemli bilgiler verir, ve bu nedenle özellikle telefonda müşteri
hizmeti veren birimler için yapılan eleman alımlarında tercih edilen
bir yöntemdir.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
GeCe YaRıSı
Çaylak
Çaylak
GeCe YaRıSı


Kadın
Mesaj Sayısı : 1200
Yaş : 105
Kayıt tarihi : 29/07/09

11.Sınıf Ders Konuları Empty
MesajKonu: Geri: 11.Sınıf Ders Konuları   11.Sınıf Ders Konuları Icon_minitimePaz Ara. 13, 2009 10:47 pm

SÖYLEV (NUTUK)


Nutuk, kelime anlamı olarak, "söz, lakırdı; söyleyiş, söylemek kuvveti"
demektir. Türkçede bu kelime daha çok "bir topluluğa karşı söylenilen
söz, hitabet" karşılığında kullanılmaktadır.

Dinleyenleri coşturmak ve belli bir amaca yöneltmek; onlara bir
duyguyu, bir düşünceyi, bir isteği, bir ülküyü aşılamak; önemli
açıklamalarda bulunmak için yapılan etkili, coşkulu konuşmalara Söylev
(Nutuk) denir.

Söylevler; dinleyenlerin zekâ durumlarına, hayal güçlerine,
duygularına, ilgilerine göre hazırlanır. Dinleyenleri düşündürür,
onlarda ilgi uyandırır, onları coşturur, onlara beklenen davranışı
yaptırır.

Söylevde; konuşmacıyı ve dinleyenleri yanılgıya düşürmemek için aceleye
getirmeden düşünerek konuşmak, dinleyenlere karşı iyi niyet beslemek,
dinleyenlerin inanmasını sağlayacak biçimde dürüst konuşmak,
dinleyicilere karşı yaşının verdiği olgunluk içinde konuşmak,
dinleyenleri kıracak biçimde konuşmamak, gerekirse kendini
dinleyicilerin yerine koymasını bilmek, basmakalıp sözler kullanmamak,
abartarak konuşmamak gibi ahlâk ölçülerine önem verilmeli, özen
gösterilmelidir. (S. SARICA - M. GÜNDÜZ, Güzel Konuşma Yazma, s. 246)

Söylev (Nutuk), aslında bir sözlü kompozisyon ürünüdür. Yalnız nutuk,
yazıya geçmişse ve kitabî özelliği varsa aynı zamanda yazılı
kompozisyon ürünü olarak da kabul görür. Türk edebiyatının en güçlü
söylev (nutuk = hitabet) örneği ******' ün "Büyük Nutku"dur.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
11.Sınıf Ders Konuları
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
www.forumyok.forumm.biz :: ÖĞRENCİ ÖZEL :: Dil ve Anlatım :: Soru-Cevap-Konu Anlatım-
Buraya geçin: